Bölüm 11: Pruwath Kuşatması (III)

avatar
552 9

Hükümdarın Yolu - Bölüm 11: Pruwath Kuşatması (III)



Carl gelen birliği fark ettiğinde haliyle diğerleri de fark etmişti.

 

Kanca burunlu adamın gözleri parladı ve sevinçle haykırdı.

 

“Kunibert, sonunda geldin!”

 

“Tsk.”

 

Ronald dilini tıklatırken atıyla geriye çekildi. Seviyesi sayesinde birkaç yüz metre ötede olan birlikleri net bir şekilde görebiliyordu. Toz bulutunun içinde binlerce at vardı. Bu da kendi birliklerinin birkaç katı oluyordu.

 

-Zamanı geldiğinde, saldırıya hızlı bir geçiş yapın…

 

Aklına Carl’ın söyledikleri geldi. Dişlerini sıktı ve içinden küfürler yağdırmaya başladı. Soğukkanlılığını yitirmek üzereydi.

 

“Kumar oynamak zorundayım.”

 

“Nafile! Kunibert’in ordusuna karşı duramazsın.”

 

Kanca burunlu adam sırıtırken tekrardan saldırıya geçti. Birkaç saniye sonra işler tersine dönecekti. Kunibert’in birlikleri savaşa katılınca üstünlük tamamen kendilerine geçecekti.

 

‘Her ne kadar planımızı görmüş olsalar da bunu görememiş olmaları gerekiyor. Bu planı gerçekleştirmek için Kunibert yüzlerce kilometre dolaşarak geldi. Yolu olabildiğince uzattı.’

 

Kunibert’in birliği Kuzey Kolordusu’nu atlatmak için yüzlerce kilometre etraftan dolaşmıştı. Birçok tehlikeli araziden geçtiklerinden kayıp vermiş olsalar da kimseye fark edilmeden içeriye girebilmişlerdi.

 

Bu esnada kendi birlikleri dikkat çekmek için köyleri yağmalamış, eğlenmiş ve rahatsız etmişti. Bu yüzden basit bir dürtme olarak gözükmüştü.

 

‘Ancak işler tamamen farklı. Majesteleri Mortling Kalesi’ni ele geçirmeyi düşünüyor.’

 

Mortling kalesi, Waterra’nın kuzey bölgesindeki kritik kalelerden birisiydi. Tarım ve hayvancılıkla tanındıklarından, gelir kaynakları boldu. Kuzey bölgesinin merkezlerinden birisi olduğu söylenebilirdi.

 

Kanca burunlu adam sırıtırken kılıcını savurarak Ronald’ı geriye püskürttü. O esnada Ronald ağzını açtı ve kükredi.

 

“Dağılın ve birleşin!”

 

Ronald’ın askerler üzerinde mutlak bir kontrolü vardı. Kelimeler ağzından çıktığı gibi askerler savaşı bıraktı ve kaçışmaya başladı. Birkaç kişi süvarilerin kılıcı altında öldü ancak kimse arkasını dönmedi. O anda askerlere saldırmayı düşünenler bu hareket yüzünden afalladı, ancak hızlıca uyanıp kovalamaya başladılar.

 

Kunibert’in askerleri kılıçlarını çıkardılar ve ipleri bırakıp önlerini açtılar. Köylüleri taşıyan atlar delirmiş gibi koşmaya başladı ve birçoğu devrildi. Onlarca köylü atlardan düştüğü gibi öldü. Bu acımasız sahne Waterra askerlerinin zihnini sarstı ve birçok kişi kaçmayı bırakıp Kunibert’in askerlerine saldırdı.

 

“Hahahaha!”

 

Devasa bir aura Kunibert’in vücudundan yükseldi.

 

Ronald’dan aşağıda olmayan bu aura önündeki askerleri şaşkına çevirmeye yetmişti. Kırmızı bayraklı kargısını savurdu ve birkaç askerin kellesini aldı. Ardından hızlıca Ronald’ın karşısına çıkmak için ilerledi.

 

Ronald emrini reddeden askerleri ve ölen köylüleri görünce gözleri kızardı. Şimdi Carl’ın ne demek istediğini anlamıştı.

 

‘Benim hatam.’

 

Carl’ın söylediğini anlamamıştı!

 

‘Göründükleri sırada onları delmek için harekete geçmeliydim.’

 

Neyse ki onun emrini dinleyen askerler vardı. Atların yörüngesinden çıktıktan sonra iki taraftan askerleri kıstırmayı başarmışlardı.

 

Klink!

 

Klink!

 

Klink!

 

Kılıçlar ve mızraklar tekrar çarpıştığında çığlıklar yükseldi. Birkaç kahraman asker zamanında hareket ederek köylülerin bindiği atları dizginlemeyi başarmışlardı. Ancak Kunibert’in askerleri bunu fırsat bilerek kahramanları öldürmeye başlamıştı.

 

Binlerce at olduğundan kontrole almak oldukça zordu. Piyadeler bunları göze alamadı. Ancak sonunda ölümlere rağmen onları kurtarmayı başarmışlardı.

 

Köylüler bu sahneleri görünce gözyaşlarına hakim olamadılar.

 

“Kunibert! Elmer! Hardbane savaşmak mı istiyor?!”

Ronald sakinleşmek için kendini zorladı. Gözlerinden saçılan öldürme niyeti korku salmaya yeterliydi.

 

Kanca burunlu adam nefesler içinde geri çekildi. Kolları yorgunluktan titremeye başlamıştı. Vücudunda birçok kesik bulunuyordu. Hatta boğazında bile ince bir kılıç yarası vardı. Ancak çok inceydi.

 

Kanca burunlu adam korkudan derin nefesler alıyordu. Biraz önce Ronald’ın kılıcı kafasını alıyordu.

 

“Bunun başka ne amacı olabilir ki?”

 

“İyi o zaman.”

 

Askerleri ölüyordu ancak bunu kendisini bitirmeliydi. Ronald sınırlarına kadar zorladı ve kılıcını savurdu.

 

‘!!!’

 

Kanca burunlu adam gözlerine inanamadı.

 

Üzerine gelen kılıç bir anda onlarca metre büyümüştü. Kafasını almak için gelen kılıca boş boş bakmaktan başka bir şey yapamadı. Beyninin emirleri vücudunu harekete geçiremiyordu. Ne kadar denerse denesin vücudu yerine kilitlenmişti.

 

Korkuyordu.

 

Ölümün gelişini izliyordu.

 

Kılıç boynundan birkaç santim uzaktayken aniden yörüngesinden saptı ve saçlarını tıraş etti.

 

Kunibert’in kızıl bayraklı kargısı belirdi.

 

“İyi misin?”

 

Kunibert atını mahmuzladı ve Ronald’ın karşısına çıktı. Kırmızı zırhı kanlardan oluşmuş gibi donuktu. Elindeki mızrak binlerce insanın canını almış bir katildi.

 

“E, evet…”

 

Zorlukla cevap verdi. Boğazına bir yumru oturmuştu sanki. Kılıcın rüzgarını hâlâ hissediyordu.

 

‘Sadece anlık geç kalsaydı.’

 

İstemsizce boğazını ovuşturdu. Kalbini dolduran korku hızlanmasına yol açmıştı. Yavaş yavaş geriledi ve olabildiğince Ronald’dan uzaklaştı.

 

Kunibert ona bir bakış atmadan Ronald’a odaklandı. Kışkırtıcı bir gülümsemeyle bir şeyler söyledi. Savaş alanının hengamesinden dolayı diğerleri söylediklerini duyamadı. Ancak Ronald net bir şekilde onu duymuştu.

 

Gözlerini kan bürüdü.

 

“Seni orospu çocuğu!”

 

Öfkeyle saldırdı.

 

“Hah.”

 

Kunibert kargısıyla onun saldırısını karşıladı ve geri saldırdı. Yüzünde büyük bir gülümseme vardı. Ancak bu kibirli bir gülümsemeydi.

 

Ronald’ı aşağılıyordu.

 

Atının dizginlerine asıldı ve savaş alanından uzaklaşmaya başladı. Ronald’da onu takip etmeye başladı.

 

Öyle öfkeliydi ki gören de oğlunun öldürüldüğü düşünürdü.

 

Aslında pek farklı sayılmazdı. Sonuçta onun can damarına basmıştı.

 

“İkimizin karşısında şansı yok.”

 

Kanca burunlu adam şokundan uyandığı gibi atını mahmuzladı ve ikisinin peşinden gitti. Ronald onu aşağılamıştı. Aşağılamanın karşılığını ödemek zorundaydı.

 

O esnada sırtına kramp girdi. Bunun ne olduğunu anladığında arkasını döndü ve üzerine gelen kılıcı karşıladı. Kılıcı karşıladığında darbenin gücü onu atından düşürdü.

 

Thomas kanlanmış gözlerle tuttuğu kılıçta oluşan çatlakları umursamadan atından atladı ve kılıcını tekrardan savurdu.

 

“Sen yardımcı komutan olmalısın.”

 

Kanca burunlu adam sol kolunu tutarak ayağa kalktı. Attan düştüğünde omzundaki kemikler çatlamıştı. Bu yüzden vücudu acı içindeydi. Ancak kılıcı kullandığı sağ kolu hâlâ yerinde duruyordu.

 

Her ne kadar kılıcı artık eski yerinde olmasa da…

 

“Seni öldüreceğim!”

 

Thomas kükredi ve saldırıya devam etti.

 

Vahşi ve güçlü saldırıları anbean güçlenerek devam etti. Fevri hareketleri kendisini tehlikeye soksa da kanca burunlu adam saldırma fırsatı bulamıyordu. Tek yapabildiği hamleleri atlatmaktı.

 

*

 

Savaş alanının yöneticileri kendi aralarında savaşırken, komuta edecek kimse olmadığından güç savaşı başlamıştı.

 

İki tarafında kendi içlerinde yetenekli subayları vardı. Her ne kadar yönlendirmeye çalışsalar da onlar, bu denli karmaşık bir tahtada oyuncu olmak için yeterli değillerdi.

 

Bundan kaynaklı olarak kayıplar her geçen saniye artmaya devam ediyordu.

 

Bir askerin boğazını mızrağıyla delen Carl yavaşça uzaklaşan dört figüre baktı ve iç çekti. Dördü de adeta delirmiş gibi birbirini öldürme derdindeydi.

 

“Geride kalmaya devam edersem işim bitecek. Ronald’ın bu savaşı kazanmasını sağlamalıyım.”

 

Savaş alanından pek farklı olmayan politikada ancak böyle tutunabilirdi. Ronald’ın desteğine ihtiyacı vardı. Bir kez onun birliğine katıldığından ancak ona dayanabilirdi.

 

Aksi takdirde akademiye girmesi imkansızdı.

 

“Burada kaybederse diğerleri onu anında bitirecektir.”

 

Ronald’ın büyükbabası bir Kont’tu. Bir kont ailesine mensup olduğundan geleceğin kontu Ronald’dı. Ancak Slater Kontu’nun birçok düşmanı olduğundan bu savaşı kaybederse idam bile edilebilirdi.

 

Bu yüzden bu savaştan galibiyet ile ayrılmalıydı.

 

“Dizginleri elime almam gerekiyor.”

 

Çevresindeki askerleri umursamadan etrafta gezmeye başladı ve ona saldırmaya çalışan herkesi görmezden geldi.

 

“Çözdüm.”

 

Derin bir nefes aldı ve Alev Taburu subaylarına doğru yüksek sesle bağırdı.

 

“Mızrak takımları sağ kanada destek versin! Sağ kanattaki askerler geri çekilsin ve mızrakçılar ile yer değiştirsin! Sol tarafta bir açık var!”

 

“Parmakucu Formasyonu!”

 

“1. Takım geri çekil!”

 

Askerler bu sesin kime ait olduğunu bilmiyorlardı ancak öyle güçlüydü ki onun dediklerini yapmak zorundaymış gibi hissediyorlardı.

 

Acemi askerler, ordunun kütüphanesine giremediğinden yeterince bilgili değillerdi. Bu yüzden onlara detaylı bilgiler veremiyordu. Fakat oldukça basite indirgemesi sayesinde askerler rahatlıkla uygulayabiliyordu.

 

“1. Manga yirmi adım öne ilerleyin ve süvarileri karşılayın. 13. Mızrak takım geriye çekil. 2. Okçu takımı 130 metre öteye yaylım ateşi!”

 

“Mızrakçılar boşluk yaratın ve kalkancılara yol açın!”

 

Carl’ın sesi tüm savaş alanında yankılanırken savaş alanı daha karmaşık bir hale geldi. Bir düğümü andırıyordu. Kimin ne tarafta olduğu belli olmuyordu ancak Alev Taburu piyadeleri rahatladıklarını fark etmişlerdi.

 

Savaşın durumunun yavaş yavaş tersine döndüğünü kimse fark etmedi. Carl’ın emirleri sayesinde karşı taraf sürekli kayıp veriyordu ancak bu kayıplar görmezden gelinebilecek kadar azdı.

 

Birkaç dakika sonra Carl bir emir verince savaş alanındaki askerler oldukları yere kilitlendi.

 

“Tabur dur ve geriye çekil!”

 

Askerler Carl’ın emirlerine alışmışlardı. Bu yüzden ister istemez oldukları yerde durmuşlardı.

 

Savaş alanında duraklamak ölmekle aynı anlama geliyordu!

 

Askerler ne yaptıklarını anlayınca emre karşı gelmek pahasına savaşmayı düşündü. Ancak kimsenin onlara saldırmadığını görünce boş boş baktılar. Ne olduğunu anladıkların sevinçle kükremeye başladılar.

 

Düşman subaylar neler olduğunu fark ettiklerinde anında geri çekilmeye başlamışlardı. Alev Taburu bunu karmaşadan fark edememiş olsa da, baskın olan Waterra askerleri bunu daha önce fark etmişlerdi.

 

Düşman subayları her on saniyede bir verilen kaybın arttığını görünce olağan bir şey olduğunu düşmüşlerdi ve bu yüzden görmezden gelmişlerdi. Ancak ikinci dakika da emir verecek piyade ve süvari kalmadığını görünce neye uğradıklarına şaşırmışlardı.

Savaş alanındaki durumu sadece onlar değil, hâlâ hararetle savaşan dörtlü de fark etmişti.

 

Kunibert savaşın durumunun tersine döndüğünü ve kendi askerlerinin arkalarına dönmeden kaçtığını görünce afalladı.

 

“Ne yapıyorsunuz?! Hemen geri dönün!”

 

Kan kusmanın eşiğine gelmişti. Cesurluğu ile övülen askerlerinin bu kadar korkak olması imkansızdı. Ancak daha kötü bir şey fark etmesi uzun sürmedi.  

 

Sadece yüz asker kaçıyordu.

 

Diğerleri cansız bir şekilde yerdeydi.

 

Sekiz yüzden fazla asker!

 

Hepsi yerdeydi!

 

“Nereye odaklandığını sanıyorsun?”

 

Ronald kükreyerek ona doğru atıldı. Kılıcı öyle hızlıydı ki neredeyse Kunibert’in kafasını uçuracaktı.

 

“Siktir! Ronald! Bırak beni!”

 

Kunibert geri çekilmeye çalıştı ancak Ronald ona izin vermedi.

 

“Öylece gidebileceğinizi mi sanıyordunuz? Ateş almaya mı geldiniz?”

 

Ronald kazandıklarını görünce üzerinden bir yük kalkmış gibi hafifledi ve tüm odağını savaşa verebildi. Endişelenecek bir şeyi kalmayınca kanat takılmış kaplan gibiydi. Birkaç saldırının ardından üstünlüğü eline aldı ve Kunibert’i bastırmaya başladı.

 

Her ne kadar benzer bir güç seviyesine sahip olsalar da Ronald soylu aileye mensup birisiydi. Bu yüzden mana ile daha erken tanışmış ve daha kaliteli yetenekler ile büyümüştü.

 

Onun aksine Kunibert halktan yükselmiş birisiydi, teknikleri liyakat sonucu elde etmişti. Çok yetenekli birisi olduğundan Ronald ile aynı seviyede güce sahipti, ancak yetenek önemli olduğu kadar teknikte önemliydi.

 

Ve Ronald bu konuda onu tamamen ezebilirdi.

 

Beyaz Turna Kılıç Sanatı!

 

Krallığın önde gelen kılıç sanatlarından birisiydi. Hıza ve atikliğe önem vermesine rağmen dengesini koruyabiliyordu. Kısaca, bir çok yönden gelişmiş bir kılıç sanatıydı.

 

Artık düzgün düşünebilen Ronald kılıç sanatının tüm potansiyelini ortaya çıkarabildi ve Kunibert’e bir darbe indirebildi!

 

“RONAAAAAALDDDDDDD!”

 

Kunibert’in sol kolu gövdesinden düştüğünde ağzından feryatlar çıktı.

 

Ronald onun düşen kolunu gördüğünde kısa bir süreliğine rahat nefes aldı. Kunibert’in gözleri o anda açıldı ve feryadı kesildi. Mızrağı havayı deldi ve Ronald’ın kalbine indi.

 

Mızrak zırhı kolayca zırhı deldi ve Ronald atından düştü.  

 

Kunibert fırsattan istifade edip kaçtı.

 

***

 

 






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 44439 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr