Bölüm 7: Sonuç (I)

avatar
499 7

Hükümdarın Yolu - Bölüm 7: Sonuç (I)



“Yardım edin!”

 

“Olamaz buraya geliyor!”

 

“Kaçın! Kaçın! Komutanlar harici kimse ona rakip olamaz!”

 

Büyük goblinin üzerlerine geldiğini fark eden askerler panikle kaçışmaya başladı. Normal goblinler sıradan bir insandan daha güçsüz olduğundan savaşmak zor değildi. Goblinlerin en güçlü yönü sayılarıydı. Bilakis sıradan bir goblinle eğitim almamış bir erkek bile kapışabilirdi.

 

Fakat bu goblin tamamen farklıydı.

 

Yetişkin bir erkekten çok ama çok daha güçlü bir fiziği vardı. Üstelik görünüşe göre mana da kullanmayı biliyordu. Bu da onu sadece rütbeli askerlerin karşı koyabileceği bir rakip haline getiriyordu.

 

“ROARR!”

 

Goblin çekicini savurarak bir askeri patates püresi misali ezdi. Ortaya çıkan kemik kırılma sesleri ve ezilmiş insan parçaları askerleri dehşete düşürdü.

 

“Bu… başa çıkabileceğimiz bir şey değil!”

 

Bir asker son hız goblinin yolundan kaçarken sıradan bir goblin karşısına çıktı ve tepki verme şansı vermeden kılıcını onun kafasına sapladı. Asker paniklediğinden herhangi bir dirençle karşılaşmamıştı. Goblin, onun kafatasını deldikten sonra iğrenç bir gülümsemeyle kılıcını geri çıkardı ve onun devrilmesini izledi.

 

POOF!

 

Tam o esnada ateş duvarının içinden bir adet goblin uçarak bir ateş duvarında bir delik oluşturdu. Onun ardını birkaç goblin ve taş parçası takip etti ve bir saniyeliğine ateşlerin üzerini kapattılar. O esnada ateş duvarının içine bir gölge girdi ve ardından ateş duvarı tarafından yutuldu.

 

“Kim bu deli mi? Ateşe atlayan güve gibi…” Bir asker kırılmış kolunu tutarken mırıldandı.

 

Ateşler bir insanı birkaç saniye içinde yakacak kadar güçlüydü. Ancak bir insanı anında kül edecek kadar güçlü olamazdı. Bu yüzden birkaç kişi dışında herkes ateşe dalan kişinin sıcaktan dolayı bayıldığını düşünüyordu.

 

Fakat!

 

Ateş duvarının içinden fırlayan bir mızrak dev goblinin bacağına saplanınca yanıldıklarını anladılar. Ateş duvarından bir figür fırladı. Can almak için cehennemden fırlayan bir şeytandan farksızdı. Elindeki sıradan asker mızrağıyla sıradan bir askerden farksız gözükmüyordu. Lakin onu izleyen her asker nedensizce ona güvenmişti.

 

Carl ateş duvarından çıktıktan sonra tereddüt etmeden koşmaya başladı. Ateş duvarından beş metre uzakta duran dev goblin acı içinde haykırarak çekicini savurdu. Sadece rüzgarı bile yerdeki cesetleri havalandırmaya yeterken, çekicin ki düşünülemezdi.

 

Carl gözlerini kıstı ve çekicin üzerinden atladı. Kusursuz zamanlaması ve hareket kabiliyeti sayesinde çekicin sapı ile demiri arasındaki boşluktan zıplayabilmişti. Bu yüzden etkisini en aza indirmişti.

 

“Hür Mızrak Tekniği – 1. Form!”

 

Mızrağının hareketi sabah rüzgarının çimlerin üzerini okşamasını andırıyordu. Garip bir açı ile doğrudan goblinin boğazını hedefliyordu. Mızrak goblinin boğazına çarpınca metalin metale çarpmasını andıran tiz bir ses savaş alanında yankılandı.

 

Clink!

 

Mızrağın ucu titreşince Carl geri tepmeyle karşılaştı. Avuçları sapın pürüzlü yüzeyi yüzünden parçalara ayrıldı. Goblin ise bu anı bekliyormuş gibi diziyle Carl’ı parçalamak için saldırdı. Neredeyse ten tene olduklarından bu saldırıdan kaçmak aşırı derecede zordu. Fakat Carl yarım bir daire dönüşüyle diz saldırısından kıl payı kaçındı.

 

“Kuruk?”

 

Goblin şaşırmaya fırsat bulmadan Carl’ın mızrağını sırtı çenesine çarptı ve birkaç adım geriye sendelemesine neden oldu. Elindeki çekiç üzerindeki odağı kısa süreliğine kesilince Carl mızrağını çevirdi ve bileğine derin bir kesik attı.

 

Kanlar bir fiskiye misali fışkırırken savaş alanı ilk defa onun kanıyla yıkanmıştı.

 

“Hür Mızrak Tekniği – 2. Form!”

 

Mızrakla bir savaş tanrısını andıran Carl kendi etrafında dönerken goblin acıyla feryat ediyordu. Ancak bu feryatlar Carl mızrağını sapladığında dindi ve goblin yumruğunu hiddetle savurdu.

 

“Sadece güçlü değil aynı zaman da kurnaz da…” Carl mızrağını onun omzuna saplarken mırıldandı. Mızrağın ucu goblinin omzuna girince Carl mızrağı bıraktı ve yumruktan kaçındı. Yumruk göğsünü teğet geçince deri zırhının üzerinde kesikler oluştu ve kendisi birkaç adım geriye çekilmek zorunda kaldı.

 

“Hah, ellerim parçalanmak üzere!” Carl kendini goblinden uzaklaştırırken matarasını çıkardı ve Uhrevi Yıldız Suyu’ndan büyük bir yudum içti. Su midesine indiğinde yorgunluğu hızlıca gitti ve avuç içindeki yaralar hızla iyileşmeye başladı.

 

Bu esnada goblin harekete geçmişti! Öfkeli bir boğayı andırırcasına kükredi ve Carl’ın üzerine koşmaya başladı.

 

“Öfkeli varlıkları çok severim.”

 

Carl rahat bir pozisyonda dururken goblinin dibine girmesini bekledi. Birkaç adımlık mesafeye girince goblin balyozdan farksız yumruğunu savurarak bir rüzgar dalgası yaratmıştı. Vücudundaki güç sembolleri kızıl ışıklar yayıyordu.

 

Huhhh!

 

Soğuk nefes dişlerinin arasından ayrıldı ve etrafa yayıldı. Rüzgardan dolayı saçları havaya kalktı. Gözlerinde sakin bir ifade vardı. Carl, mızrağını sıkıca tuttuktan sonra yavaşça kaldırdı ve kendi etrafında çevirdi.

 

“Hür Mızrak Tekniği – 3. Form.”

 

Mızrağını yavaşça ileriye itti.

 

Crack!

 

Goblinin bakışları durgunlaştı ve tüm gücü bir anda vücudunu terk etti. Yumruğu Carl’ın kafasının yanından geçti.

 

Savaş alanı yere düşen ağır cesedin ardından sessizliğe büründü.

 

Carl rahat bir nefes verirken mızrağını goblinin çenesinden çıkardı ve kana bulaşmış beyin sıvılarını savurdu. Mızrağın bıçağındaki çatlakları görünce iç çekti ve matarasından bir yudum aldı.

 

“18. Mangadan Acemi Er Carl Dev Goblin’in kafasını kesti!”

 

Mızrağın bıçağıyla goblinin kafasını kesti ve havaya kaldırdı.

 

Hu Hu Hu Hu!

 

“Hurra! Sonunda öldü!”

 

“Acaba bu da kim? 18. Mangadan olduğunu söylemişti?”

 

“Bekle bir acemi mi?”

 

Savaş alanı Carl’ın gür sesinden sonra eski haline döndü. En büyük korkuları olan dev goblin öldükten sonra askerler motivasyonlarını geri kazandı ve goblinleri bastırmaya başladı. Goblinler ise en büyük dayanaklarından birisi olan dev goblinin ölümüyle karmaşaya düşmüşlerdi. Carl avuçlarının içindeki soyulmaların hızla kapanışını izlerken derin bir nefes aldı ve geri çekildi.

 

“Vücudum hâlâ Hür Mızrak Tekniği’ne alışık değil. En yakın zaman da eski kondisyonuma gelmem gerekiyor. Ancak böyle kendimi güvende tutabilirim.”

 

Hür Mızrak Tekniği antik bir mağarada bulduğu tekniklerden birisiydi. Şu anki seviyesine en uygun tekniklerden birisi olmakla birlikte, oldukça basitti. Şaşalı hareketlerden uzak ve vücut şekillendiren tekniklerden birisiydi.

 

Kraliyet Akademisi’nde bile onunla karşılaştırılabilecek bir mızrak tekniği bulunmazdı.

 

“Uhrevi Yıldız Suyu’yla yakında mana hissedebilirim. Zorunlu askerlik 6 aydan fazla değil. Askerliği tamamladıktan sonra en azından bir bölük komutanı olabilmeliyim.”

 

Diğer insanlar için altı ay çok kısa bir süre olabilirdi ancak Carl için uzun bir süreydi. Bu sürede bölük komutanı olmak konusunda kendisine güveni sonsuzdu.

 

“Kraliyet Akademisi’ne katılabilmem için en azından bir bölük komutanı ve bir Tabur Komutanı’nın tavsiyesine sahip olmam gerekiyor.”

 

Kraliyet Akademisi ona kaynak ve sosyal çevre sağlayacağından bir hayli önemliydi. Planlarının temeli olacak yer orasıydı.

 

“Bu sefer birisinin altında olmak istemiyorum. En zirveye oynayacağım…”

 

Önceki hayatında hizmet ettiği adam tarafından ihanete uğramıştı. Kurallarına göre oynamak yaptığı en büyük hata olmakla kalmamış, hayatına da mâl olmuştu.

 

Hayatı yalnız ve ihtişamlı geçmiş olsa da mutsuz bir yaşlı ihtiyardan fazlası değildi. Clausewitz Düklüğü kralın kontrol edemeyeceği kadar güçlü olduğundan ortadan kaldırılmıştı. Gerçi, sonrasında ne olduğunu bilmiyordu fakat yağmalandığına emindi.

 

“Savaş Tanrısı Birliğim dışında pek değerli bir şeyim yoktu.”

 

Beş bin askerden oluşan kıtanın en güçlü birliğiydi. Kendisi tarafından eğitilmiş subayların komuta ettiği, sadece kendisinin harekete geçirebileceği bir birlikti. Dükalığının askeri ordusu ya da herhangi bir ülkenin ordusuyla karşılaştırılamayacak kadar güçlüydü.

 

Ancak kendisi açgözlü bir adam olmadığından fetihlere çıkmamıştı. Sadece krallığın yok olmasına engel olmuştu.

 

“Ben öldükten sonra askerlerime kötü bir şey olmamıştır umarım. Luois kibir ve açgözlülükten kör olmuş yaşlı bir piçten farklı değil, Ian onun kellesini almamıştır umarım.”

 

Geçmişe nasıl döndüğü tam bir gizemdi. Ancak hayatı boyunca öğrendiği bir şey varsa, gereksiz konuların üzerine düşmek yerine sadece ileriye bakmaktı. Sadece böyle zirveye ulaşabilirdi.

 

Kafasını kaldırdı ve önündeki savaş alanına bir bakış attı. Alevlerin sıcaklığı tenini kızartıyordu. Goblinlerin neredeyse tamamı askerler tarafından ezilmişti. Dev goblin gittikten sonra goblinler ile başa çıkmak daha da kolaylaşmıştı. Sonuçta buradaki askerlerin hepsi daha önce savaş tecrübesi bulunan tecrübeli askerlerdi. Ateş duvarının öbür tarafı gibi bir iki gobline ölecek insanlar değillerdi.

 

“HAYIRR!!”

 

Savaş alanın bir köşesinden kalın sesli bir erkek feryadı tüm savaş alanını sarstı. Carl sese oldukça aşina olduğundan kafasını o tarafa çevirdi ve ne olduğuna ilgiyle baktı.

 

“Oh…”

 

Marc’ın kılıç tutan kolundan, sağ kolu, kanlar fışkırırken karşısındaki yaşlı goblin afallamış bir şekilde göğsüne bakıyordu. Parlak kılıç kalbinin tam ortasını delmiş ve diğer taraftan çıkmıştı. Sol elindeki kılıcın ıslandığı kırmızı kana bakılırsa, kalbine saplanan kılıcın karşılığına Marc’ın sağ kolunu kesmişti.

 

Marc acı yüzünden çığlıklar atarken, dört yaverden sadece iki tanesi hayatta kalmıştı.

 

Teğmen Jack ve Teğmen Glenn başsız bir şekilde yerde yatıyordu.

 

Harold’un vücudunun her yerinde kesikler vardı ve sırf iradesiyle ayakta duruyordu. Geriye kalan sadece Asteğmen Jayden vardı ve onun da bağırsakları dökülmüştü. Yaşayıp yaşamayacağı belli değildi.

 

“Hm? Harold önceki seferde hayatta kalanlar arasında değildi. Yoksa burada olmam geleceği mi değiştirdi?”

 

Hepi topu yüz kişi hayatta kalmıştı. Savaş sadece kanlı geçmekle kalmamış birçok kayıp verilmişti. Savaşın dehşet yanı da buradaydı. Her zaman bir taraf kaybeder ve acıyı hissederdi. Kazanan taraf kaybetmemek için savaşırdı.

 

“Her neyse, benim işime gelir. Yetkili insanlar öldükten sonra benim için koltuklar açılmış olacak. Ayrıca onlardan kurtulmak için uğraşmama gerek kalmadı. Bir - iki hafta daha yaşayabilecekler.”

 

Burada birçok kişinin kaderini değiştirmişti. Yaşaması gerekenler ölmüş, ölmesi gerekenler yaşamıştı. Turp gibi olması beklenen Marc’ın bir kolu yoktu. Askeri kariyeri tam da burada sona ermişti. Tam imha olmasa da, yarısı yok olmuştu.

 

Tap tap tap tap!

 

Toynak sesleriyle at kişnemeleri kulaklarına ulaşacak kadar kuvvetliydi.

 

Alev Taburu gelmişti!







Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 44429 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr