Bölüm 1: Doğuş (I) [Kitap 1 - Büyük Dükün Dönüşü]

avatar
787 14

Hükümdarın Yolu - Bölüm 1: Doğuş (I) [Kitap 1 - Büyük Dükün Dönüşü]



Pat!

 

Göğsüne yediği tekme yüzünden nefesi kesildi.

 

“Puhaf!”

 

Ciğerlerinde sıkışmış nefes patladı.

 

“Seni sersem, kendini topla!”

 

Kaba bir ses kulaklarının dibinde yankılandı. Alışık olduğu nezaket dolu sesten bir hayli uzak bir dildi. Alt kesimlere ait bir dildi; nezaketten uzak!

 

‘Acıyor… Cehennem de miyim?’

 

Carl kendini yerden kaldırdı ve onu tekmeleyen adama baktı.

 

‘Görüşüm… kısıtlı?!

 

Gözleri keskinliğini ve netliğini kaybetmişti.


Sıradan bir görüşe sahipti.

 

“Kime diyorum! Asker, kendini topla ve sıraya geç!”

 

Kaba adam tekrardan bağırdı. Tükürükler Carl’ın yüzüne kadar gelmişti. O anda Carl’ın beyni tam kapasitesinde çalıştı, zihnin de karanlığa gömülmüş anılar tekrardan gün yüzüne çıktı.

 

‘Çavuş Herman… pişmanlıklarım gün yüzüne çıkıyor sanırım.’

 

Öldüğünü biliyordu.

 

‘Ölünce anı denizinde bir seyahate çıkarsın derler… doğru demişler.’

 

Kafasını başka yönlere çevirdi ve tanıdık yüzleri gördü.

 

‘John, Keith, Erik, Gavin, Miguel, Daniel… Hepsi burada.’

 

O anda Herman denen çavuş elindeki sopayı ayağına vurdu. Acı Carl’ın zihnine bir balyoz gibi indi ve onu uyandırdı.

 

‘Ölüler acı çeker mi?’

 

“Kime diyorum! John ve Keith, şu aptalı kaldırın! Aksi takdirde ceza alacaksınız!”

 

‘Ceza demek… Herman aptal bir çavuştu. Egosunu tatmin etmek için sürekli cezalar verirdi.’

 

“Sen ve aptallıkların, Herman ölümüm de bile beni rahat bırakmayacak mısın?”

 

Diğerlerinin yardımını beklemeden kendi başına kalktı.

 

‘Hm?’

 

Ellerine baktı. Buruşmaya başlamış güçlü elleri yerine zarif ve pürüzsüz eller vardı. Üstelik vücudu yaşının ve hastalığının verdiği cansızlık yerine capcanlıydı. Bu beden hiçte ölümün eşiğindeki bir adamın bedenine benzemiyordu.

 

Kafasını onun kadar genç askerlere çevirince geçmişi anımsadı. Ancak fazla zaman geçmeden nefesi kesildi. Çünkü Herman onu tekmelemişti.

 

“Piç herif!”

 

Carl yere düştü ve acıyla kıvrandı.

 

İçgüdüsel olarak hayati bölgeleri kapattı ve sıradaki tekmeyi bekledi.

 

Fakat Herman onu tekmelemedi.

 

“Şu aptalı alın önümden, bir acemi olduğundan onu affediyorum. Ancak tekrarlarsa acımasız olduğum için beni suçlamayın.”

 

Uzun ve ince yapılı Keith geldi ve Carl’ı yerden kaldırdı.

 

“Carl, seni aptal herif. Herman tarafından işaretlendin. Birlikte çok kötü bir üne sahip olduğunu duydum.”

 

Carl gözlerini açtı ve son derece tanıdık olan yüze odaklandı. Yüzünde acı bir gülümseme vardı; ölümünün sorumlusu olan kişi ona yardım ediyordu.

 

‘Gerçi onu suçlayamam.’

 

O anda Keith’in çok genç olduğunu fark etti.

 

‘Neden herkes çok genç.’

 

Eliyle dokundu. Sağ gözünden çenesine uzanan kılıç yarasının eski yerinde olmadığını fark etti. Bu kılıç onun onur madalyasından farksızdı.

 

‘Bir dakika? Ben… ölmedim mi?’

 

Ölmediğini gösteren birçok delil vardı. Ancak mantıklı bir açıklamaya sahip olmayan bu durumu değerlendirmek çok zordu.

 

“Carl sen iyi misin?”

 

Keith endişeli bir tonda ona bakındı. Ancak onu duymadığını ve kafasını başka bir yerde olduğunu görünce sert bir tokat attı.

 

Şak!

 

“Ha?”

 

“İyi misin?”

 

Carl kendine gelince basitçe kafa salladı.

 

‘Yaşıyorum… düşünüyorum ve acı çekiyorum.’

 

Etrafa ve Herman’ın öfkeden kızarmış yüzüne baktı.

 

‘Bu da geçmişe döndüm demek oluyor. Ama nasıl?’

 

Kendini garip hissediyordu. Geçmişe dönmüş olmak ve bunun farkında olmak garip bir histi. Özellikle çektiği acılardan sonra…

 

‘Garip…’

 

“Revire götürmemi ister misin?”

 

Carl kafasını iki yana salladı.

 

‘Herman tarafından işaretlenmem bile bu kadar kötüyken, revire gidersem dikkat çekerim.’

 

Bu da Herman’ın yaptıklarının duyulması demekti.

 

‘Kafayı bana takabilir.’

 

“Emin misin?”

 

“Eminim, bırakabilirsin.”

 

Keith garip bir yüz ifadesi takındı ancak onu rahat bıraktı ve sırasına geri geçti. Herman’da dahil kimse onun garip tavırlarına anlam verememişti.

 

Carl derin bir nefes aldı ve sırasına geçti.

 

‘Önemli olan, hâlâ yaşıyor olmam.’

 

Herman kuru kuru öksürdükten sonra gür sesiyle konuşmaya başladı.

 

“Evet! Alev Taburu’nun 18. Mangasına hoş geldiniz çaylaklar! Ben sizin eğitiminizden ve yönetiminizden sorumlu olan kişi; Çavuş Herman’ım! Bana Çavuş olarak seslenin!”

 

Carl sakin gözlerle onu dinlemeye başladı. Basit bir moral konuşmasının ardından kendi askeri başarılarından ve hedeflerinden bahsetti. Bu süreçte otoritenin kimde olduğunu kanıtlamak için kendisine attığı tekmeleri gösterdi.

 

Birkaç dakikalık sıkıcı konuşmanın ardından on üç kişiden oluşan mangayı eğitmeye başladı.

 

Çantalarla yapılan tempolu koşudan sonra ellerine mızrakları aldılar.

 

‘Soğuk ve nostaljik.’

 

Carl demir bıçaklı mızrağın tahta gövdesini sıkarken geçmişi anımsadı.

 

‘Bir takım kaptanı olana kadar bu boktan mızraklarla savaştım. Diğer herkes çok daha sağlam bir mızrağa sahipken.’

 

Bunun sebebi bölük komutanı ile arasında dönen husumetti.

 

‘Sevdiği kadın onu ziyarete gelince bana aşık olmuştu.’

 

Mat siyah saçlar ve kehribar gözler… Aristokrasiye özel zarif ve yakışıklı bir yüze sahipti. Bölük komutanın kaba yüzünün aksine çok daha görülmeye değer bir yüzdü.

 

‘Bir yetim olduğumu bildikleri için rahatlıkla benimle oynayabilirlerdi. Tehlikeli görevler, acımasız eğitimler ve yanlış bilgiler.’

 

Aptal komutanlar onlarca askerin ölümüne sebep olabilirdi. Bölük komutanı da bu komutanlardan birisiydi. Egosuna yenik düşmüş bir adamdı.

 

O anda üzerine gelen mızrağı fark etti.

 

Rahat bir şekilde mızrağın sapını kaldırdı ve mızrağın ucuna hafifçe vurdu. Mızrak en başından beri yanlış yere saldırıyordu sanki.

 

“Ha?”

 

Mızrağın sahibi olan Herman şaşkınlıkla yalpaladı. Carl’ın bu şekilde rahat ve hızlı hareket etmesi; bir acemiden beklenmeyecek cinstendi.

 

Mızrağını geri çekerken ensesine bir şeyin çarptığını hissetti.

 

Pot!

 

Tok bir ses beyninde yankılandı, başının döndüğünü hissetti.

 

“Dengesiz ve temelden yoksun. Çavuş, daha fazla eğitim yapmalısınız.”

 

Ensesine çarpan şeyin mızrak sapı olduğunu anlayınca gözleri kanla doldu. Küçük düşmenin ve aşağılanmanın oluşturduğu iğrenç his, egosunun ezilmesi onu öfkesini harladı.

 

“Alçak!”

 

Herman mızrağını süpürdü.

 

“Yavaş.”

 

Carl mızrağını kaldırdı ve tekrardan mızrağının sapıyla Herman’ın ayağına vurup, denge merkezinin kaymasına neden oldu.

 

Pat!

 

Herman kalçasının üzerine düştü.

 

Otuz yıl boyunca binlerce kez savaşmış ve onlarca büyük savaşta ön saflarda savaşmıştı.

 

Ona on dakika verseler, Herman gibi aptal birinden çok daha güçlü asker yetiştirebilirdi.

 

“Sen! Seni alçak!”

 

Herman sağ bacağını tutarken dişlerini sıktı. Carl gibi bir aceminin ona böyle saldırması, onu böyle mağlup etmesi ve diğerlerinin önünde küçük düşürmesi… askeri kurallara aykırıydı!

 

‘Acıyor.’

 

Carl soyulmuş avuç içlerine bakarken kara kara düşündü. Elleri çok narin ve temizdi. Yıllardır oluşmuş nasırların yerini tertemiz bir cilt almıştı.

 

Buna bir de güçsüz fiziği eklenince durumu ortadaydı.

 

‘Kendimi eğitmem gerekiyor.’

 

O anda Keith ve diğerleri panikle Herman’ı kaldırmak için harekete geçtiler. Durumun verdiği şaşkınlıktan kurtulmuşlardı.

 

“Carl ne yaptığının farkında mısın?”  

 

Keith panikle Herman’ı kaldırdı ve Carl’a baktı. Carl’ın bu durumu en ufak bir şekilde umursamadığını görünce öfkelendi ancak kendisine hakim oldu. Şu anda bir hata yaparsa iş işten geçerdi.

 

“Evet, ne yaptığımın farkındayım. Bir aptala yerini göstermek ve kibrini yenmek.”

 

Keith Carl’ın dediklerini duyunca tekrardan panikledi. Ne olmuştu da bu kadar aptalca davranıyordu? Birdenbire farklı birisine dönüşmüş ve aptalca davranışlar sergiliyordu; ayrıca nasıl bu kadar iyi mızrak kullanıyordu.

 

Carl askeri eğitimi üst sıralarda bitirmiş yetenekli bir mızrak kullanıcısıydı. Kendisi ve mangada bulunan diğer askerlerde dahil hepsi benzer sıralamalardaydılar. Ancak Herman’da boş bir insan değildi. Keith onun bazı başarımlara sahip olduğunu duymuştu.

 

O anda kaslı bir adam panikle eğitim sahasına girdi.

 

Burası 3. Bölüğün eğitim sahasıydı, takımlar ve mangalar sırayla kullanıyordu. Bu yüzden etrafta onlar dışında başka kimse yoktu.

 

“Çavuş Herman! Bölük komutanı tüm takımları topluyor! Harekete geçiyoruz!”

 

Carl adamın sesi duyunca ona döndü.

 

‘Astsubay Harold, Marc’ın yalakası.’

 

Bölük komutanı Marc’ın bu kadar güçlü olmasının bir nedeni de etrafındaki dalkavuklardı. Harold bölüğün en güçlü adamlarından birisiydi.

 

‘Şimdilik onlara karşı çıkmam bana bir şey kazandırmaz. En yakın zaman da üst seviye bir başarım elde edip madalya kazanmalıyım.’

 

“Neler oluyor burada? Çavuş Herman? Neden yerdesin?”

 

“Komutanım şey-“

 

“Bileğini burktuğundan dinlenmek istedi.”

 

Soğuk ve genç bir ses.

 

Harold kafasını Carl’a çevirdi. Gözlerinde garip bir bakış vardı.

 

“Senden yüksek rütbeli birisinin yanında saygılı olmalısın. Aksi takdirde cezai işlem uygulanır. Anladın mı?”

 

“Anladım.”

 

“Güzel, nizami bir sırayla barakaların dışına gelin.”

 

“Anlaşıldı!”

 

Hepsi bir ağızdan gür bir sesle yanıtladı.

 

***

 

Barakaların dışındaki eğitim alanında üç yüz asker toplanmıştı.

 

Komutan yardımcıları orta yaşlı bir adamın yanında ellerini arkadan bağlamış bir şekilde duruyordu. Toplam dört yardımcı vardı. Carl hepsinin yüzünü ve geçmişini hatırlıyordu.

 

Alev birliğinin 3. bölüğünün dört komutan yardımcısı ve komutanı, hepsi işe yaramaz heriflerdi. Carl onların alışkanlıklarını ve geçmişlerini çok iyi bir şekilde biliyordu. Ne kadar işe yaramaz ve boş bir yaşam sürdüklerine, asker değilken neler yaptıklarını ve ne zamana kadar yaşadıklarını.

 

3. bölükte birkaç kişi dışında işe yarayan kimse yoktu.

 

‘Onlarda benim işime yaramaz.’

 

Yaşamı boyunca çok az kişiye güvenmişti.

 

‘Burada kimseye güvenemem, ayrıca hepsi geleceğime çomak sokabilir.’

 

Yakın zamanda girecekleri savaşı anımsadı. Bu savaş çok yakındı ve üstelik yollarının üzerindeydi.

 

‘Hardbane Krallığının keşif birlikleri, sınırı geçip köyleri yakmaya başlamıştır. Yakında 2. Kolordunun askerlerine yakalanacaklar ve bize doğru kaçmaya başlayacaklar. Yaklaşık bir hafta sonra da önümüze gelecekler.’

 

Marc gibi bir aptal onlara karşı gelemeyecekti.

 

‘Çünkü şu ana kadar küçük goblin birliklerine karşı savaşmış bir acemiden ibaret. İnsanların ne kadar acımasız olacaklarından bihaber.’

 

Marc’ın dayısı 3. Kolordu da bir levazım subayıydı.

 

Bu yüzden bölüğü güvenli bölgelerden asla çıkmamıştı. Bu da onun giderek kibirlenmesine ve egosuna yenik düşmesine neden olmuştu. Aslında böyle bir aptalın hâlâ hayatta kalabilmesi bile bir mucizeydi.

 

Tam o anda Marc’ın gür ama rahatsız edici sesi eğitim alanında yankılandı.

 

“Ahem! Bugün burada toplanmamızın nedeni iyi haberler duymuş olmam! Hepiniz biliyor ki Midmoor Kalesinin çevresindeki köylerden birisi olan Tafort köyüne goblinleri yok etmek için gönderilmiştik. Tabur komutanı Ronald’ın bize verdiği emri layıkıyla yerine getirdikten sonra geriye dönmemiz gerekiyordu. Ancak tabur komutanının emri üzerine bazı değişiklikler yapmak zorunda kalacağız...”

 

“Ne? Midmoor kalesine geri dönemeyecek miyiz?”

 

“O bara gitmek ve bir şeyler içmek istiyordum.”

 

Marc ellerini çırptı ve tekrardan dikkati üzerine çekti. Yüzünde ciddi bir ifade vardı. Boğazını temizledi ve tekrardan konuşmaya başladı.  

 

“Hepinizin yetenekli ve cesur askerler olduğunu biliyorum. Ben de gitmek istemezdim ancak kuzey bölgesindeki Nansart ticaret yolunun önemini biliyorsunuz. Bu sefer ki görevimiz Alev Birliği ile buluşup, yolun etrafındaki goblin birliklerini temizlemelerine yardım etmek.”

 

Nansart ticaret yolu krallığın en önemli kervanlarının geçtiği ticaret yoluydu.

 

‘Bu temizlik Çiçek Taşı Kervanı için olsa gerek.’

 

Carl sakin bir şekilde dinlemeye devam etti.

 

“Nansart’ın çevresini büyük miktarda goblin sarmış ve ticaret yolunu rahatsız etmeye devam ediyorlar. Bunu ancak bizim gibi askerler engelleyebilirler. Ayrıca! Bu sefer ki görevde öne çıkan kişiler layıkıyla ödüllendirilecek! Belki Tabur komutanının dikkatini çekebilirsiniz!”

 

‘Öyle bir şey olmayacağı çok açık, seni bencil piç.’

 

Carl konuşmasını bitirene kadar onu dinledi ancak saçmalamaya başlayınca dinlemeyi bıraktı. Birkaç dakikanın ardından Marc konuşmayı kesti ve takım komutanlarına emirler yağdırmaya başladı.

 

Takım komutanları çavuşlar yardımıyla askerlerin toplanmasını sağladı.

 

“Sizi acemi haşereler! Biraz çabuk olun!”

 

Herman üstün bir tavırla askerlerin arasından geçti ve çantalarını yavaş toplayanlara tekme geçirdi.

 

“Aptal asker, daha hızlı ol-“

 

Tam Carl’a kızacaktı ki Carl’ın yıldırım hızında çantasını topladığını fark etti. Üstelik mızrağını da almış ve sıraya geçmişti.

 

‘Eski günleri hatırlatıyor.’

 







Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 44433 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr