Bölüm 12: Savaşın Kazananı Olmaz

avatar
501 8

Hükümdarın Yolu - Bölüm 12: Savaşın Kazananı Olmaz



Kunibert sınırlarını aşarak kaçıyordu. Öyle hızlı kaçmıştı ki onu kovalayan bir süvari bile yoktu. Gurur duyması gereken bir şeyi başarmış olduğu yoktu ancak son derece memnundu.

 

Sonuçta hayatını kurtarmıştı.

 

Ancak yaşadıkları aklına gelince yüzü öfkeden dolayı buruştu. Basit bir hata yaparak kolundan olmuştu. Ne yazık ki kariyerinde daha fazla ilerleyemezdi. Bundan kaynaklı olarak her şeye karşı öfkeliydi.

 

“Önümdeki tepeyi de geçtikten sonra kimse bana engel olamayacak. Genç efendi koluma bir çare bulacaktır.”

 

Genç efendisi muhteşem bir insandı. Her ne kadar soylu bir aileden gelse de aptal ve küstah değildi. Aksine son derece zeki ve düşünceli bir insandı. Bu baskını da o planlamıştı. Onun engin bilgi birikimi sayesinde düşmanın koynuna kadar fark edilmeden girmişti.

 

“Fakat… planlar ters gitti. Bizi birisi satmış olmalı! Yoksa kaybedemezdim!”

 

Ronald’ı öfkelendirerek düzgün düşünmesini engellemiş ve pervasız olmasını sağlamıştı. Birkaç dakika daha sürseydi kesinlikle savaşı kazanırdı ve elindeki kelleyi efendisine sunabilirdi.

 

Düşüncelerle bozuşurken ormanı ve ovayı birbirinden ayıran küçük tepeye geldi. Atı oldukça hızlı olduğundan buraya gelmesi on saniye almıştı.

 

“Hmph! Benden daha hızlı kaçtılar. Çok korkmuş olmalılar!”

 

Onları suçlayacak kadar kalpsiz değildi.

 

Benzer bir durumla karşılaştığı için ne kadar korktuklarını anlayabiliyordu.

 

Yüzü öfkeden dolayı tekrar kızardı.

 

Hya!

 

Atı kişnedi ve tepenin ardına doğru zıpladı.

 

“Hm?”

 

Atı zıpladığında tepenin ardındaki manzarayı görme fırsatına erişmişti. Onlarca asker yerde parçalara ayrılmış şekilde yatıyordu. Atlar panikle etrafta kaçışırken öfkeli askerlerin oyuncağı olmuşlardı.

 

“Bu da ne?”

 

Tam o esnada altından bir el çıktı ve atın boğazını kavradı.

 

“Selam anasını siktiğim!”

 

Soğuk ancak gençliğin tazeliğini taşıyan bir ses duyduğunda dünyası yerle bir oldu.

 

Güm!

 

<Kaya Parçalayan Avuç İçi>

 

Mavi renkli bir efekt elin arkasından süzüldü.

 

Kunibert sadece yarım saniyede atıyla birlikte yere gömülmüştü. O kadar şiddetli bir şekilde yere vurulmuştu ki tüm kemikleri bir anda kırılmıştı.

 

“AĞHHHH!”

 

Acı verici bir çığlık kilometrelerce çevrede yankılandı. Azğından çıkan mana partikülleri sesini güçlendirmişti.

 

Carl onun bu acınası halini görünce gülümsedi ve boynu kırılmış atı umursamadan, pestili çıkmış bedeni aldı. İlk işi dişlerini sökmek olmuştu.

 

Kaya Parçalayan Avuç İçi o kadar güçlü bir sanattı ki krallıkta onunla karşılaştırılabilecek bir dövüş sanatı yoktu. Üstelik Uhrevi Yıldız Suyu’nun güçlendirmesi ve Carl’ın bu teknikteki tecrübesiyle bu sanat bambaşka bir şeye dönüşmüştü.

 

“Beyler! Savaş esirlerini birliğe kadar taşıyın!”

 

Bir elinde Kunibert’le birlikte atına atladı ve Alev Taburu’na doğru yola koyuldu.

 

“Evet, efendim!”

 

Arkasından yükselen sesleri duyunca dudakları yukarıya doğru kıvrıldı.

 

Açıkça söylemek gerekirse eğlenceliydi.

 

***

 

Savaş kısa sürmüş olsa da oldukça yorucuydu. Carl geri döndüğünde elindeki adamı görenler şaşırmamıştı bile. Çünkü şaşıracak vakitleri bile yoktu.

 

Sevenlerini kaybetmek acı vericiydi. Asker olduktan sonra ilk defa bu kadar kayıp vermişlerdi, bundan dolayı bir süre dinlenmeleri gerekiyordu.

 

Neyse ki tamamen yok olmamışlardı. Aksi takdirde binlerce kişinin hayatı mahvolacaktı.

 

Carl ağlayan askerleri ve köylüleri görünce dilini tıklattı.

 

“Gerçekten savaşın kazananı olmuyor. Ancak dünyanın kuralı bu. Savaşın sonunda kaybetmek değil, yok olmak var. Bu yüzden savaşmak zorundayız. Yok olmamak için. Başkalarını yok etmek için.”

 

Dünya büyük bir oyun tahtasıydı. Karşı tarafı yok etmezsen onun tarafından yok edilirdin. Savaşta bu yüzden gerekliydi.

 

Etrafa baktığında Ronald’ı göremedi. Ancak bir süre bakındıktan sonra askerlerin yaralarını sarmak konusunda yardım ettiğini gördü.

 

“Onun kadar nazik komutanlar nadiren gözükür.” Carl’ın arkasından son derece zayıf bir ses geldi.

 

Carl arkasını döndü ve ölüm döşeğindeki bir askeri gördü. Göğsüne saplanan büyük bir kılıç vardı. Ömrünün son demlerini yaşıyordu.

 

“Acını dindirmemi ister misin?”

 

Asker acı bir şekilde güldü.

 

“Lütfen.”

 

Carl onun yanına gitti ve eğildi. Ellerini boğazına götürürken nazikçe sordu. “Benden yapmamı istediğin bir şey var mı?”

 

Asker zorlukla konuşurken kanlar ağzından gelmeye başladı. Ancak Carl onun ne demek istediğini anlamıştı. Eliyle askerin zırhını aradı ve sonunda altın renkli gül işlemesi bulunan zarif bir mendil buldu. Savaş alanına uymayan güzel bir kokusu vardı. Carl üzerine bir bakış attığında ince oyalarla yazılmış ‘Joseph’ ismini gördü.

Bu tür mendiller, askerlere sevdikleri kadınlar tarafından verilirdi. Bu yüzden son derece değerliydi. Bir tür Waterra geleneğiydi.

 

“Joseph, sevdiğin kadının adı nedir?”

 

Askerin ağzından kanlar geliyorken son kez gülümsedi. Gülümserken gözlerinden kanlı gözyaşları düşmeye başladı. Ve zorlukla adını sayıkladı.

 

“Ro…sa..llli…ne..”

 

“İyi uykular, kahramanca öldüğünü söyleyeceğim.”

 

Crack!

 

Carl ustaca onun boynunu kırdı. Yüksek kırılma sesi ağlama seslerinin arasında belirgindi. Bu yüzden anında dikkat çekti.

 

Onlarca kişinin kanlı bakışlarını Carl umursamadı. Bunun yerine kalktı ve diğerlerinin yapmaya cesaret edemediklerini yaptı.

 

Yoldaşlarını ebedi huzura kavuşturdu.

 

Nazik ve acısız.

 

Dakikalar sonrasında Carl bir kişinin daha boynunu nazikçe kırdı.

 

Elleri artık eski beyazlığını taşımıyordu. Yüzü askerlerin püskürttüğü kanla yıkanmıştı. Cehennemden çıkmış bir günahkara benziyordu.

 

“Huzur içinde uyuyun.”

 

Renkli mendillerle dolmuş ceplerine kan bulaşmadığından emin oldu. Ceplerinde binlerce kiloluk taşlar varmış gibi hissediyordu.

 

O esnada suçlulukla dolu bir ses duydu.

 

“Askerlerimin ölmemesi için çok çabalamıştım. Nasıl böyle kayıplar olmasına izin verebilirim ki?”

 

Ronald elinde bir alkolle bir tabureye oturmuştu ve kafasına dikiyordu. Şu anda arkasına taşınan sedyeleri umursayacak durumu yoktu.

 

Carl kafasını salladı.

 

Yere fırlattığı bedeni aldı ve Ronald’ın önüne fırlattı.

 

Kunibert’in yarı ölü bedeni yere düşünce acı dolu çığlıklar ağzından yükseldi. Kunibert ölümün döşeğinde olsa da mana sayesinde organları korunuyordu. Bu yüzden hemen ölmeyecekti. İlk yardım yapılırsa iyileşme imkanı vardı.

 

“Düşman komutanı Kunibert. İstediğiniz gibi davranabilirsiniz. Öfkenizi yatıştırmak istiyorsanız onu şimdi öldürebilirsiniz. Ancak bu sadece öfkenizi yatıştıracaktır. Ancak onu iyileştirip işkence edebilir, üstelik bilgi de alabilirsiniz. Karar sizin.”

 

Carl bedeni attıktan sonra daha fazla ilgilenmedi ve matarasından bir yudum aldı. Uhrevi Yıldız Suyu boğazından geçtiğinde vücudundaki tüm yorgunluk bir anda kayboldu ve enerjiyle doldu.

 

Ronald ölümcül gözlerle bedene bakıyordu. Gözler ile parçalamak mümkün olsaydı Kunibert’in vücudu en küçük birimine kadar parçalara ayrılırdı.

 

Bir süre daha bakan Ronald en sonunda kafasını silkti ve alkolünden bir yudum aldı.

 

“İyileştirin onu.”

 

“Emredersiniz.”

 

Sıhhiye takımı yerdeki cesedi umursamazca aldı ve sıhhiye çadırına taşıdı. Bir süre sonra çadırdan acı dolu çığlıklar yükseldi. Sıhhiye ekibinin acımasızlığı çığlığa yansıyacak kadar derindi.

 

Carl omuz silkti ve kafasını dinlemek için kenara çekildi.

 

 






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 44450 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr