30. Bölüm - Bilgi Güçtür

avatar
837 0

Yeryüzünün Hakimi - 30. Bölüm - Bilgi Güçtür




Ağaçların seyrekleştiği bir bölgeye vardıklarında Mertens seslendi, "Burada bir şey var."


Adel, durmalarını işaret ettikten sonra Mertens'in gösterdiği ağacı inceledi. Ağacın üzerinde insan kafası büyüklüğünde bir tür böceğin, zehirli olduğunu bildikleri o oklardan biriyle vurulmuş halde ağaca asılı kaldığını gördüler. Sonunda ipucu bulmaya yaklaştıklarını hisseden Adel, daha dikkatli olmaları için onları kesin şekilde uyardı..


Adel açık gökyüzüne bakarken cebini yokladı. Adel'in eli sürekli olarak cebine gidiyor, cebini yokladığındaysa hiçbir şey bulamayıp neden cebini yokladığını düşünüyordu. Sanki sürekli olarak temasta olduğu bir şey vardı da bilinçsizce bunu arıyordu ama her seferinde boş cebinden elini çıkarırken garip bir şekilde yalnız hissediyordu.


Mertens, Klark, Emila başta olmak üzere en yetenekli ve soğukkanlı olduğunu düşündüğü toplam 11 kişiyi yanına alarak kamptan ayrılmaya hazırlanırken yavru kurt Adel'in peşinden koşturuyordu. Geçen sefer de Adel kuzey ormanına giderken arkasından uzun uzun ulumuştu, bu kez Adel yanında götürmenin kurdun üstün duyuları ile yararlı olabileceğini düşündü. Parmaklarını yavru kurda doğru şıklatıp bekledi, umduğu gibi de yavru kurt coşkulu bir halde ona doğru koşup üzerine zıpladı.

 

Yavru kurdun da ekibe katılmasıyla hazırlıklarını tamamlayan kampın görüp görebileceği en sert grup yola çıkmaya hazırdı. Tam o sırada koşuştururken bağırmaya çalışan yemeğin sesini duydular, Ceyna elinde kocaman bir paketle onlara doğru koşuyordu. "Adeel."


Kamptan çıkmaya birkaç adım kala duran ekibe yetişen Ceyna, "Kalan et parçalarını size hazırladım."

 

Adel, Ceyna'nın elindeki yaprağa sarılıp üzeri sarmaşıkla bağlanmış paketi alıp arkadaki gençlerden birine verdi. "Teşekkürler Cey" derken Ceyna'nın ellerinden tuttu, yanık ellerinin ne durumda olduğunu kontrol ettikten sonra "Kendine dikkat et." diyerek yanındaki grupla beraber uzaklaştı. Birkaç adım sonra ağaçların arasına dalarak gözden kaybolmuşlarken Cey hala el sallıyordu.


Grubun en önünde yürüyen Adel, çamur yüzünden yürürken oldukça zorlanınca bu yürüyüşün yorucu olacağını ve enerjilerini çok çabuk tüketeceğini şimdi kestirebiliyordu. İçinden 'Ceyna'ya tekrar teşekkür etmem gerek.' diye düşünüyordu.


Yakınlardan gelen bir ses duyup ne olduğunu iyice anlayabilmek için kılını kıpırdatmadan beklemeye başladı, bununla beraber diğerleri de çevreyi dinlerken bu sesi işittiler. Ne olduğunu öğrenmek için dikkatlice sesin geldiği yöne doğru ilerlerken Adel, yerdeki insana ait ayak izlerini fark etti. Hemen sonra sonunda sesin kaynağını gördüklerinde oldukça şaşırmışlardı, önlerinde çırılçıplak bir genç kız onlara doğru bakıyordu..


----------------------

 


Yaşadığı akıl almaz olaylar ve ölümden dönmesinden birkaç gün sonra yeniden keşfe çıkmaya karar veren Adel, kendini güvende hissettirecek kadar kaliteli dövüşçülerden oluşan bir grup kurup yola koyuldu. Bu kez kamptan ayrılmadan önce seçtiği keşif üyelerine bazı el işaretlerini sıkı sıkıya öğretmişti, bu ses çıkarmadan haberleşmenin en kolay yoluydu.

 

Geçen seferki gibi grup düzenini en önde 2 kişi, onların arkasında kendi, Adel'in arkasında Klark ve en arkada da 2 kişi olmak üzere grubun görüş kabiliyetini ve güvenliğini garanti edecek şekilde ayarladı.


Adel, ormana girip yürüyüşlerinin başlamasının üzerinden 1-2 dakika bile geçmeden bir ses işitti. Sesin neye benzediğine anlam verememişti, durup dikkatle sesi dinlerken sesi işiten diğer grup üyeleri de ona eşlik ediyordu. Bir süre sese anlam vermeye çalışıp beklediler ama ne olduğunu anlayamadıklarında Adel eliyle onu takip etmelerini işaret etti. Sessiz bir şekilde sesin geldiği yöne doğru Adel'i takip eden grup üyeleri sesin kaynağına vardıklarında gözlerini diktikleri şey karşısında şaşırmışlardı. Karşılarında çırılçıplak dikilen genç bir kız vardı.


Daha dikkatli baktıklarındaysa genç kızın karnından sarılmış şekilde arkasında duran çıplak erkeği de fark edince ne olduğunu anlamışlardı. Genç kızın hafif dalgalı güzel saçlarının yanında esmer tenli pürüzsüz vücudu tamamen ortadaydı, göğsünden bir kaç damla ter akıp göbeğine kadar indi. Onları izleyen onlarca gözü henüz fark etmemişken, Adel'in grubundaki tek kız olan Emila gözünün önünde olanlardan utanıp arkasını dönüp yürümeye başlamıştı ki kuru bir ağaç dalına basıp kırdı.

 

ÇTTT.

 

Çevresinde bulunan grup üyelerinin yanında önlerinde duran çıplak iki gencin de dikkatini çekti. 'Bizi fark ettiler mi?' dercesine dönüp onlara bakan Emila, iki gencin gözlerini üzerlerine diktiğini fark etti.

 

Birkaç saniyelik bakışmaları süresince bile işlerine devam eden gençler karşısında oldukça şaşırmışlardı, onları izleyen onlarca gözün önünde hiç umursamadan sevişmelerine devam ettiler. Kendilerini o kadar kaptırmışlardı ki sanki vahşi iki hayvanın çiftleşmesine benziyordu. Emila ise edepsiz olduklarını düşündüğü bu çiftin yerine kendisinin utanç içinde kızarmasına sinirlenmişti.


Adel seslerin kaynağını gördükten sonra burada araştırılacak bir şey olmadığını anladığında, "Gidiyoruz, düzene girin."

 

Hızlıca standart yürüme düzenine girdiklerinde yollarına devam ederlerken Adel, Klark'ın epey düşünceli olduğunu fark etmişti ama keşifteyken ses çıkarmanın buralardaki yaratıkları çekebileceğinden gereksiz konuşmalardan kaçınmalarını söylemişti.


O sırada ise Klark kendisinin tam bir macera bağımlısı olduğunu kesin olarak anlamış olduğundan bunun üzerinde düşünüyordu. 'Maceralara çıkmak beni korkutuyor, korkunç, vahşi ve acımasız yaratıklarla karşılaşmak hatta onların pençeleri arasında acı içinde can vermek gibi düşünceler içimi titretiyor ama aynı zamanda her biri inanılmaz zevk veriyor. Her yeni gördüğü yaratığı ve detaylarını tanımak, onlarla mücadele etmek ve en önemlisi onları alt edip kanlar içinde yatan canavara yukarıdan bakabilmek. Tabii unutmadan bunlar olurken hayatta olmak da var.'

 

Macera tutkusu olduğunu anladığından beri çok zaman geçmemişti, Adel'in onu keşfe çağırdığında sebepsiz şekilde çok mutlu olmuştu ve bunun üzerine kafa yorarken kendi hakkında yeni bir şeyler öğrenmiş oldu. 

 

Klark başta bunun sıradan bir keşif olacağını düşünse de Adel'in kampı terk etmeden önce muhafızlara tekrardan bir eğitim vermesi ve kamptaki en güçlü dövüşçüleri toplaması onu çılgınca bir şeylerin içine sokacağını düşündürüp kendini heyecanlanmaktan alıkoyamıyordu.


Hala kamptan ayrılalı birkaç dakikadan fazla olmamıştı, ikinci bir çifti daha çıplak şekilde gördüler. Onları gören bu insanlara hiç aldırmadan devam ediyorlardı. Klark Adel'e, "Bu insanlar için de bir kulübe yapman gerekiyor sanırım." derken her zamanki gibi oldukça ciddi görünüyordu.


Adel gülümsedi, "Hadi devam edelim."

 

Biraz sonra karşılarında iki çifti daha görünce, Adel onlara sesini yükseltti. "Napacaksanız güney ormanında yapın ya da buralara kadar açılmayın."

 

Onlara kaşlarını çatmış şekilde bağıran Adel'i görünce hızlıca toparlanıp, hiçbir şey demeden kafalarını eğerek kampa yöneldiler.

 

 

Grup ormanın derinliklerine doğru ilerlerken Adel, ara sıra dönüp Klark'a bir şeyler danışıyordu. Adel, Klark'ın sol kolundaki koca çıyandan çekindiğini görünce gülerek, "Merak etme, o evcil."

 


Klark hala mesafeli yaklaşırken, "Her an yüzüme atlayıp, yapışıp kalacakmış gibi duruyor." diyordu. Koca cüssesiyle hiçbir şeyden korkusu yokmuş gibi görünen bu adam bir ciyandan tırsıyordu.

 

 

Adel keşif için aklında bir rota belirlemişti, bu rotada kuzey ormanının örümceklere ait olan kısmından kesinlikle uzak duracaktı. Örümceklere ait olan kısım ise örümcekler olmasa bile toprağın, ağaçların ve bitkilerin ruhunun çekilmiş gibi olduğu o bölgeyi kastediyordu. Henüz yeşillik alanlarda kalıp canlı bölgeyi keşfetme peşindeydi ve son rotası olarak su yolunun geldiği kaynağı bulmayı planlıyordu.

 

 

Yaşlı adamın dediği doğruysa eğer nehir dediği küçük su yolunun güzergahı çıkışa yani örümceklerin inine gidiyordu. Peki nereden geliyordu ve geldiği yerde neler vardı? Bunu öğrenmek istiyordu. Diğer yönden onlara saldıran, bir diğer değişle buranın yerlilerine dair bir ipucu veya iletişime geçebilme şansı arıyordu.





Mertens'in işaret ettiği ağaca dönüp bakarken gördüğü böcek yüzünden Klark birkaç adım geriye atmıştı.

 

Adel önce çevreyi kısa bir süreliğine izledikten sonra gözünü böcekten ayırmadan dikkatli şekilde ağacın dibine kadar yavaşça girdi. Okun içinden geçip ağaca saplamış olduğu bu böceğin kocaman, tüm sırtını kaplayan siyah bir kabuğu onu koruyordu, gerçi bu oktan koruyamamıştı.


Yeşilimsi yapışkan bir sıvı böcekten oka, oradan da yere doğru akmaktaydı. Böceğin baş kısmınıa baktığında tam olarak ne olduğunu kestiremediği birkaç çift kıskaç ya da ağzı olduğunu gördü ve görmek bile midesini bulandıran bu yaratığa daha fazla bakamayarak yüzünü çevirdi, bu küçük yaratık ona örümcekleri hatırlatıyordu.

 

Oku atanın da buralarda olduğunu varsayan Adel, hem bilinmeyeni keşfetmeye hem de tehlikenin göbeğine atlamaya çok yakın olduklarını biliyordu. Keşif ekibini toparlayıp, okun muhtemel gelmiş olabileceği yöne doğru yola koyuldular.


Yolun daralması ve ağaçların sıklaşmasıyla yere kadar uzanan dev dallar yürümeyi zorlaştırıyordu. Diğer taraftan böceklerle arası iyi olmayan Klark, dalların üzerinde gördüğü bir çok yaratıktan sonra huylanmaya başlamıştı.

 

Adel, "Dallara dikkat edin, küçük olsalar da böcekler zehirli olabilir." dediği sırada geçmek için bir dalı kaldırıp altından yola devam etti. Dal tekrar yere indiğinde arkasından gelen Klark donakalmıştı.


Arkasından gelenlerin durduğunu hissedince Adel, arkasına dönüp ne olduğunu anlamaya çalışıyordu. Klark'ın gerim gerim gerilmiş yüzü ve korkuyla dolu şekilde ağaca dikilmiş gözlerini gördü ama ne olduğu hakkında bir fikri yoktu.


Klark ise 5-10 santimlik mesafedeki ağacın dalında gördüğü küçük bir yaratığın -küçük desek de neredeyse elden büyük bir böğ(sarıkız da deniyor)- ona verdiği korkuyla kaskatı kesilmişti. Sapsarı vücudundan çıkan 8 bacağı üzerinde durduğu dala sıkıca yapışıp bir yay misali olabildiğine gerilmişti.

 

Garip kıskaçlarının yanındaki iki dokunacını Klark'a doğru yükseltmiş olan yaratık kıskaçlarını da açtığında, Klark saldırmak üzere olan bir yaratığın önünde olduğunu net şekilde anlamıştı.

 


 


Duruşundan kesin olarak sıçrayacağını, sıçrayınca etine dişlerini geçireceğini ve hatta zehirlenip Adel gibi ölümle yüzyüze geleceğine kadar birçok şeyi düşenebilen Klark, hala hareketsiz şekilde onun önünde beklediğini ve kaçması gerektiğini idrak etmekten acizdi.

 

Belki de korku buydu..

 

Korku aklının ve kalbinin en ücra köşelerine kadar kolayca ulaşarak içindeki o boşluğu sarmaşık gibi sarıp seni içine hapseden, en güvendiğin, yanında en güvende hissettiğin insanın hemen arkasında olsan da seni bununla tek başına yüzleşmek zorunda bırakan, birkaç saniyede onlarca şey düşünecek kadar beynini hızlandıran ama düşüncelerinin hiçbirini hareketlerine dökemeyecek kadar da sımsıkı sarıp gitmene izin vermeyen bir duygu.

 

Adel ise Klark'ı ilk kez böylesine donacak kadar korktuğunu görmüştü, Klark'ın atan benzi ve yüzünden akan terleri fark ettiğinde onun için ciddi bir şey olduğunu anladı.

 

Klark tüm bu zaman boyunca karşısındaki nispeten büyük sayılan yaratıkla göz temasını hiç kaybetmemişti. Tüm bu zaman boyuysa 5 6 saniyeydi ama ona göre saatler geçmiş gibiydi. Sonunda böcek, bu bekleyişten sıkılıp saldırıya geçeceğini kulak tırmalayan tiz bir sesle haber etti.

 

Yaratığın saldıracağını anlayan Klark'ın gözleri genişçe açıldı, hala düşünceler içinde kıvranıyordu ama bedenini hareket ettirmeyi başaramamışken..


TAKK


Ani bir hareket ve bir tahtanın diğer tahtaya çarpma sesi onu ürkütüp poposunun üzerine düşürdü.

 

Keşif ekibinin tek kadın üyesi Emila duraklayan Klark'ı görüp merakla yanına kadar gelmişti, Klark'ın yüzyüze geldiği yaratığı görünce düşünmeden mızrağını sıkıca kavrayıp böğe sapladı. Mızrağı böceğin narin bedenini delip geçerken sanki küçük birkaç dalı kırarmışcasına kırdığı kemiklerin hafif sesini duydu, hemen ardından da dala çarpan mızrağın tok sesini..

 

Tehlikeden kurtulduklarını düşündükleri anda garip bir koku burunları sızlatmaya başladı. Mızrağını kaldıran Emila, mızrağının uç kısmının yavaştan eridiğini ve bu erimenin yukarıya doğru yavaşça süzüldüğünü görünce elindekini aniden attı. Diğer taraftan böceğin kanı, böğün üzerinde durduğu dala akınca dalı ve yapraklarını hızlıca eritmişti.

 

Emila böceği ezerken sıçrayan bir damla Klark'ın kaşına yapışıp orayı eritmeye başlamıştı bile. Klark için bu anı hayatı boyunca hatırlatacak küçücük bir hediye.

 

Bunu gören Emila üzerindeki kırmızı elbisesinin alt kısmını çekiştidi, yaklaşıp Klark'ın eriyen etine hızlıca sürtmeye başladı. Biraz temizlemiş olsa da yara çoktan belli oluyordu, tabi o an Klark şaşkınlığı ve karmaşık duyguları arasında küçük bir yarayı umursamamıştı.

 

Öyle görünmese de Klark büyük bir tehlike atlattı. Atlattı atlatmasına ama bu ucundan döndüğü olay onun böceklere olan derin korkusunu daha da kamçılayıp, derinlerinde açılan büyük bir yara olmasına sebebiyet verecekti.

 

Emila endişeli bir ses tonuyla, "İyi misin?"

 

Sonunda şaşkınlığını üzerinden biraz olsun atmayı başaran Klark, Emilaya tutunup ayağa kalktı. "Teşekkür- Teşekkür ederim."

 

Olanları izleyen Adel, neredeyse korkusuz olduğunu düşündüğü Klark'ın böcek fobisi olduğunu öğrenmişti. Kafasında yer eden Klark için çok garip bir durumdu ama onu küçümsemiyor ya da bunu aptalca bulmuyordu çünkü her insanın kalbinin derinlerinde onu düşünmekten alıkoyacak kadar korkutup titreten küçük bile olsa bir şeyler olduğunu en iyi kendisi biliyordu.

 

Adel şaşkın halde etrafa bakan Klark'a yaklaşıp, "İyi misin Klark? Devam edebilecek misin?"

 

- İyiyim.. Sanırım.

 

Adel belinde asılı duran baltayı çıkarıp, yolu tıkamakta olan dala vurmaya başladı. Üzerinde asitli kan olduğundan arkadan gelenlerin yaralanmasına engel olmaya çalışıyordu. Sol eliyle dalın bir tarafını tutarken kasları kasıldıkça koluna sıkıca yapışmış olan çiyanın sert bacaklarını hissedip ürpertiler içerisinde kalıyordu.

 

Sonunda dalı kestiğinde bir kenara fırlattı, "Devam ediyoruz."

 

Yol boyunca Klark'ın daha yakınına girdiğini gören Adel, rahatlatmak için onunla konuşmaya çalışıyordu. "Buradan çıkınca ne yapmak istiyorsun Klark?"

 

Aniden gelen bu soruyla şaşıran Klark, "Bunu hiç düşünmedim" dedikten sonra kısa bir süre uzaklara daldı. Gerçekten bu koşuşturma, beklenmedik olaylar ve endişeler silsilesi arasında aklının ucundan bile geçmemişti.

 

Sadece onun da değil geride kalan 640 insanın da aklından buradan çıktıktan sonra ne yapacaklarına dair en ufak bir düşünce geçmemişti, nasıl geçsin ki daha yaşam ve ölümleri incecik bir ipin ucuna bağlıyken, çıkıp çıkamayacaklarına olan inançları bile sorgulanabilirken uzak hayaller..

 

Kısa bir düşünme molasından sonra Klark, "Eğer gerçekten medeniyet varsa, kendime sağlam, yepyeni bir zırh ve güzel bir silah alıp canavarların arasına geri dönerim."

 

Adel, Klark'ın bunları söylerken heyecanla parlayan gözlerini görünce kendi içinde de yanan macera tutkusu ve tam manada bir yoldaş edinmenin verdiği mutlulukla gözleri parladı. "Hahahah. Bu kadar aksiyondan sıkılıp, köyün birinde sessiz bir hayat sürmek isteyeceğini düşünmüştüm."

 

Klark da Adel'in gözünde gördüğü heyecanlı bakışla onun da kendisi gibi hissettiğini anlamıştı. "Peki sen ne yapmak istiyorsun Adel?"

 

- Ben.. Açıkçası bilmiyorum, rahat ve sessiz bir şekilde huzur içinde yaşayıp gitmek, belki evlenip çocuklara karışmak kulağa hoş geliyor. Aynı zamanda tehlikeyi ensende hissetmenin de zevki çok cazip ama o karar anına kadar gerçekten bilmiyorum.

 

Adel bu konuşmayla yapmak istediğini başarıp, Klark'ın kafasını korkusundan ve yaşadığı olaydan uzaklaştırabilmişti. Bonusu olarak da maceralarına katılacak bir yoldaş kazanmış oldu.

 

Bir süre süren boş konuşmalardan sonra sonunda su kaynağının yolu kestiği noktaya ulaşan ekip, karşı tarafa geçip suyun geldiği yöne doğru yol boyu yürümeye başladılar. Bu noktadan sonra tehlikeli olacağını biri uyarmadan da anlayacak kadar içgüdüye sahip bu insanlar sessiz şekilde birkaç saat daha yürüdükten sonra ekibin yorulduğunu düşünen Adel, durmalarını işaret etti.

 

Adel, su yolunun 10 metre kadar sağında küçük bir alanı koruyan sık ağaçları görmüştü. Dışarıdan gelecek saldırılardan korunmak için daha iyi bir yer bulamayacaklarını düşünüp orada dinlenmeye karar verdi. 

Yeni düşmanla tanışmadan önceki son dinlenecekleri yer burasıydı..

  

21. BÖLÜM SONU

 

-----------------------------------------------------------------------------------

 



Adel, su yolunun 10 metre kadar sağında küçük bir alanı koruyan sık ağaçları görmüştü. Dışarıdan gelecek saldırılardan korunmak için daha iyi bir yer bulamayacaklarını düşünüp orada dinlenmeye karar verdi. 
Yeni düşmanla tanışmadan önceki son dinlenecekleri yer burasıydı..

 

-------------------------

 


Büyük bir oda kadar geniş olan etrafı ağaçlarla çevrili bu alana 12 keşif üyesi sığabildi. Gelişigüzel oturup sırtını bir ağaca dayayan Adel, oturduğunda sızlayan bacaklarındaki yorgunluğu daha güçlü hissediyordu.

 

Yorgunluğunun verdiği halsizliği üzerinden yavaş yavaş atarken bu histen oldukça hoşlanmıştı. Kafasını kaldırıp gökyüzüne baktığında çevrelerini saran devasa ağaçların çember şeklinde yükseldiğini, ortadaki açıklıktan da masmavi gökyüzünün güzelliğini görünce uzunca bir süre burada kalıp bu güzel manzarayı izlemek istiyordu.

 

Adel dışında diğer keşif üyeleri de saatlerce yürümenin verdiği yorgunluklukla hemen diplerindeki dev ağacların sağlam ve güvenli gövdelerine kendilerini bıraktılar.

 

Adel o arada birkaç kez cebini yoklamıştı, cebindeki sıçandan çıkan iki parlak taşın hala orada olduğundan emin olmak istiyordu. Bu iki taş beklenmedik durumların oluşma ihtimaline karşı buradaki iki insanın hayatını kurtarabilirdi, cebinde olduklarından emin olduğunda içi rahatlamıştı.

 

Gökyüzünün güzelliğini seyrederken Adel'in yüzü asıldı. Bunu fark eden Klark, "Berrin'i mi düşünüyorsun?" 


- Evet, iyi olup olmadığını merak ediyorum.

 

Konuşmaya dalan Emila, "Eminim iyidir,  endişelenme Adel."

 

İç çeken Adel, "Düşünmenin bir faydası yok, buradan çıkıp onu bulmadan bunu bilemeyeceğim."

 

Yanında getirdiği kampın en iyi dövüşçüleri kendi aralarında hoş bir sohbet çevirirken Adel onları dinlemekteydi. Yorgun olmalarına rağmen sohbet ederken oldukça neşeli bir ruh halindeydiler, onları izleyen Adel yavru kurdun burada olmadığını fark etti.


Adel aniden yerinden fırlayınca, neşeli hallerinin altında dikkatli ve ürkek hallerini gizleyen keşif üyeleri yaşam belirtileri vermeyi kesti bunun nedeni keşif ekibinin lideri olan Adel onları kesin şekilde uyarıp sürekli diken üzerinde kalmalarını istemişti.

 

Çevreyi dikkatli gözlerle tarayan Adel, "Kurdu gördünüz mü?"

 

Herkes çevreyi süzerken Mertens konuştu, "Su yolundaydı biraz önce."

 

Adel ağaçların arasından sıyrılıp su yolunu görüş açısına aldı, yavru kurt gerçekten de su yolunun kenarında susuzluğunu gidermekteydi. Adel onu bir süre izledikten sonra bağırdı, "HEY."

 

Yükselen sesle irkilen yavru kurt kulaklarını dikip hızlıca arkasına baktı, Adel'in olduğunu görünce kısa bir süreliğine öylece durdu. Adel yüzündeki sert ve kızgın ifadeyle bağırmaya devam etti, "Buraya gel çabuk."

 

Hızlı şekilde Adel'in yanına kadar koşan yavru kurt, yanına geldiğinde kafasını mahçup bir şekilde yere eğdi.

 

Olanları arkaplandan izleyen gençler şaşkın ifadeleriyle, "Vaay, ne dediğini anlıyor mu?"


Adel, "Ne dediğimi anlayıp anlamadığından emin değilim ama dediklerimi yapıyor sanırım. Daha önce kontrol etme şansı bulamadım, bana daha çok hissediyormuş gibi geliyor."

 

Gençlerden biri yanındaki arkadaşına dönerek, "Hahah çağırınca geliyor, senden daha zeki bu hayvan."

 

- Hey bu mızrağı görüyor musun şerefsiz?

 

İki arkadaşın atışmaları grupta kahkalara neden olmuştu.

 

Yavaş yavaş dinlendikleri alana dönerken, keşif grubunun yüzündeki tebessümler ufak bir sesle yerini tedirginliğe bırakmıştı.

 

ÇTTT.

 

Herkes birbirine kaçamak kısa bir bakış attı, bakışları tedirginliklerini ve orada neyin olduğunu merak ettiklerini açıkca yansıtıyordu. Su yolunun tam tersinde, ormanın iç tarafına doğru olan yönden gelen sesin ne olduğunu düşünüyorlardı.

 

Adel elini kaldırıp sessiz olmalarını işaret etmesinin ardından ağaçlara doğru gitmelerini işaret etti. Hafifçe eğilerek sessiz ve sinsi bir şekilde ağaçların dibine ulaştıklarında Adel ağacın arkasından sesin geldiği alana ufak bir bakış attı.

 

Dar bir görüş açısından bir şey göremeyince ağacı geçip dışarıya adım attığı gibi yerinde kalakaldı. Karşısında dikilen yaratığı daha önce hiç görmemişti.

 

Adel'in omuzlarına kadar ulaşabilecek boyuyla insan gibi iki ayak üzerinde dikiliyordu, bu yüzden bu şeyin canavar olup olmadığına hemen karar veremeyen Adel bir iki saniyeliğine tereddütte kalmıştı.

 

Adel gibi onun da gözleri fal taşı gibi sonuna kadar açılmıştı, ikisi de oldukça şaşkın görünüyordu. Canavarın gözlerini öylece açıp Adel'i izlemesi oldukça ürkütücüydü.

 


Yaratığın üzerinde kıyafet benzeri şeyler vücudunun bacaklarından göğsüne kadar olan alanı kapatıyordu.

 


Dikkatli bakınca boğuk yeşil ten rengi, zayıf ama oldukça vahşi görünen bedeni, uzun sivri kulakları, yine uzun çirkin burnu hiç tanıdık gelmiyordu. Bunun yanında çirkin ve sert bakışı sanki onu delecek gibiydi, sivri şekilsiz ve iğrenç dişleri ağzından dışarıya taşıyordu.

 

Hrrr..

 

Birkaç saniye düşmanını süzdükten sonra yeşil tenli yaratık elini beline götürüp harap haldeki bir hançeri çekip aldı, Adel hırlamalara benzer sesler çıkaran yaratığın saldırgan bir tavır aldığını anladığı gibi elindeki mızrağı sıkıca kavrayıp bekledi.

 

Adel'in yerinden çıktığını gören diğer ekip üyeleri de onu takip ettiler, onlar da aynı şeyle karşılaşınca oldukları yere sabitlenip kaldılar.

 

Adel'in tek başına olduğunu düşünüp kısa hançerine davranan yaratık, diğerlerinin de Adel'e katılarak kalabalık olduklarını görünce herhangi bir tepki vermedi. Keşif ekibi henüz ne yapacağına karar verememiş olacağından olmalı kısa bir süre tepki vermeyip karşılıklı birbirlerini izlediler.

 

Bu karşılıklı süzme sırasında zaman sanki durmuş gibiydi, kimse ufacık hareket etmiyor ve de tepki vermiyordu.

 

Hafif bir rüzgar esip ağaçların birinden koca bir yaprağı koparıp savurdu, kopan yaprak yere doğru düşerken sağa sola savruluyordu. Önlerinde savrulan yaprak her birinin dikkatleri çekmişti, yere düştüğü gibi yeşil çirkin yaratık arkasını dönüp var gücüyle koşmaya başladı 

 

Nispeten açıklık olan bu sığ alan, biraz ileride sıklaşan ağaçlarla bitiyordu. Yaratığın amacı da şüphesiz ağaçların arasına dalıp gözden kaybolmaktı.

 

O sırada arkalarından gelen yavru kurt da kaçan yaratığı görünce, küçük bedenine bakmadan peşinden koşmaya başladı. Keşif ekibi yaratığın aniden kaçmasıyla hareketsizlik uykularından sonunda uyanabildiler ama bu yaratık yakalamak için fazla hızlıydı ve çoktan belli bir mesafeyi katetmişti.

 

Adel küçük bir kumar oynamaya karar verdi, mızrağını sıkıca tutup iyice gerildi ve kaçan yaratığa doğru sertçe fırlattı.

 

Vıztt..

 

Adel'in fırlattığı mızrağı adeta yaydan çıkan bir ok gibi fırlayıp gitmişti, Adel bile bu kadar güçlü fırlayacağını beklemiyordu lakin çılgın gibi koşuşturan yeşil yaratık isabet etmesini zorlaştırıyordu.

 

Mızrak yaratığın sağ kolunun içinden geçip, kolu tamamen parçalasa da yaratığı durdurmaya yetmemişti. Yaratık kolunun parçalanmasıyla canının yandığının göstergesi olan güçlü bir çığlık atıp, can havliyle daha da hızlandı.

 

Sağ elinde tuttuğu eski hançer de kolunun yarısıyla yere düştü, keşif üyeleri mızrağın ıskalamasıyla yaratığın çoktan kaçtığını düşündüler.

 

"Tekraar" diyerek sesini yükseltti Emila, kendi elinde tuttuğu mızrağı hızlıca Adel'in ellerine tutuşturdu.

 

Neredeyse görüş açısının dışına çıkacak olan yaratığı görünce Adel de kaçtığını düşünmüştü, Emila'nın teşviğiyle tekrar denemek için derin bir nefes aldı ve önceki atıştan daha sert bir atış yaptı..

 

Vıztt..

 

Hızla gözden kaybolan mızrağın ardından kaçan goblin de ağaçların arasından gözden kayboldu.

 


"Lanet, çok yakındı." , "Kaçabildi mi şimdİ?" gibi sesler yükselirken Emila, "Mızrak vurdu, gördüm onu.."

 

Mızrağın vurduğunu duyunca Adel ve ekip hızlıca mızrağın gittiği yöne koşmaya başladılar. Adel, "Klark" dedi yaratığın düşürdüğü hançeri işaret ederek. 

 


Diğerleri yaratığa doğru koşarken Klark hançeri yerden alıp, hızlıca önündekilere yetişti. Adel de önce fırlattığı mızrağını saplandığı toprak zeminden söküp yoluna devam etti. Görüşlerini kapatan sıklaşan ağaçları geçtiğinde yaratığı görebildiler.

 

Gençlerden biri "O kadar uzaktan nasıl vurabildi?" şaşkınlıkla konuştu.

 

Mızrak sırtından girip, yaratığı alıp bir ağacın gövdesine zımbalayacak kadar güçlüydü. Ayakları yerden kesilen yaratık ağacın gövdesinde asılı duruyordu, yanına vardıklarında yaratıktan mora yakın koyu bir sıvı akıyordu. Yavru kurtsa arka bacakları üzerine dikilmiş, hırlayarak yaratığın bacaklarını ısırıyordu.

 

Temkinli olmak için gençlerden biri mızrağıyla yaratığı dürttü, dürtülen yeşil yaratık kısık bir sesle hırladı. Herkes onu incelerken biraz sonra başı boşluğa düştü, öldüğünü anlamışlardı.

 

Keşif ekibindekilerden, "Onu öldürmeli miydik cidden?"

 

Bir başkası, "Ya onlardan daha fazla varsa? Bunu gördüklerinde artık düşman olacağız."

 

Adel, "Evet, biliyorum ama karar vermem gerekti ve bir kumar oynadım. Daha fazlası varsa, bu yaratığın gidip onlara burada olduğumuzu haber vermesine izin veremem."

 

Ekledi, "Düşman olacak olsak bile hala baskın avantajı bizim elimizde."

 

Bu sırada Adel ve Klark'ın dikkatini yere düşerek yuvarlanmakta olan bir taş çekmişti. Bu Adel'in diğer yaratıklardan da çıktığını gördüğü açık mavi taştı. Klark ise ne olduğunu bilmese de Adel hala baygınken onun elinde, örümcek mağarasının girişinde ve geçen günkü av sırasında bu taşları birkaç kez görmüştü hatta elinde bir tanesini bile bulunduruyordu.

 

Adel eğilip yerden aldığı bu parlak taşı alıp Klark'ın ellerine bıraktı, "Bunu al cebine at, daha sonra lazım olabilir."

 

Klark herhangi bir soru sormadan onu alıp cebindeki diğer parlak taşın yanına koydu.

 

Adel'in diğerleriyle olan konuşmaları devam ederken Klark bu yeni tanıştıkları yaratığın vücudunu inceliyordu, Adel'e seslendi. "Hey Adel."

 

- Noldu?

 

+ Bu yaratığın üzerindeki kıyafete benzemiyor.

 

Adel yaratığın cesedinin yanına sokulup üzerindekiler kurcaladı, üzerindeki kıyafete benzese de biraz sertti. Ardından yaratığı ağaca asılı tutan mızrağı çekip çıkardı. Yere düşen cesetten kıyafeti çıkarırken yaratığın 4 ayak parmağı olduğunu fark etmişti, "Bu zırha benziyor, deri bir zırh olmalı."

 

Emila, "Deri zırh ne işe yarar ki?"

 

Adel, "Çok güçlü olmasa da hafif silahlardan koruyabilir, tekrar karşımıza çıkarlarsa zırhı olmayan bölgelerini hedefleyin. Bu yaratıkların zırhları ve silahları var, belli ki savaşmaya alışkın yaratıklar. Dikkatli olun." dedikten sonra yaratığı delip geçen mor kanla kaplanmış mızrağı Emila'ya verdi.

 

Emila kana bulanmış mızrağını sertçe sallayıp üzerindeki kanın bir kısmını yere serpti.

 

Adel, "Mızrağı su yolunda yıkayıp gelin, kan kokusu yaratıkları çekebilir. 2 dakikaya ayrılacağız." demesiyle Emila, bir keşif üyesiyle beraber su yoluna kadar gitti.

 

O sırada gençlerden kemikli belirgin yüzlü ve beyaz saçlı olan sesini yükseltti, "Ah hatırladım."

 

Çevresindeki keşif üyeleri meraklı gözlerle ona döndüler, "Neyi?"

 

- Adımı hatırladım, hiç hatırlayamayacağımdan korkuyordum. Bana Ramsey deyin.

 

Ramsey şimdiye kadar gerekmedikçe konuşmamış, ciddiyetini Klark kadar sıkı sıkıya koruyan biriydi. Klark'ın aksine yüzünde ciddiyetten çok agresif hatta sinirli denebilecek bir ifadeyle gezerdi. Onun da güldüğü nadir anlardan biri buydu, ismini hatırladığına mutlu olduğu çok açıktı.

 


Diğer üyeler de yüzlerinde bir tebessümle onun mutluluğunu paylaşıyorlardı, "Sinirli olan ramseydi demek."

 

Adel, "Sevindim, isimsiz insanlara seslenmek tam bir eziyet. Diğerleriniz de en kısa zamanda hatırlar umarım." derken yüzünde hafif bir gülümseme vardı.

 

İsmini henüz hatırlayamayanlar Ramsey'e sorular sormaktaydı. "Nasıl siz hatırlıyorsunuz da biz hatırlayamıyoruz? Başka bir şey hatırlıyor musun Ramsey?"

 

O sırada alana geri gelen Emila, "Ramsey kim?"

 

Gençler gülerek "Sinirli olan" diye yanıtladı.

 

Ramsey, "Ben sinirli değilim." diyerek kendini savunurken kaşlarını çatıp oldukça sinirli görününce çevresindekiler gülmeye başladı.

 

Adel, "Sohbetinize sonra devam edersiniz, şimdi şu yaratığın nerden geldiğini bulalım. Dağılıp 4 parmağı olan ayak izleri arayın, fazla açılmayın."

 

Keşif üyeleri yaratığın nereden geldiğini anlamak için ayak izleri ararken Klark, Adel'e "Bu yaratıktan düşen hançer, bunu napalım?"

 

Adel, "Sende kalsın."

..

 

Konuşmanın bitimiyle gençlerin biri diğer taraftan koşarak gelir, "Buldum onu."

 

Ayak izlerini kontrol eden Adel, gerçekten o yaratığın ayaklarıyla örtüştüğünü görünce yaratığın geldiği yöne emin oldu, "Dizilime geçin, ayrılıyoruz."

 

Adel saldırıya herkesin birden hedef olmaması için yeni bir dizilime geçmişti, ayrıca görüş alanlarını arttırması gibi bir avantajı da vardı.

 

 


I                                   I                                    I
              I          I         I       I        I       I    
I                                   I                                    I

 

 

 

Bir süre yürüdükten sonra Ramsey ağzındaki baklayı çıkarmıştı, " Ya daha fazlası varsa?"

 


Adel yüzünde sert ve kararlı bir ifadeyle, iki kez oklarla saldırıya uğradıklarını kastederek "Onlar bizi öldürmeden biz onları öldüreceğiz, bize ilk saldıran onlardı. En ufak tereddüt etmeyin.".

 

 

22. BÖLÜM SONU

 

-----------------------------------------------------------------------------------

 










 

Keşif ekibi öldürdükleri yeşi çirkin yaratığın ayak izlerini bulduklarında, bu yaratığın geldiği yönden emin olmuşlardı. Ayak izlerini takip ederek daha fazla bilgiye ulaşmayı hedefleyen keşif ekibi yola koyuldu.

 

--------------- 

 

Adel umut ettiği gibi buradaki insanların yeni düşmanlarını keşfetmişti, amacına ulaşmış olsa da bunu henüz yeterli görmüyordu. Dahası kamptaki en iyi 12 savaşçıyı bir araya topladıktan sonra bu kadarcık bir amaçla yetinmesi mümkün görünmüyordu.

 

 
Keşif ekibine sadece keşif yapmak için ayrıldıklarını söyse de şu anda Adel'in kafasında geri dönmeye ikna edecek iki olasılık vardı; ilki bu ormandan çıkabilecekleri, örümcek mağarasının tersine güvenli bir yol bulmak. İkincisi ise yeni düşmanları hakkında soru işareti bırakmayacak kadar yeterli bilgi sahibi olmaktı.

 

 

Adel'in sevindirici haberler alacağına şimdi daha büyük bir umudu vardı, öldürdükleri yaratığın ayak izleri keşif ekibini cevapları bulabileceği bir yere götürüyordu. Düşünürken kaşlarını çatmıştı, 'Umarım tek başına gezen avere bir yaratık değildi.. Hayır bu zırh ve silahı tek başına elde etmesi mümkün değil, öyle olmalı? Daha büyük bir topluluğun parçası olduğuna eminim şimdi.'

 


Bir süre ormanın içine doğru ayak izlerini takip eden ekipten Klark, üzerinde dönmekte olan koca bir uçan böcekle başı beladaydı. Sonunda o kadar rahatsız etti ki grubun ilerleyişini bozmuştu, zehirli olabileceğinden verdiği rahatsızlık daha da artıyordu.

 

 

Klark elindeki sopayı savurup kovmaya çalıştıkça dönüp geri gelen böceğe, sonunda beline sıkıştırdığı yaratığın eskimiş hançerini savurdu. Savurduğu gibi de ikiye bölünen böcek küçük bir vızıltıyla yere düştü. Hemen ardından arkalardan koşarak gelen yavru kurt yerdeki böceği kapıp yedi.

 

Ekibin kalanıysa garip hareketler yapan Klark'ı izleyip sessizce gülüyordu. Sonunda Klark'ın böceği defettiğini gören gençlerden biri yüzündeki alaycı gülüşle ona sataştı, "Tebrikler, bu büyük savaşı kazandın."

 

 

Klark dönüp onunla dalga geçen gence sert bir bakış attı. Genç kendinden daha heybetli olan cüssesiyle korkutucu bir ifade takınan Klark'ı görünce neye uğradığına şaşırmıştı, gencin yüzündeki gülümseme yavaşça kaybolup yerini şaşkınlığa bıraktı. Klark'ın Adel ile konuşurken normaldeki sertliğini kaybettiğini gördüklerinde, o sert insanın gittiğini düşünmeye başlamışlardı ama Klark'ın tepkisi durumun öyle olmadığını diğerlerine de hatırlattı.

 

 

Klark gence gözdağı verdikten sonra önüne dönüp yürümeye başladığında herkesin durduğunu fark etti, hemen sonra da Adel'in ona sert ve kızgın bir bakış attığını gördü. Adel yumruğunu sıkıp havaya kaldırmış halde ona bakıyordu. Dikkatini dağıttığı için kızgın olduğu her halinden belliydi.

 

 


Bunun hemen öncesinde keşif grubunun en uç kısmındaki ikili bir şey görmüşlerdi. Anında oldukları yerde eğildikten sonra, önce şaşkın ifadeleriyle birbirlerinin yüzüne baktılar ardından Adel'e dönüp sol elleriyle, sağ ellerinin bileğini işaret ettiler. Bu keşiften önce Adel'in öğrettiği işaretlerden biriydi, bunun anlamı düşmandı.

 

 

Düşmanı bulduklarını öğrenen Adel derin bir nefes alıp geri verdikten sonra hemen yumruğunu sıkıp havaya kaldırmıştı. Bununla herkesin olduğu yerde kalmasını işaret ediyordu ama tam bu sırada arkadaki sesi duydu, ekipteki gençle Klark arasında geçiyordu. Dönüp baktığında Klark'ın dikkatini dağıtıp işaretini bile görmediğini fark etti, tam da böyle bir anda dikkatini dağıttığından oldukça sinirliydi.

 

 

Adel, Klark'ın onu gördüğünü anladığında tekrar önüne dönüp işaret vermeye devam etti. Önce işaret ve orta parmağıyla ilerisini gösterdi ardından yumruğunu sıkıp elini geri açtı. Bunun anlamı sırasıyla öne doğru ilerleyin ve dağılın demekti, herkes bunu anladığında eğilerek yavaşça ileriye doğru dağıldılar. 

 

Sonunda sık ağaçlarla bezeli ormanın sonuna geldiklerinde, onları gizleyen son çalıların arkasında durdular. Adel'in umduğu gibi öldürdükleri yaratığın ayak izleri, onları canavar topluluğuna ulaştırmıştı. Ormanın bitimiyle önlerinde koca bir açıklık, açıklığın biraz ilerisinde de küçük bir dağ bulunuyordu. Dağ desek de önlerinde sanki bir uçurum edasıyla dimdik yükseliyordu.

 


Dağın dibinde ise çok da büyük olmayan, girişi kayadan oluşan bir mağara görünüyordu. Mağaranın girişindeyse bir kazığın üzerine geçirilmiş kuru kafa duruyor, hemen yanında da o öldürdükleri yeşil yaratığın türdeşlerinden 3 tanesi birbirleriyle konuşuyordu. Diğeri gibi bu yaratıkların da üzerinde hafif deri zırhları ve ellerinde dikenli olduğu belli olan sopaları vardı.

 

 
Adel düşünüyordu, 'Buradan saldırmaya kalksak biz henüz onlara ulaşamadan fark ederler, mağaranın içinde daha fazlası varsa tehlikede olabiliriz. Mızrağımı fırlatsam bir tanesini vurabilirim, bu da işe yaramaz.'

  

Adel düşünceler içinde plan kurmaya odaklanırken, dağılıp çalılara saklanan ekipten birinin kısacık öksürüğünü duydu. Genç, eliyle ağzını kapatmaya çalışırken ekiptekilerin her birinin gözleri genişçe açıldı, çoktan fark edildiklerini düşünüp Adel'den gelecek talimat için ona gözlerini dikmişlerdi.

 

 

Adel, aniden gelişen bu olay yüzünden plan yapma şansını elinden kaçırmıştı. Önce mağaranın girişindeki yaratıkları kontrol etmek için başını uzattı. Yaratıkların biri elindeki geniş sopayla yolu çoktan yarılamıştı bile, diğer ikisi de dikkatli şekilde çalıları kontrol etmek için gelen yaratığı izliyordu.

  

"Çıhh" , 'Hepsi gelmiş olsaydı kolayca öldürürdük, galiba düşündüğümden daha zekiler.'

 

Adel zamanında geri çekilemeyeceklerini fark ettiğinde, ondan talimat bekleyen birçok insan ve hızla atan kalbi eşliğinde fikirler üretmeye çalışıyordu. Elini kaldırıp yumruğunu sıktı, kimsenin hareket edip ses çıkarmasını istemiyordu. Ayrıca sadece kontrol etmek için geliyor olabilirlerdi, başka türlü olsaydı çoktan destek istemiş olacaklarını düşünüyordu Adel.

 

 
Yaratık tam çalıların önünde durduğunda keşif ekibinin gözü hala Adel'in üzerindeydi. Adel, yaratığın geldiği çalının nispeten uzağında onu net şekilde görebiliyordu, yaratığın önündeki çalıda da öksürüp buna sebep olan genç kafasını eğip Adel'e bakıyordu.

 

 
Yüzünü ekşiten Adel bu durumdan çıkacak bir plan bulamayınca düşünmeyi bırakıp sol koluna yapışıp kalan çiyanı aniden çekip çıkardı, sıkıca yapışan çiyanın onlarca bacağı Adel'in sol kolunun derisini boydan boya yüzmüştü.

Adel'in sol kolundaki onlarca çizik derinin neredeyse yarısını alıp götürmüştü, yaralardan akan bol kan parmak uçlarına kadar gelip yere damlıyordu.  Adel'in acısı ve bağırmamak için kendini zorladığı yüzünden net şekilde anlaşılıyordu, çiyanı duraksamadan yeşil çirkin yaratığın üzerine fırlattı.

  


Çiyanın bedeni yeşil çirkin yaratığın koluna düştüğünde şaşıran yaratık, böylesine büyük bir çiyan görünce küçük bir çığlıkla geriye doğru zıpladı.

 


KIH KIH KIHH..

 

Yere düşen çiyanın ölü olduğunu anladığında arkada mağara girişinde bekleyen diğer ikisi gülmeye başladı. Buna sinirlenen canavar, elindeki sopasıyla yerdeki çıyanı alıp diğer ikisinin üzerine fırlatınca kaçışmaya başladılar.

 

Adel dikkatleri dağılan canavarları görünce bunun çok iyi bir fırsat olduğunu düşündü, Adel hala gözü üzerinde olan gence mızrağıyla saldırıp yaratığı bu tarafa çekmesini işaret etti. Kafasını hafifçe uzatan genç önünde durmakta olan yaratığı gördü, derin bir nefesle yerinden fırlayıp mızrağı yaratığın sırtından soktuğu gibi mızrağı kaldırıp çalıların bu tarafına çekti. İnsan omzuna kadar ulaşan boyları olsa da oldukça zayıf olan bu yaratığı kaldırmak çok da zorlamamıştı.

 

-Hı-


Canavar ses çıkarmaya bile fırsat bulamamıştı.

 

Bunu gören Klark yerinden fırlayıp yaratığın ağzını eliyle kapatmasıyla bir, yanındaki hançeri canavarın boğazına dayayıp kesti. Yaratık kendi kanında boğulurken ses çıkarmaması için bir süre elini çekmedi. Yeşil canavarın kanı, boynundaki kesikten oluk oluk boşalırken Klark'ın yüzü tamamen mor kana bulanmıştı. Neyse ki tüm bu zaman boyunca yavru kurt ses çıkarmamış, adeta avını izleyen bir avcı gibi sessizce olanları izliyordu.

 

 
Mağara girişinde dikkatleri dağılan iki yaratık, diğerinin olmadığını çok geçmeden fark ettiler. Fark ettikleri gibi de dikkatlerini toplayıp çevreyi süzmeye başladılar, diğerinden biraz daha uzun olan yanındakine döndü.

 

- Gi-gaah..

 

Anlamsız sözlerinden sonra onun poposuna attığı tekmeyle ileriye yolladı. Tekme yiyen yeşil yaratık ürkek ve küçük adımlarla ileriye doğru yürümeye başladı, henüz yolu yaralamışken birden durup havayı solumaya başladı. Hemen ardından gözleri genişçe açıldı ve arkasına dönmesiyle ince ve cırtlak sesiyle bağırmaya başladı.

  

- Gi Giii 

 

Herkes yanlış bir şeylerin olduğunu sezmişti ama fark edilip edilmediklerinden emin olamıyorlardı. Adel de bu beklenmedik tepki karşısında şaşırmıştı, ne olduğunu anlayabilmek için hemen mağaranın girişindeki yaratığa baktı. Yaratık ise çoktan mağaranın girişinden içeriye doğru koşuyordu, elindeki mızrağı kaldırdı ama yetişmek için çok geç olduğunu anladığında vazgeçti. 'Laneet, fark edildik.'

 


Yapacak fazla bir şey kalmadığını anlar anlamaz Adel ayağa fırladı, "Öldürün şunu."

 


Adel'in bağırmasının ardından, kontrol için gelen yaratık karşısında neyin olduğunu anladığı gibi dönüp koşmaya hazırlandı. Tam o anda yerinden ok gibi fırlayan Emila, yaratığın sırtına mızrağı saplamıştı bile. Adel gibi yaratığın da şaşkınlığı yüzünden okunuyordu.. Ayrıca acısı.

 

-Gii..

 

  

Henüz ölmeyen yaratığın boynuna, arkadan gelen Ramsey de mızrağını geçirdiğinde yaratığın işi bitmişti. Adel önünde duran insanları işaret ederek, yüzündeki sert ifadeyle konuştu. "Siz dördünüz, hemen mağaranın girişine saklanın. Ben söyleyene kadar sessiz kalın."

  


Ne olduğunu anlamayan dörtlü açıklama istercesine Adel'e boş gözlerle bakıyordu. Adel'in yüzündeki kararlı ifadeyi gördüklerinde, birbirlerine kısa bir bakış attıktan sonra açıklamayı esgeçip mağaranın girişine doğru koşmaya başladılar. Girişe ulaştıklarında, açık alanın ortasında dizilen ekibi ve yaratığı mızrağına takıp sallandıran Adel'i görünce planı anlamışlardı.

 

 
Mertens, Ramsey ve diğer 2 keşif ekibi üyesi, mağara girişinin hemen yan tarafındaki duvarla adeta birleşip nefes bile almadan beklemeye başladılar..

 

 
Adel, öldürdükleri yaratığı elindeki mızrağın ucuna takıp dimdik ve gururlu bir şekilde duruyordu. Gözleri bir taraftan mağaranın karanlığından çıkacak yaratıkları gözlerken, diğer taraftan mağara girişinin yanına pusan keşif ekibini kolaçan etmekteydi. Bağırdı, "Savaşa hazırlanın."

 

 


Talimatı duymalarıyla bir, açık alandaki tüm keşif üyeleri mızraklarını öne doğrultup, vücutlarını da her an fırlayıp gidecekmişcesine öne doğru eğdiler. Bazılarının içi ürpertiyle dolup taşıyor, korku ve heyecanlarını titreyen ellerinde daha net yansıtıyorlardı.

  


Sonunda mağaranın karanlığından belli belirsiz bir silüet görünür olmuştu, aynı anda aceleci birçok ayak sesinin yanında belli belirsiz kaba sesler kulaklarına kadar geliyordu. Mağaranın karanlığından ilk çıkan, biraz önce koşarak içeriye giden bekçiydi. Dışarı çıktığında birçok insanı karşısında görünce küçük bir şaşkınlıkla işaret etti ve cırtlak sesiyle bağırdı.

 


- Gig gii .. Gig gii ..

 

 

Hemen onun arkasından da diğerlerinden uzun ve daha cüsseli olan yaratık koşarak ortaya çıktı, büyük yaratığın arkasından da birçok normal boyuttaki yaratık elindeki sopalarla koşarak geliyordu. Büyük olan dışarıya çıktığı gibi karşısında, mızrağına taktığı yaratığı sağa sola sallayan Adel'i gördü.

 

 

Adel büyük olan yaratığın kendisini fark ettiğini görür görmez, mızrağındaki yaratığı canavarların önüne fırlattı. Büyük olan çirkin yaratık, astının bu insanlar tarafından öldürülüp bir kenara atıldığını gördüğünde yüzünden öfkesi rahatça okunabiliyordu. 

 

- Gi gaaa..

 

Diğerlerine göre yüksek ve kalın olan sesiyle bağırmaya başladığında Adel ve keşif ekibini işaret ediyordu. Büyük yaratığın işaretiyle, onun arkasından koşan kalabalık yaratık sürüsü hiç durmadan keşif ekibinin üzerine doğru koşmaya devam etti.

  


Planının kusursuz işlediğini gördüğünde, Adel'in yüzünde sinsi bir gülüş oluşmuştu. Üzerlerine doğru koşan canavar sürüsünün mağaradan tamamen uzaklaştığını ve son canavarın da mağaradan çıktığını görene kadar bekledi. Son canavar da mağaradan çıktığında artık zamanı gelmişti, "Şimdii."

 

 

Mağaranın her iki yanında saklanan savaşçılar aniden ortaya fırladılar. En gerideki canavarlar, yanlarında bir şeylerin hareket ettiğini göz uçlarıyla gördüklerinde artık onlar için çok geçti. 3-4 canavar bedenlerine saplanan mızrakla yere yığılırken, öndeki diğer yaratıklar aniden arkalarında biten düşmanlar karşısında şaşkınlık içindeydi.

 

 


Adel yaratıkların bu şaşkınlık anındaki tereddütlerini gördüğü gibi öne atıldı. "Saldırın."

 

 

Adel mızrağıyla, en öndeki yaratığın kafasına sert bir darbe indirdi. Darbeyi yediği gibi kendini kaybeden yaratık diğerlerinin arasına yuvarlanıp gitmişti. Hemen ardından keşif ekibi de savaşa dahil olup en yakınındaki yaratıklara mızraklarını salladılar. Onların saldırdığını gören yavru kurt da uçarak savaşa katılmıştı, hala küçük bir bedeni olsa da korkusuzdu.

 

 

Kamptaki en yetenekli savaşçılar veya eğitilmiş insanlar olsalar bile hala savaş tecrübesi olmayan bu topluluğun, insana bu kadar benzeyen bir canlıyı öldürmeleri kolay değildi. İlk kez bu yaratıkların etine mızrağını geçirenlerin, mızrağın ete ve kemiğe çarptığında hissettikleri bu nahoş duyguyla beraber içlerini garip bir ürperti kaplıyordu.

Ürperti ve yaratıkların attıkları çığlıklar başka bir canlıya zarar vermenin doğruluğunu böyle bir zamanda sorgulatıyordu. Bunun yanında hiç tereddüt etmeden iki yaratığı öldüren Adel'i görünce onun hakkındaki ne düşüneceklerini bilemiyorlardı.

 


Birçok düşünce, korku ve tabularına rağmen şu anda bunları düşünme lüksüne sahip değillerdi. Elleri titrese, akıllarını kaybetseler bile savaşmazlarsa sonlarının iyi olmayacağını kestirebilecek kadar zekiydiler.

Adel hakim olduğu mızrak becerisi sayesinde çoktan aralarına girip savaşıyorken, diğerleri daha yavaş ve tedirgin şekilde savaşıyordu. Ayrıca çok olan yaratık sayısı yüzünden ikiye bir karşılaşmak durumunda kalanlar oluyordu, böyle bir zamanda çoğu yaratığın elinde sadece dikenli sopaların olması büyük şanstı.

 


Yaratıkları arkadan çeviren dörtlü, ilk öldürdükleri yaratıklardan sonra tekrar savaşa dahil oldular. Mentens'in savaşçı güdüleri sayesinde çok da zorlanmadan yaratıkları geri çekilmeye zorluyorlardı.

 


Diğer taraftansa Adel, ilk vuruşunu bir yaratığın kafasına attıktan sonra hızlıca mızrağını toparlayıp bir diğer yaratığın bacaklarına yapıştırmıştı. Bacaklarına sert darbe alan yaratık adeta havada takla atıp olduğu yere kapatlandı, Adel gözünü kırpmadan mızrağını yerdeki yaratığın göğsüne sokmuştu.

Mızrağını basit hareketler yapmak yerine, sürekli elinde ve çevresinde çevirerek savunmasında açık bırakmamaya oynuyordu. Her hareketinden sonra hızlıca toparladığı mızrağı başka bir darbe için hazırlıyordu.

 


Yaratıkların çembere alınıp birer birer düşmesiyle işlerin kendisi için iyi gitmediğini anlayan büyük olanı, belindeki kılıcı çekip kükredi.


- Ghaaaaa..

 

 

 

23. BÖLÜM SONU

 

-----------------------------------------------------------------------------------

 









----------------------------------------------------



Yaratıkların çembere alınıp birer birer düşmesiyle işlerin kendisi için iyi gitmediğini anlayan büyük olanı, belindeki kılıcı çekip kükredi.

 

- Ghaaaaa..

 

----------------------

 


Büyük olan diğerlerinin arasından sıyrılıp koşar adımlarla Adel'in üzerine yürümeye başladı, elindeki eski demir kılıcı Adel'e doğru savurdu. Adel, kılıcın tahta mızrağını kesebileceği düşündüğünden direkt olarak savunmak yerine kılıcı hafifçe savuşturdu. Tam saldırı sırasının kendinde olduğunu düşündüğü anda gözünün önünden bir şey geçti.

 


Vıızt..

 

 

Adel sanki rüyadan uyanmışcasına şaşkın halde ne olduğunu anlamamışken, başka bir tanesi de hemen ilerisindeki keşif üyelerinin arasından geçip gitmişti. O anda atılanın bir ok olduğunu idrak edebildi, hemen zehirli oklar aklına gelince onun için şu anki en önemli şey bu okun kaynağı oluvermişti.

Önündeki çirkin yaratıkları umursamayarak okun geldiği yöne baktı. Mağaranın girişinde elinde geniş bir yayla duran yaratık, oku yaya yerleştirmeye çalışıyordu.

 


Bu zehirli oklar birini sıyırıp geçse bile, o kişinin ölümü neredeyse kesindi. Sağına doğru bir adım atıp görüşünü temizleyen Adel, yapabildiği kadar yükseye zıplayıp elindeki mızrağı okçu yaratığa fırlattı. Birkaç yaratığın üzerinde hızla geçen mızrak, okçu yaratığın karnından girip onu mağaranın içine kadar sürüklemişti.

 

Adel'in okçuya odaklanmasını fırsat bilen büyük yaratık, eski püskü kılıcını ona savurdu ve Adel'in göğsünde boydan boya bir kesik bıraktı. Saldırının geldiğini gören Adel, son anda bir adım geriye atsa da göğsünden hafif bir yara almayı engelleyememişti. Adel'in göğsünden bir darbe aldığını gören Emila, arkalardan bağırdı. "ADEEL."

 

Emila'nın yükselen sesiyle birlikte, tüm keşif ekibinin odağı yaralı halde diz çökmüş Adel olmuştu. Birçoğu ona yardım etmek için çabalıyordu ama hala çok sayıdaki yaratık onları engelliyordu.

Engellemeyi geçersek hala ikiye bir savaşan keşif üyeleri bile vardı ve iki yaratığa karşı dururken oldukça zorlanıyorlardı. İki yönden gelen saldırıları savuşturamadıkları gibi dikenli sopalardan da birkaç vuruş yiyenler, hatta oldukça kötü ezik ve yaraları olanlar vardı.

 

Emila ve Mertens, Adel'e doğru yolu açmaya çalışsalar da yaratıklara batırmaya çalıştıkları mızrakları, deri zırhlar yüzünden işe yaramıyordu. Zırhların kapatmadığı bölgelere isabet ettirmek, hem böylesine hareketli yaratıklar olduklarından hem de sayılarının çokluğundan hiç basit değildi. Ayrıca savaş alanı karıştığından yaratıklar keşif ekibinin çok yakınındaydı, bu da uzun mızraklarını rahatça kullanmalarını engelliyordu.

 

Sonunda bu açmazdan çıkmak için Klark hareketlendi, mızrağını önüne alıp yanlamasına tuttu. Koca cüssesinin verdiği güçle bağırarak yaratıkların arasına daldığı gibi 7 8 yaratığı, mızrağının önüne katıp geriye doğru sürüklemeye başlamıştı. "Haaaaaaaaah."

 

Bunu yaparken kendini savunamadığından yüzüne birkaç sopa darbesi de yemişti ama şu anki durumu grubun lehine çevirmek için küçük bir fedakarlıktı. Yaratıkların geri atılmasıyla keşif ekibi rahat bir nefes almış, aynı zamanda pozisyonlarını da yeniden alabilmişlerdi.

 


Düzenlerini sağlayabilmeleri meyvesini veriyordu, bir ders alan keşif üyeleri şimdi mesafelerini koruyup menzile giren yaratıkları bir iki hamleyle yere seriyordu. Ayakta kalan canavar sayısı neredeyse yarıya düşmüşken diğer tarafta göğsünden yaralı Adel diz çökmüş haldeydi, silahını da fırlattığından şu an silahsızdı. Kılıçlı yaratık yerde olan Adel'e doğru kılıcını havaya kaldırdı, tek hamleyle işini bitirmeyi düşünüyordu.

 


Yaratık kılıcını havaya kaldırdığı gibi Adel yerinden bir hışımla fırlamıştı. Yerden yükselmesiyle beraber yaratığa yönelen Adel, kafasıyla yaratığın çenesine sağlam bir darbe geçirdi. Darbenin etkisiyle sersemleyen yaratık birkaç adım geriye attıktan sonra sırtüstü yere düştü, yaratığın yere düştüğünü görür görmez Adel hemen üzerine atlayıp sağ eliyle yumruklamaya başlamıştı.

Bir iki üç.. beş altı durmadan yumruklamaya devam ediyordu. Elleriyle bir süre kendini savunmaya çalışan yaratığın kolları artık hareket etmiyor, canının yanmasıyla olan bağırışları artık yükselmiyordu. Adel'in altındaki yaratığın kafatası içe göçmüş, beyin sıvıları etrafa saçılıyordu.

 

Bir el onu arkadan tuttuğunda kendine geldi, onu tutan Mertens, "Sakin ol, sakin ol."

 

Adel kendisine geldiğinde ayakta duran hiç yaratık kalmamıştı. Çevresini şöyle bir süzdü, onlarca yaratık yerde cansız şekilde yatıyordu. Keşif ekibinin üyeleriyse, kendini kaybederek yaratığı vahşice yumruklayan Adel'e endişeli gözlerle bakıyordu. Adel yalpalayarak kalktığında gözleri, kafatası dağılmış halde yerde cansız yatan yaratığa ilişmişti. 'Bana böyle bakmalarına şaşmamalı.. Kendime hakim olmalıyım.' diye düşündü.

 

Adel'in sol elindeki çiyan yarasından hala kanlar akıp toprağı suluyordu, kolunun yanında çok ciddi olmasa da göğsündeki yaradan da biraz kan akıyordu. Üzerindeki siyah gömleği çıkaran adel, onu sol koluna sarıp yarayı tamamen kapattı.

Bu sırada savaş, kan ve can almanın ağır ve mide bulandırıcı hissiyatını tamamen tadan keşif üyeleri, kendilerini oldukları yere bırakıp şok geçirmekle meşguldü. Bazıları titreyen elleri eşliğinde ağlayıp sızlanıyor, bazıları da öldürmenin verdiği his ve iğrenç kan kokuları arasında kusuyordu. Çoğu uzun süren savaşın ardından hala nefes nefeseydi.

 

Adel'in yanına kadar koşan Emila'nın yüzünde, endişelendiğini belli eden bir ifade vardı. "İyi misin Adel?"

 

Adel ses çıkarmadan kafasını sallamakla yetindi.

 

Hala dimdik ayakta kalabilenlere bakan Adel, hepsinin ismini hatırlayanlardan oluştuğunu fark etmişti. Bir kız olduğu için zayıf olabileceğini düşündüğü Emila, belki de en az tereddüt eden ve zayıflık belirtisi göstermeyenlerdendi. Adel kendini toparladığını hissettiğinde, yaratığın kılıcını yerden alıp konuştu, "İyi olanlar takip edin, mağarayı kontrol ediyoruz."

 

 

Ramsey şokta olanların kendini koruyamacağı için dışarıda kalırken, diğer ismini hatırlayanlar Adel'in arkasından mağaraya doğru yürüdü. Onu takip edenler Adel'in çıplak bedenindeki yaraları daha net görüyorlardı, sırtındaki pençe izleri, örümceğin bıraktığı ısırık çukurları ve küçük birçok yara.

Adel mağaranın girişine geldiğinde, bir kazığın üzerine çakılmış kafatası dikkatini çekmişti. Kafatasını eline alıp incelemeye başladığında şaşırmıştı, bir insana ait görünmüyordu. Aynı zamanda öldürdükleri bu yaratıklara da ait gibi görünmüyordu, normal bir kafatası yuvarlak olmalıyken elindeki çok daha uzun ve sivriydi.

 

Onunla işi bittiğinde kenara fırlatıp mağaranın karanlığına daldı, orada biraz önce öldürdüğü okçu yaratığın cansız bedeni yatıyordu. Kılıcı arkasındakilere uzattıktan sonra bir ayağını yaratığın üzerine bastırıp, mızrağını saplandığı yerden çıkarmasıyla yoluna devam etti. Mağaranın girişi 2 - 3 kişinin girebileceği kadar küçüktü ama içeriye girildiğinde gittikçe genişliyordu.

 

Mağaranın içinde ilerledikçe havanın gittikçe ısındığını fark ettiler, tüm yol boyunca Adel'in yaralı elinden damlayan kanın sesi duyuluyordu. En fazla yüz adım sonra mağaranın sonuna ulaşmışlardı.

Mağaranın sonu onlarca kişiyi alabilecek kadar genişti. Ayrıca burada biraz et, meyveler, kovaya benzer büyük bir aracın içinde bol su ve bir miktar yakacak odun ve çalı vardı. Sol taraflarında üst üste yığılmış on kadar silah vardı, küçük bir hançer ve kısa bir mızrak dışında hepsi dikenli sopalardan oluşuyordu.

 

Mağaranın duvarlarını gördüklerinde sanki mistik, gizemli bir şey görmüşler gibi heyecanlanmışlardı. Duvarlarda bu yeşil çirkin yaratıkların elinde silahlarla bir şeyler avladığı figürler çiziliydi.

Çizimlere bakarak duvarları dolaşırlarken insan figürlerine rastlamışlardı. Bu onlar için mükkemmel bir haberdi, burada insanlar var demekti. Bir sonraki çizimlerde Adel'in bilmediği bir yaratığa karşı savaşıyorlardı, tıpkı dışarıdaki kafatasında olduğu gibi kafaları uzundu.

 

Mağaranın sonunda duvara yakın bir yerde, zemine işlemiş karartıyı gördüklerinde şaşırmışlardı. Karartının hemen yanında da avuç büyüklüğünde iki beyaz taş vardı. Adel yaklaşıp parmağını karartıya sürttü, düşündüğü gibiydi.. Ateşin geride bıraktığı isti, burada ateş bile yakmışlardı ama böyle kapalı bir alanda nasıl?

 

Kafasını yukarıya kaldırıp mağaranın tavanına göz gezdirdi, neye baktığını merak eden diğerleri de tavanda dikkat çekici bir şey arıyorlardı. Tam tepelerinde 1 metre kadar genişliğinde bir delik vardı, herhangi bir ışığı geçirmese de belli ki dışarıya kadar uzanıyordu.

Böylece ateşten çıkan duman da dışarıya çıkıp içeridekileri zehirlemiyordu. Ayrıca temiz ve atık havayı dolaştırması için oldukça yeterliydi. Adel yavaşça güldü, "hahah, ilkel yaratıklar bile bizden daha medeni yaşıyor."

 Emila bir şey söylemek için ağzını açtığında, Adel'in konuşmasıyla durdu.

 

Dışarıdaki cesetlerin kokusu avcı yaratıkları çekebilirdi ve hemen kurtulmaları gerekiyordu. Ayrıca bu yaratıklardan daha fazlası gelirse, ölü cesetleri gördüklerinde sürpriz yapma şanslarını kaybederlerdi.

 

Adel, "Biraz dinlendikten sonra hepsinin silahlarını toplayın, cesetleri de ormana atın. Herkes toparlandığında buraya gelsin. Ah unutmadan canavarların taşlarını da toplayın." demesiyle bir kimseye söz hakkı vermeden arkasını dönüp içerideki malzemeleri kontrol etmeye gitti. Yüzünden hoşnutsuz ve kızgın bir ifade vardı.

 


Diğerleri bu durumu fark ettiklerinde birbirlerine kaygılı bir şekilde baktılar. Ayrıca Mertens ve Emila, Adel'in "taşlar" ile neyi kastettiğini anlamamıştı. Klark kafasıyla dışarıyı işaret ediyordu, hiçbir şey demeden dışarıya çıkan grup oturup mağaranın duvarına yaslandılar.

 

Emila konuştu, "Adel sizce de garip davranmıyor mu?"

 

Klark iç çekerek, "Öyle olduğu açık."

 

Mertens, "Her şeyi kendi başına üstleniyor, yaralarını gördünüz siz de."

 

Emila, "Evet ama ne yapabiliriz? Elimden geleni yapıyorum zaten.."

 

Mertens cevapladı, "Öyle.. Bu bizi aşıyor, hepimizi aşıyor. Bir sürü insanı yönetip korumak kolay değil, önceki yarattığımız kargaşada bunu gördük. Ayrıca birçok yaratık ve düşman da var burada, yine birçok yara almış. Adel bile.. Ne kadar güçlü olursa olsun yorulabilir, yıpranabilir. Şimdilik sorun çıkartmadan biraz rahat bırakalım onu, toparlanacaktır."

 

Emila ikna olmuştu, ileride neredeyse toparlanmış olan keşif ekibinin kalanına baktı. "Hah, haklısın sanırım. Hadi şu silahları ve cesetleri halledelim, sonra içeriye döneriz. Bu arada Adel'in taşlar dediği neydi? Ne taşı?"

 

Oturup kaldıkları yerden büyük bir çaba sarf ederek kalkmalarının ardından Klark sesini yükseltti, "Yeter bu kadar dinlenme, bütün silahları toplayın. Sonra cesetleri ormana götürüp atacağız."

 


Klark cebinden çıkardığı parlak bir taşı gösterdi. Bu parlak taş oldukça pürüzsüz ve yarı saydamdı, insanların ona dokunma isteğini kamçılıyordu. "Buna benzer parlak taşları toplayın."

 

Klark'ı duyan ekip oflamalar eşliğinde kalktı. Taşlar konusuysa hala bir muaammaydı, birkaç kişi zaten yerde parlayan bu taşları fark etmişti ama kimse ne olduğu doğru düzgün anlayabilmiş değildi.

Canavarlardan düşen silahları toparlamaya başladılar. Kısa süre sonra mağaranın girişinde bir silah yığını oluşmuştu, onlarca dikenli sopa, birkaç kısa hançer, bir yay ve ok kutusu, diğer yaratıklardan büyük olanın demir kılıcı. Bir kenara toparlanmış parlak taşlar da göz alıyordu, 20 parlak taş toplanmıştı.

 

Tüm silahları toplamalarının ardından sıra cesetlere gelmişti. Mızrakları sırayla yere dizen ekip, mızrakların üzerine de öldürdükleri tüm yaratıkların cesetlerini yığarken kaç tane olduklarını sayıyorlardı. 5 10 15 20 21.. 21 yaratık oldukça fazlaydı, kolay olmasa da 12 kişi ölümcül bir yara almadan 21 yaratığı öldürebilmişti.

Her bir cesedi mızrakların üzerine yığdıktan sonra iki yanlarından tutup ormana doğru taşımaya başladılar. Bu mızraklar taşıma amacı için oldukça kullanışlıydı, ağırlığı on kişiye paylaştırdığı için insanları çok zorlamıyordu. Birkaç dakika yürüyüp mağaradan uzaklaştıklarında Klark, "Buraya atın."

 

Klark'ın sözüyle mızrakların üzerindeki yaratıklar tek hamleyle yere yığılmıştı, herkes derin bir nefes verip rahatladı. "Dönüyoruz."


Dönüş yolunda midesi hala bulanan keşif üyeleri vardı, tüm geliş gidiş boyunca kimseden çıt çıkmıyordu. Mağaraya geri döndüklerinde Emila konuştu, "Herkes içeri gelsin."

 


İlk defa içeriye girecek olanlar oldukça heyecanlı ve meraklıydı. Tüm silah ve taşları kucaklayan ekip, yol boyu genişleyen duvarları izlemelerinin ardından mağaranın sonuna geldiler. Onları, yiyeceklerle beraber ateş yakmış olan Adel ve yanındaki yavru kurt karşılıyordu. Kendilerini rahat bir dinlenme ve yemeğin de beklediğini düşündükleri anda, öyle olmadığını anladılar. .

 

 

 

24. BÖLÜM SONU

 

-----------------------------------------------------------------------------------

 



İlk defa içeriye girecek olanlar oldukça heyecanlı ve meraklıydı. Tüm silah ve taşları kucaklayan ekip , yol boyu genişleyen duvarları izlemelerinin ardından mağaranın sonuna geldiler. Onları, yiyeceklerle beraber ateş yakmış olan Adel ve yanındaki yavru kurt karşılıyordu. Kendilerini rahat bir dinlenme ve yemeğin de beklediğini düşündükleri anda, öyle olmadığını anladılar.

 

----------------

 


Hava kararmaya başladığında işlerini bitiren keşif ekibi mağaraya girmişti, içerideki birçok malzemeyi görünce şok olsalar da asıl şoku Adel yaşatacaktı.

 


Adel keşif ekibin gelmesiyle açtı ağzını yumdu gözünü, sesi mağarada yankılanıyordu.

"SİZ BUNU BİR OYUN MU SANDINIZ!? Aptal mısınız yoksa sadece laftan anlamayan çocuklar mı?!"

 

Gözlerini Klark'a çeviren Adel bağırmaya devam etti.

"Böyle bir yerde dikkatini dağıtıp herkesi tehlikeye mi atıyorsun!? .. En çok sen hayal kırıklığına uğrattın."

 

Keşif ekibi yedikleri azarlarla sanki duvara toslamış gibiydi, beklemedikleri bir anda kafalarına balyozu yemişçesine şaşkındılar. 

 

Adel'in bağırışlarına devam ederken gençlerden biri,

"Yeterli Adel."


Bu kişi, Klark'ın böcekle olan savaşına alaycı bir şekilde yaklaşıp Klark'ı kızdıran gençti.

 

Adel sözünü kesen gence bakarken gözlerinden ateş saçıyordu, sanki o an onu orada boğacakmışcasına nefret doluydu. Ona bağırırken adeta bir kaplan kükremiş gibi, ses mağarada üst üste yankılandı.

"KES SESİNİ."

 


Aynı zamanda dikkatli bakanlar fark etmişti ki sinirli yüzünün altında ağlamaklı üzgün bir ifadeyi maskeliyordu.

 


Genç, böyle hışımlı bir tepkinin ardından tek kelime bile edememişti. Adel'in sinirini hadsafhaya çıkardığını hissetmişti. Sinirlenen Adel, bağırmaya devam etti.

"Bunun oyun alanı olmadığının farkına varın artık.! Birbirinizle alay etmek, düzeni bozup dikkatinizi dağıtmak, ses çıkarmamanız gereken en önemli zamanda kendinizi belli etmeler.. Hepinizin hayatının birinize bağlı olduğunu anlayın artık."

  

Adel konuşmasını bitirdiğinde, azarlanan Klark da dahil kimse ses çıkarmamıştı. Arkasında yanan ateşin harlanmasıyla mağara aydınlanıyor, sağa sola dalgalanan alevler Adel'in öfkesinin dışa vurumu gibi görünüyordu. Adel'in gözüne, suratında öfkesi açıkça belli olan Ramsey takıldı.

"Bir derdin mi var Ramsey?"

 


Şu ana kadar susan Ramsey sinirli çıkan sesini yükseltti,

"Evet var, bu kadar insanı azarlama hakkını kim veriyor?"

 

 

Adel, "Yaptığınız yanlışların yüzünden burdaki herkes ölebilirdi ve sen sadece buna mı takıldın?"

 

- Aptalca bir planla hayatlarımızı tehlikeye atan sen değil miydin? Duvarın arkasına saklanıp arkadan saldırmak mı? Sadece şansa başarılı olmasa ne olurdu?

 

+ O aptal plan şu anda yaşıyor olmanızın sebebi, o kadar yaratıkla direkt mi savaşacaktık!?

 

- Yine canımızın tehlikede olması senin bizi buraya getirmen yüzünden.! Ölebilirdik çünkü bizi buraya sen getirdin. Seni kim liderimiz olarak seçti zaten?

 

+ Sizi buraya ben getirdim çünkü bir kişi daha ölmeden buradan çıkacak yol arıyoruz, seni buraya ben getirdim çünkü aptal gibi ölümümüzü kampta beklemiyoruz.! Lider olmamı istemiyorsan yapman gerekeni zaten biliyorsun, kaldır silahını.!

 

Ramsey kısa süre duraksadıktan sonra,

"Senin liderliğin umrumda değil, neden senin altında çalışmak zorundayız? Sen sadece bencilce emirler savurup diğerlerinin üstünde olmak istiyorsun.."

 

Bu kadar bağırış ve konuşmanın sonunda Mertens elini Ramsey'in omzuna koydu,

"Yeter Ramsey.."

 


Ramsey de yeni gelen insanlardan biriydi, kampa sonradan gelen bu kimseler Mertens'e oldukça saygı duyuyordu. Onların gözünde takip edilecek asil lider Mertensdi.

 


Klark da konuştu,

"Evet, yeterli. Kendi aramızda kavga etmenin bize yararı yok."

 

Adel yine de Ramsey'e cevap verdi, sesi artık kızgın çıkmıyordu.

"Söylediğin gibi olsaydı, size keşif emri verdikten sonra kampta rahatıma bakıyor olurdum."

 

Bu kadar bağırıştan sonra Adel'in sesi yavaşça düşüyordu. Oldukça kan kaybeden Adel, susmasıyla beraber sendelemeye başladı. Düşmemek için yere oturan Adel'in kolundan hala kan akıyordu. Emila, yere damlayıp küçük bir birikinti oluşturan kana baktıktan sonra hemen Adel'in yanına oturdu.

"İyi değilsin sen.."

 


Emila, Adel'in kolundaki yarayı kapatan kıyafeti yavaşça açarken, onun avucunda sıkı sıkıya tuttuğu bir şey parlayıp gözüne takılmıştı.

 

Adel, sargısını çıkaran Emila'yı durdurup "İyiyim ben, merak etme." demesiyle önünde dikilen on kişiye baktı. Henüz biten savaştan sonra hepsi yorgun ve halsiz görünüyordu, yüzlerindeki yaralar ve korkunç ifadeleri yaşanan savaşın izlerini taşıyordu.

Klark'ın yüzünde aldığı darbelerden dolayı birkaç yara ve ezik vardı, diğer gençlerden birkaçı vücudundaki yara ve sızılardan dolayı hareket etmekte zorlanıyorlardı. Adel, yere yığılmış onlarca parlak taşı işaret etti. "Hepiniz birer tane alın, avucunuzda sıkın."

 

Yine Adel'in ne yapmak istediğini anlamayan ekip, bu kez sorgulamak için yeterli enerji ve iradeye sahip değildi. Sadece yerdeki yığıntıdan birer tane açık mavi taş aldılar, Ramsey önce umursamasa da bir tane almayı ihmal etmemişti.

Her biri bir süredir sessizliğini koruyan Adel'in kendine gelmesini ve tatmin edici bir açıklama yapmasını beklerken avuçlarından kemiklerine akan, acı ve sızılarını hafifleten sıcak bir hisle kaplandılar. Oldukça rahatlatıcı bir histi, uzun zamandır bu vahşi doğadaki ilkel yaşamlarında tattıkları en rahatlatıcı andı bu.

 


Adel, önündeki yorgun ve ölü gibi duran yüzlerin biraz renk bulmasıyla konuşmaya başladı.

"Büyük yaralarınızı kısa zamanda iyileştirecek bir yolun olduğunu söylesem ne düşünürdünüz?"

 

Adel'in sözlerini duymalarıyla her birinin yüzünde ciddi bir ifade oluşmuştu, kafalarının karışık olduğu her hallerinden belli oluyordu. Yaraları hızlıca iyileştirmek ha? Bu inanılmaz cazip geliyordu.

Adel'in açıklamasını beklerken, kendi kafalarında bu konuyla ilgili beyin fırtınası yapıyorlardı. Bu taşları almalarını istedikten hemen sonra iyileştirmeyle ilgili sözler söylemesi iyi bir fikir veriyordu, bu taşlarla bağlantısı olması muhtemeldi..

 

Herkes Adel'in ağzından çıkacak birkaç cümleyi bekliyordu. Ayrıca böyle kesin konuşmasının ardından şaka ya da emin olmadığı bir şeyden bahsedeceğini düşünmüyorlardı. Sonunda Adel konuştu,

"Oturun, önce yemeğimizi yiyelim."

 


Her biri merak ve beklentilerinin getirdiği birikimle birlikte şaşkınlıkla yıkılmıştı ama tüm gün süren yürüyüş ve sonunda kalabalık yaratık sürüsüyle olan savaştan sonra aşırı yorgun ve açtılar. Önce yemek yemeye kimse hayır demek istemiyordu, Cey'in kamptan ayrılırken hazırladığı pişmiş etlerden oluşan paket şu an cankurtarandı. Hemen oturup Adel seslendi,

"Yemeğinizi bitirene kadar taşlar elinizde kalsın."

 

Bir ellerinde sıkı sıkıya tuttukları taşlar, diğer ellerinde midelerine indirmeye başladıkları et parçaları vardı. Her biri açlıktan gözleri dönmüşçesine yiyordu, yerken de alevlerin aydınlatıp gizemli bir hava kattığı mağaranın duvarlarını inceliyorlardı.

Uyandıklarından beri ilk defa üzeri kapalı bir alanda olma şansı yakalamışlardı ve hemen yanlarında birkaç gün yetecek kadar bol su vardı. Ne kadar şanslı olduklarını düşünürken Adel konuşmaya başladı.

"Hiç fark ettiniz mi?.."

 


Çevreyi süzen gözler birden Adel'e dönmüştü,

"Neyi fark ettik mi?"

 

 

Adel devam etti,

"Birbirinizin dudaklarına bakın, siz aynı kelimeyi söylerken dudaklarınız aynı şekilde mi hareket ediyor?"

 

"Ne?"

Kimse Adel'in anlatmak istediğini anlamamıştı, anlayan birinin olup olmadığını görmek için birbirlerinin yüzüne bakıyorlardı.

 

"Et",  Adel söyledi. Diğerleri hala bir açıklama bekliyordu. Adel devam etti,

"Ağzınızın hareketlerine bakarak aynı şeyi söyleyin. "

 

Emila her zamanki gibi atılgandı, ilk deneyen o oldu.

"Et"

 

Konuştuğunda dudakları büzülüp öne doğru çıkmasının ardından açılmış, kelimeyi söylerken hafifçe uzatmıştı. Herkes dikkatini ona verip dudaklarının hareketlerini izliyordu.

 

Ramsey ve birkaç kişi de böylesine saçma bir şeye anlam veremiyordu, Adel'in artık kafayı yediğini düşünmeye başlamışlardı.

 

Onun hemen ardından Mertens'in kendinden emin sesi duyuldu, "Et" "Eeet".

Tekrar söyleyip ağız hareketlerinden emin olmaya çalışıyordu. Mertens söylerken dilini dişlerini bastırıp konuşmaya başlıyordu, dahası Emila'nın tek hecede söylediği kelimeyi kendisinin üç ağız hareketiyle söylediğini fark etmişti. Mertens'in ifadesiz asil yüzüne aniden bir şaşkınlık çöktü, kaşları çatılmıştı.

 

Diğerleri hala tam olarak anlamamış, boş gözleri neler olduğunu anlatacak birini arıyordu. Klark ve diğer gençlerden biri daha denedi. "Et."

 

O anda herkesin aklına şimşek gibi çakan aydınlanma daha büyük bir sorunun kaynağı oluyordu. Herkes aynı şeyi söylerken nasıl oluyor da her birinin dudakları farklı hareket ediyordu? Hatta nasıl olur da bazıları tek heceye dökerken bazıları 3 hecede söyleyebiliyordu?

 

Ortaya yönelen bu soruların cevabını Adel beklemeden verdi,

"Hepimiz farklı dilleri konuşuyoruz."

 


- Farklı diller mi?

 

- Öyleyse nasıl anlıyoruz?

 


Birçok sorunun arasından bir tanesi parlamıştı. Mertens ifadesiz bomboş bir yüzle konuştu,

"Biz.. Ben hangi dili konuşuyorum?"

 


Bugüne kadar kimse bunu sorgulamamıştı, hatta dil farkı akıllarına bile gelmemişti çünkü başka bir dil bilmiyor olmakla beraber her biri adını bilmeseler de bu konuşma şeklinin doğuştan böyle geldiğini ve tek olduğunu düşünüyordü. O an bunun düşündükleri gibi olmadığını idrak edebildiler.

 

Adel cevapladı,

"Açıkçası bunu bilmiyorum.. Ağzının söylediği ile bizim duyduğumuz aynı şeyler değil emin olduğum kısım bu. Anladığım kadarıyla söylenen her şey, dinleyenin ana diline çevriliyor."


Bunu söylemesiyle art arda üç kelime ağzından dökülüvermişti.

"Et, Et, Et"

 

Bu herkesin kafasında bir şeylerin netleşmesi için yeterli olmuştu, her bir kelimeyi söylerken ağız hareketleri diğerinden farklıydı ama üç kelimeyi de aynı şekilde duymuşlardı.

 


Emila'nın gözleri genişçe açıldı, yüzü soluklaşırken şaşkınlığın zirvesindeydi.

"3 farklı dil mi biliyorsun? Nasıl?"

 


Ağzından çıkanlar bunlar olsa da şaşkınlığının sebebi çok başkaydı, 3 farklı dil biliyor olmasının iki ihtimali vardı; İlki daha önceki hatıralarını geri kazanmış olmasıydı, eğer olan biten buysa onlar için müthiş bir haber olurdu ve birçok sorularına cevap bulabilirlerdi. İkincisi ve korktuğu ihtimal ise hatıralarının olmadığı hakkında yalan söyleyip aralarına sızmış biri olmasıydı. Bu kadar kişi içinden, Adel'in hain olabileceği fikri sadece Emila'nın aklına gelmişti..

 

 

25. BÖLÜM SONU

 

-----------------------------------------------------------------------------------





----------------------


Ağzından çıkanlar bunlar olsa da şaşkınlığının sebebi çok başkaydı, 3 farklı dil biliyor olmasının iki yolu vardı; İlki daha önceki hatıralarını geri kazanmış olmasıydı, eğer olan biten buysa müthiş bir haber olurdu. İkincisi ve korktuğu ihtimal ise hatıralarının olmadığı hakkında yalan söyleyip aralarına sızmış biri olmasıydı. Bu kadar kişi içinden, Adel'in hain olabileceği fikri sadece Emila'nın aklına gelmişti.


--------------

 


Adel konuşmaya devam etti,

"Bir diğer anlatmam gereken konu bu, geçmişimin belli bir kısmını hatırlıyorum."

 


Buradaki her bir insanın şaşkınlığı son bulmuyordu. Önce yaraları iyileştirme yöntemi, daha sonra herkesin konuştuğu dillerin farklı olması ve şimdi de geçmişini hatırlayan birinin olması.. Bu kadar haberin üzerine şaşkınlıklarını gizlemeleri neredeyse imkansızdı.

 

- Geçmişini mi hatırlıyorsun?

 

 -Yani burada uyanmadan öncesini?

 

Diğerlerinin ardından Mertens heyecanla fırladı,

"Yani nereden geldiğimizi biliyor musun? Ya da neden geldiğimizi ve her şeyi unuttuğumuzu?"

 

Adel heyecanla cevap bekleyen insanları görünce beklemeden cevap verdi, "Baştan açıklayayım o zaman. "Ben buraya geldiğimde ismimi bile hatırlamıyordum, uyandıktan kısa süre sonra ismimi hatırladım ama hala geçmişim muammaydı. Daha sonra benimle aynı zamanda gelenler bilir, ilk kez bir sıçanı öldürdüğümüzde küçük anılar hatırlamaya başladım. Bu aynı zamanda elinizdeki taşları ilk kez gördüğüm zamandı."

 

O anda bu heyecanlı konuşmaya kaptırıp giden herkes, avuçlarını açıp ellerindeki taşlara bakmaya yeltendi..

 


- Taş.. gitmiş?

 

- Nerede?

 

 - Taş kayboldu.

 


Avuçlarını açtıklarında tüm bu zaman boyu tuttukları taşların kaybolmuş olduğunu fark ettiler. Bunun farkına varır varmaz yandaki taş yığınını kontrol ediyorlardı, oradaki taşlar hala yerli yerindeydi.

 

Adel, "Yaralarınıza bakın.."

 

Emila savaşta eline aldığı küçük sıyrığa bakmıştı, geriye ufacık bir iz bile yoktu. Diğer taraftan yüzüne birkaç sopa darbesi alan Klark'ın yüzündeki yaralar kapanmıştı. İsimsizlerden birinin yüzü oldukça kötü görünüyordu, biraz önce gözlerinden birini açmakta zorlanıyordu. Şimdi gözüne aldığı yaranın iyileştiğini fark etmesiyle sesini yükseltti, "İyileşmiş.. gözüm iyileşmiş."

 

Herkesin iyileşmesini fark etmesiyle solgun ve bitkin yüzler neşelenmeye başlamıştı, karınlarını da doyurmalarıyla şu an onlardan mutlusu yoktu. Dahası Adel'in söyleyecekleri bitmemişti..

 

Adel, "Şimdi inandırıcı geldi mi? Sıçanın taşını bulduğumda elimde duruyordu, aynı şu an olduğu gibi."

 

Elini açtı ve boş avucunu gösterdi. "Taş kaybolmuştu ama sonra aldığım bir yara kısa zamanda iyileşti. O zamanlar emin değildim, bunu anlatmak için doğru zamanı bekledim. Yeni gelenler bilmeyebilir, örümcekler tarafından zehirlendiğim zaman elimde bu taşlardan biri vardı.

Uyandığım zaman bana ölü olduğuma yemin edenler bile oldu, nasıl bir durumda beni iyileştirdiğini anlayabilirsiniz. Ama bu kadar basit değil. Zayıf yaratıklardan küçük taşlar, güçlü yaratıklardan daha büyük taşlar çıkıyor ve etkisi de büyüklüğüne göre değişiyor. Ayrıca taşların tek işlevi bu değil, emin olmasam da.."

 


Onu dinleyen keşif ekibi çıt bile çıkarmadan öylece izliyordu, duydukları inanılmaza yakın aynı zamanda işlerine çok yarayacak bilgilerdi.

 

"İyileştirmeye yarasa da aynı zamanda soğuk havalarda ısıtıyor, yorgunluk ve bitkinliği atıyor. En önemlisi ise kuvvet.. Bunu anlatmak yerine göstermek daha kolay, ikiniz gelin."

 

Önündeki Mentens ve isimsizlerden biri geldi, "Kol gücünüzü gösterin bakalım." derken kendi kolunu kaldırdı. Belli ki istediği onun bileğini bükmeleriydi, önce Mertens Adel'in elini kavradı ve tüm gücüyle bastırdı. Adel'in eli yerinden azıcık bile oynamazken, yanındaki genç de destek olmak için Mertens'in elini kavradı. İkisi bile Adel'in bileğini bükmeye yeterli gelmiyordu, o anda arkadan koca cüssesiyle Klark gelip gencin çekilmesini işaret etti.

 

Gencin çekilmesiyle Adel'in bileğinden tuttup tüm gücüyle bastırdı, Klark'ın gelişi Adel'i yere daha sıkı basmaya zorlamıştı. Tüm çabalarına rağmen Adel'in bileğini bükemediler derken Klark kızaran yüzü eşliğinde bağırmaya başlamıştı. "Haaaaaaaaaaah"

 

Klark gücünün en ufak kırıntısına kadar zorlarken beklemedikleri bir sonuç doğmuştu. Adel, Mertens ve Klark'ın kuvvetiyle havaya kalkmış, ayakları yerden kesilmişti ama hala bileği bükülebilmiş değildi. Adel'in anlatmak istediği şaşkın yüzleriyle onları izleyen herkesin kafasına kazınmıştı.

 

Adel yere indiğinde konuşmaya devam etti, "Gördüğünüz gibi tek faydası iyileştirmek değil ama bu yaralanmayacağınız anlamına gelmiyor. Hah, yoruldum. Soracağınız bir şey var mı?"

 

Birçoğunun taşlarla ilgili merak ettikleri olsa da asıl meraklandıkları konu geçmişleriyle ilgili olandı. Emila'nın şüpheleri hala dindirilebilmiş değildi, soruları sormaya başladı. "Geçmişi hatırlıyorsun.. Ne biliyorsun peki? Daha önce neredeydik, şimdi neredeyiz? Kim getirdi bizi? Niye getirildik? Nasıl geri dönebiliriz?"

 


Sorularla boğulan Adel, "Sakin ol, hepsini yanıtlamaya çalışacağım. Bildiklerim sadece geçmişle kısıtlı bunu söylemeliyim. Daha önce hiçbirinizi görmüş değilim, büyük ihtimal siz de birbirinizi tanımıyorsunuzdur. Önceki yaşamımız oldukça moderndi, insanlar tüm dünyaya hakim canlılardı ve oradaki canlılar bu kadar büyük değildi. Neden geldiğimiz ve kimin getirdiği hakkında ise hiçbir fikrim yok. Geri dönme şansımızın olduğunu da hiç sanmıyorum."

 


Gençler geri dönme hayallerinin suya düşmesiyle adeta yıkılmıştı,

-Nasıl?

 

-Ne diyorsun Adel, dönemez miyiz?

 

Mertens bile sakinliğini yitirmişti, "Nasıl dönemiyoruz? Ne oldu yaşadığımız yere? Bizim ailelerimiz?"

 

Adel gözlerini kaçırıyordu kısa süreli bir sessizlikten sonra, bunu onlara anlatma fikrini cazip bulmamıştı.

"Bunu bilmek istemezsiniz.."

 

Hepsi artık geri dönemeyeceklerini öğrenmeleriyle yıkılmıştı, Emila'nın sesi bile artık gür çıkmıyordu. " Anladım.. Peki anılarımızı nasıl tekrar hatırlayabiliriz? Sen yaptıysan biz de yapabiliriz değil mi?"

 

- Bunu gerçekten bilmiyorum, bu taşlarla ilgisi olabilir diye düşündüm ama ilk anımı daha taşları görmeden önce hatırladım.

 

Bu yıkık gençlere bir darbe daha inmişti, Emila'nın sesi gittikçe içine kaçıyordu. "Hmph. Mızrak kullanmayı ve diğer dilleri eski hayatından biliyorsun doğru mu?"

 
- Evet

 

+ Ya ailen onlar- -

 

Emila söze başladığı anda gördüğü şeyle şaşkınlık içindeydi, konuşmasına devam edemedi. Önündeki Adel'in bir anda içinin boşaldığını görmüştü, gözleri sadece bir anda boşluğa bakıyor, hatta tamamen içleri boş gibiydi. Hemen arkasından onun gözlerinin parıldadığını gördü, gözleri yaşardığından parlıyordu.

Öylece Emila'ya baksa da aslında baktığı hiçbir şeydi, yüzündeki çaresiz ve insanın içini acıtan bakış Emila'nın kalbini titretmişti. Titreyen dudaklarını ısırıp içindeki acıyı dışarıya çıkarmaya çalışıyordu sanki, dudağından akan kan çenesine kadar indikten sonra yere damlamaya başlamıştı.

 

Emila seslendi, "Adel.."

 

Adel, Emila'nın sesini duymasıyla adeta hipnozundan uyanmıştı. Çevresinde çıt çıkmıyordu, keşif üyelerinin her biri onun bu halini oldukça şaşkın ve meraklı gözlerle izliyordu, "Ben.. hava almalıyım."

 

Sesi hiç olmadığı kadar kötü geliyordu, keşif üyeleri endişelenmeden edememişti ama rahat bırakmanın iyi olacağını düşünüyorlardı. Önlerinden ağır adımlarla süzülen Adel'i dışarı çıkana kadar izlediler.

 

Bu Adel'in tüm gün kafasının dalgın olmasının ve sinirli ruh halinin apaçık nedeniydi. Yaratık sürüsüyle savaşırken bir anda aklında patlayan anı bombası, yaşadığı tüm iyi kötü olayları tek bir anda tekrar yaşamasına sebep olmuştu.

 

Adel dışarıya çıktığında aniden soğuyan havayla ürpermişti, tüm bedeni ürpertiden kabardı. Yüzündeki boş ve yaşamdan yoksun ifadeyle parlak gökyüzüne bakıyordu, burada uyandığından beri görmediği bir şey görmüştü. Kocaman beyaz bir yuvarlak, gökyüzünden tüm ışığını aşağıya gönderiyordu. 'Demek bu ay, çok parlak..'

 

Önündeki açıklık alan ayın yaydığı ışıkla aydınlıkken, hemen ilerideki ağaçların sıklaştığı kısım derin bir delikmişçesine karanlıktı.

 

Adel hemen arkasındaki duvara kendini teslim etti, yavaş yavaş kayarak yere oturduğu gibi bacaklarını ve kollarını saldı. Öylece boşluğa bakarken oyuncağını ya da şekerini kaybetmiş bir çocuk gibi umutsuz görünüyordu. Uzunca süre sadece boşluğa bakarak oturdu..

 

Bu sırada ormanın başka bir kuytu köşesinde, karanlık ve bilinmezliği yaran ayak sesleri duyuluyordu. Karanlığın içinde seçilemeyecek kadar siyah koca bir silüet ağaç dallarını kırarak yoluna devam ediyor, onun arkasında daha küçük olanları hızla öndekine yetişmeye çalışıyordu..

 

Tehlike adım adım geliyorum derken mağaranın içindeki keşif üyeleri kendi aralarında hararetli bir konuşma içerisindeydi.

 

Emila'nın içinde hala atamadığı bir şüphe vardı. Bu hararetli konuşmayı ve sıcak ortamı aniden soğutan cümleler ağzından çıkıverdi.
"Adel'e güvenebilir miyiz..? Sadece onun geçmişi hatırlaması hiç mantıklı değil, ya bizi buraya atanlardan biriyse?"

 

Emila'nın sözleriyle uzun bir sessizliğin çökmesinin yanı sıra diğer keşif ekibi üyelerinin aklına da şüphe tohumları ekilmişti.

 

- Adel mi?

 


Adel'in hain olabilme ihtimali içlerini titretmişti, mümkünse böyle bir şey asla olmamalıydı. Sadece aralarından birinin düşman olması değildi mesele, aynı zamanda kamptaki en güçlü kişiyi kaybetmiş hatta en güçlü kişiyi düşman saflarına vermiş olacaklardı.

Sadece bu da değil aynı zamanda kamptaki en güçlü figür de Adel idi, bu kadar insanı bir araya toplayabilecek başka biri var mıydı? Adel'in hain olduğu kesinleşirse kamptaki birlik anında kaybolabilir, yerini liderlik kavgalarına bırakabilirdi. Hepsinden de önemlisi buradan çıkma fikri tamamen buharlaşıp giderdi.

 

Kimseye söz hakkı bile vermeden Klark atıldı. Kaşları çatılmıştı ve sesinden ne kadar ciddi olduğu kolaylıkla anlaşılıyordu.


"Adel hain değil.."

 

Emila sözlerine dahil oldu, "Klark duygusal-"

 


Klark hemen onun sözlerini kesmişti, "Duygusal davranmıyorum. Siz bizden sonra geldiğinizden hiçbir şeyden haberiniz yok, Adel'in kaç kişiyi kurtardığından ya da bizi kurtarırken kaç kere yaralandığından. Ona benim gibi kaç kişinin canını borçlu olduğunu bilmiyorsunuz.

Sadece o örümceklerden kurtardığımız insan sayısı 50'den fazlaydı, o yaratıklardan bir tanesini görseydin böyle konuşamazdın. Adel hain ve bizi buraya getirenlerden biri olsaydı, burada neyin olduğunu ve nelerden uzak durması gerektiğini bilirdi. O mağarada Adel neredeyse ölüyordu, hatta herkes öldüğünü bile düşündü."

 

Klark'ın sözleri biter bitmez herkesin odağı kollarını birbirine kavuşturmuş halde titreyen genç olmuştu. Yüzünde tiksintisini ve korkusunu açık eden inanılmaz bir ifade vardı, gözleri korkuyla bakarken yaşarmaya başlamıştı. Tırnaklarını etine sımsıkı geçirmiş, derin nefeslerle kendine gelmeye çalışıyordu.

Bu beyaz saçlı genci her keşif üyesi seviyordu, beyaz saçı ve sempatik yüzüyle gülmese bile yüzünde gülüyormuşcasına neşe saçan bir ifadesi vardı ama şimdi bu halini gördüklerinde nasıl bir şoka uğradığını kestirebiliyorlardı. Beyaz saçlı genç kısa süre sonra konuşabilecek kadar kendine gelmişti..

"Onları görseydiniz böyle konuşamazdınız.."

 

Gözleri hala korkuyla titreyen genç cümlesinden sonra bir süre duraksadı.

"Beni oradan kurtaran birine hain diyemem, eğer öyleyse bile hala bir can borcum var. Ama.."

 

- Ama??

..

 

26. BÖLÜM SONU

 

----------------------------------------------------------------------------------

 











Klark hemen onun sözlerini kesmişti,

"Duygusal davranmıyorum. Siz bizden sonra geldiğinizden hiçbir şeyden haberiniz yok, Adel'in kaç kişiyi kurtardığından ya da bizi kurtarırken kaç kere yaralandığından. Ona benim gibi kaç kişinin canını borçlu olduğunu bilmiyorsunuz.

Sadece o örümceklerden kurtardığımız insan sayısı 50'den fazlaydı, o yaratıklardan bir tanesini görseydin böyle konuşamazdın. Adel hain ve bizi buraya getirenlerden biri olsaydı, burada neyin olduğunu ve nelerden uzak durması gerektiğini bilirdi. O mağarada Adel neredeyse ölüyordu, hatta herkes öldüğünü düşündü."

 


Klark'ın sözleri biter bitmez herkesin odağı kollarını birbirine kavuşturmuş halde titreyen genç olmuştu. Yüzünde tiksintisini ve korkusunu açık eden inanılmaz bir ifade vardı, gözleri korkuyla bakarken yaşarmaya başlamıştı. Tırnaklarını etine sımsıkı geçirmiş, derin nefeslerle kendine gelmeye çalışıyordu.

Bu beyaz saçlı genci her keşif üyesi seviyordu, beyaz saçı ve sempatik yüzüyle gülmese bile yüzünde gülüyormuşcasına neşe saçan bir ifadesi vardı ama şimdi bu halini gördüklerinde nasıl bir şoka uğradığını kestirebiliyorlardı. Beyaz saçlı genç kısa süre sonra konuşabilecek kadar kendine gelmişti..


"Onları görseydiniz böyle konuşamazdınız.."

 


Gözleri hala korkuyla titreyen genç cümlesinden sonra bir süre duraksadı.


"Beni oradan kurtaran birine hain diyemem, eğer öyleyse bile hala bir can borcum var. Ama.."


- Ama?

 

-------------------------

 

Genç devam etti, "Orada bizi kurtardıktan sonra diğer insanları öldürdü, neden yaptığını bilmiyorum. Öldürecek olsa bizi neden kurtardı?"


Gözler bir anda Klark'a çevrilmişti, o gün insanları kurtaran ekipte Klark ve diğer insanlar bunu bilmese de buradakilerden biri daha vardı. Klark meraklı gözlerin söze dökmedilerse de ne istediklerini anlamıştı,


"Evet bu doğru. Hala bilinci açık olanları kurtardıktan sonra Adel, geri kalanları öldürmemizi söyledi. Onları taşıyamayacak olmamız ve geride bırakmak istemediğinden olmalı.."


Bu açıklama ekibi biraz olsun rahatlatmıştı ama yine de tam olarak ikna olamayan biri vardı. Konuşmaya başlayacağı sıra mağaraya giren Adel göründü. Emila,


"Belki de kendisine sormalıyız.."

 

Adel mağaranın sonundaki geniş alana adımını attığı gibi yavru kurt koşarak üzerine atlamıştı. Onu kucağına alarak diğerlerinin yanına kadar geldiğinde Emila'nın sesini duydu.


"Adel.. Sana sormamız gereken şeyler var."


Adel oturan kalabalığın başına kadar gelip durdu, kollarındaki yavru kurdu okşuyordu.

"Sorun o zaman."


- O örümcek mağarasında insanları neden öldürdün?


Adel'in yüzü sorunun hemen başında değişmişti, yüzü tiksinme ve korkuyla şekil almıştı. Bunu gören herkes Adel'in o yaratıklardan ne kadar korktuğunu anlayabiliyordu. Emila'nın hiç duraksamadan direkt sormasıyla diğerleri gözlerini kaçırmıştı. Adel cevapladı,


"Onları öldürdüm çünkü.. O yaratıkların hiçbir şeyi diğerlerine benzemez. Bu konu hakkında konuşmak beni geriyor, kısa keseceğim. Öldürdüğüm insanların üzerine örümcek yumurtaları bırakılmıştı, çoktan vücutlarına yapışan bu yumurtalar kırıldığında yavru örümcekler için canlı yemek olacaklardı. Sizi canlı olarak içten yemeye başlayan onlarca örümceğe bırakmamı ister miydiniz? Onlara hızlı bir ölüm verdim sadece.."

 


Duydukları karşısında her biri küçük dillerini yutmuştu, Klark ve Emila en cesur ve pervasızları olarak adlandırılan bu ikili bile titremeden edemediler. En çok etkilenen ise beyaz saçlı genç idi, duydukları karşısında hala titriyordu. Kendini öylesine acınası ve iğrenç bir durumda düşündükçe içine hala ürpertiler giriyordu.

Öylesine acınası ve zavallı bir durama girdiği için kendini sürekli şanssız olarak niteliyordu ama aslında o şanssız insanların arasındaki şanslı yarıdan biri olduğunu öğrendiğinde karmaşık duygular içindeydi. Genç kısık sesiyle Adel'e,

"Teşekkür ederim beni kurtardığınız.. kurtardığın için."

 


Adel, gencin kendine karşı duyduğu minnettarlık ve yüzündeki iyimser ifade karşısında mutlu olmuştu. Kendi de hafifçe gülümsedi, bu aynı zamanda bugün Adel'in ilk kez gülüşüydü. Tüm gün kötü anı ve düşünceleri arasında eziyet ve ızdırap çeken Adel'i, küçük bir teşekkür ve tebessüm o karanlık dünyasından çekip çıkarmıştı.

Adel de o anda fark etmişti ki, bu saçma ve anlamsız yası çok fazla sürdürmüştü. Şimdi bu genç tarafından zihinsel olarak kurtarıldığını hissediyordu, bunun altında kalmamak için aynı şekilde bir karşılıkta bulunacaktı.

 


"Siz bana inanmayabilirsiniz, güvenmiyor da olabilirsiniz ama ben her birinize sırtımı yaslayabileceğim kadar güveniyorum. Siz kamptaki en güçlülerin arasındaki en güçlü insanlarınız, öyle olmasaydı burada duruyor olmazdınız. Her birinizin güçlü olduğu kadar kafası da çalışıyor, ben bu yol boyunca sırtımı size yaslayacağım ve sizin yeteneklerinize bu kadar güvendiğim için yükleniyorum.

Artık dönecek bir yerimiz yok, artık ailelerimiz ya da bizi bekleyen kimsemiz yok. Artık sizin aileleriniz yanınızdakiler, sizin aileleriniz canınızı emanet ettiğiniz insanlar ve benim ailem sizsiniz artık.. Siz buradan çıkmak için olan en büyük şansımızsınız, siz başaramazsanız diğerlerinin hiç şansı yok, kamptaki insanların her birinin kaderi sizin elinizde ve HERKES BU BOKTAN ORMANDAN ÇIKMADAN ÖLMEYE İZNİNİZ YOK."

 

Adel konuşma boyunca sert ve kararlı ifadesinden ödün vermemişti, konuşmanın sonlarına doğru adeta kükrüyordu. Sesiyse sanki bir komutanın askerlerine son komutunu veriyormuşcasına ciddiydi. Gözleri ciddiyet ve istekle parlarken hitabet yeteneklerini en ufak parçasına kadar kullanıyordu.

Keşif ekibiyse bu konuşmanın ardından kampın en güçlü figürü tarafından tanınmış ve güçlü olarak ifade edilmiş olmalarının verdiği gururu taşıyordu. Adel'in buradan çıkma isteğini kalplerine kadar ulaştıran bu konuşmanın ardından artık kimse ona hain demeye cesaret edemezdi.

 


Mertens, Klark ve beyaz saçlı genç gibi Adel'in gerçek bir lider olduğuna inanan kimseler, onun tüm kampın kaderini üzerlerine yüklediği bu konuşmanın ardından gözlerinde yanan ateşle parlıyordu. Vazifelerini şimdi daha net anlayabilmişlerdi, bu sadece basit bir keşif değil herkesin canlı çıkabileceği bir yol bulmaktı. Adel'e karşı hoşnutsuz olan birkaç kişi bile bu konuşmanın ardından onun hain olmadığına inanmıştı.

 

Adel, gözleri ateşli bir şekilde parlayan bu topluluğa seslenen bir kral gibiydi. Ayakta dikilmiş onların gözlerine bakıyordu, sözlerinin tükenmesiyle her birinin yüzüne baktı.

 

En başta Emila oturuyordu. Yüzü, kendi öyle olmasa bile ciddiyetle örtülüydü ve gözleri içindeki kararlılık dışarıya taşıyordu. Güzel ve duygularını kolaylıkla belli etmeyen donuk yüzünün yanında vücudu da oldukça düzgün ve fitti.

Burnu ince ve uzun bir nehirmişçesine yüzünde kusursuzca uzanıyordu, dolgun dudaklarıysa donuk bir renkte ilgi çekiyordu. Çok atılgan ve girişken bir kişiliği vardı. Yerde oturmasına rağmen dimdik durmuş, saatlerdir duruşunu bozmamıştı. Adel'e göre insanları kendi etrafında toplayabilecek bir asilin kızı ya da prenses havası vardı.

 

Onun karşısındaysa Klark oturuyordu, Klark her zamanki gibi ciddi ve insanları korkutan soğuk bakışlara sahipti. Sürekli çevresini izleyen keskin bakışları ve çatılan kaşları insanları ondan uzaklaştırıyordu. Kel olduğu zamanın üstünden birkaç gün geçtiğinden saçları biraz uzamıştı, geniş omuzları ve iri fiziğiyle bir tanka benziyordu.

Konuşmanın ardından içinde yanan alev gözlerinden okunabiliyordu, sanki bir kralın canını verebilecek kadar sadık gardiyanıydı. Adel ona baktığında kendisine verdiği güveni ve dik durabilecek gücü rahatça görebiliyordu.

 


Klark'ın yanında örümceklerden kurtarılan beyaz saçlı genç oturuyordu. Hafif uzun beyaz saçları onu yeleli bir kaplan gibi gösteriyordu, yüzü oldukça nazik ve neşeli görünüyordu. Kendi için ifadesiz bir yüz olsa da, çevresindekiler onun bu klasik ifadesiyle sanki ateşe üşüşen böcekler gibi çevresine toplanıyordu.

 


Onun hemen yanında Mertens vardı. Mertens, Adel'in en çok dikkatini çeken isimlerden biri olmuştu. O aynı zamanda yenigelen kamp sakinlerinin gözündeki asil liderdi, Adel'in bir alternatifi ya da onun yerini alabilecek daha iyi bir lider olarak görenler bile vardı.

Yüzündeki kararlı ve keskin bakışla diğerlerinden farklı olduğu hemen belli oluyordu. Klark kadar cüssesi olmasa da vücut yapısı hiç fena değildi, ayrıca dövüş becerileri de Adel'in bakışıyla işlenmemiş bir elmastı. Hepsinin dışında insanları arkasına alabilecek lider havası oldukça baskındı, burada gördüğü lider 4 lider kişilikten biri Mertens idi.

 


Mertens'in yanındaki isimsiz, vücudu ortalama özelliklere sahip olsa da, dövüş ve kafasını kullanma açısından oldukça iyiydi. Buradakiler arasında ilk 5'e gireceğinden şüphesi yoktu ama ismini hala hatırlamamış olması Adel'i düşündürüyordu. Siyah dağınık saçlarının altında, duygularını belli etmeyen soğuk bir yüz vardı ve çevresine çok ilgili olduğu söylenemezdi.

Gözleri ölü balık gibi bakıyor ve korktuğunda bile yüz ifadesi çok fazla değişikliğe uğramıyordu. Pek konuşkan bir kişiliği olduğu da söylenemezdi, hatta hiç.. Çevresine insanları toplayabilecek biri gibi görünmese de oldukça yakışıklıydı. Adel'e göre havalı bir yönü vardı, ayrıca potansiyel olarak ilgisini çeken bir yönü vardı.

 

 

Adel diğer taraftaki ramseye bir bakış attı, Ramsey'in ona karşı olan sinirli yüzü ve kötü tavrı biraz olsun normale dönmüştü. Gerçi her daim sinirli olarak görülen biriydi, bu yüzden Adel çok da takılmıyordu buna.

Ramsey de o siyah dağınık saçlı genç gibi konuşkan değildi ve gerekmedikçe boş konuşmaktan kaçınıyordu ama agresif ve sinirli yapısının getirdiği karakteriyle ufak şeyler için bile şikayet edip duruyordu. Savaş yeteneklerine gelirsek, savaş alanında tamamen kişiliği değişen biriydi. Hala agresif ve saldırgan tarafı geçerli olsa da aptalca hareketlerden kaçınıp kafasını kullanmayı biliyordu.

 

 

Adel'in keşif ekibinde en çok dikkatini çeken isimler bunlardı, hala elinde tuttuğu yavru köpeğe bir bakış attığında onun uykuya yenik düştüğünü fark etti. Keşif üyeleri de saatlerce yürüdükten sonra savaşmıştı, onların da yorgun olduğunu yüzlerinden belli oluyordu.


"Hepiniz yorgun olmalısınız uyuyun şimdi, yarın sabah devam edeceğiz. Klark kapıya iki bekçi dik, sabaha kadar her saat başı değişelim."

 

Bekçi ayarlama işini Klark'a yıkan Adel, hemen bir duvarın dibine geldi ve sırtını duvara yaslayıp gözlerini kapattı. Kucağında yatan uykusunda hırlayıp duran yavru kurdu sakinleştirmek için onu okşuyordu, onun arkasından Adel de çok geçmeden uykuya yenik düşmüştü. Bundan sonra ara ara bekçilerin değişim yaparken çıkardıkları sesleri duyup, uykudan uyansa da hemen uykusuna geri dönüyordu.

 

----------

 

Gecenin geç saatleri bir ses duyuluyordu..

 

Şıp..


Şıp..

 

Yere damlayan suyun sesi gibiydi, Adel zar zor uykusundan ayrıldığında gözlerini açmakta hala zorlanıyordu. Kulağına gelen ses şimdi daha net duyuluyordu, bu sesin ardından başka bir ses daha duydu. Yavru kurdun acı içinde cıyakladığını algılayabiliyordu, kalbinin aniden teklemesiyle derin uykusunu üzerinden atabildi.

Hemen gözlerini genişçe açtı, karanlığın tamamen sardığı mağarada birkaç metre ileride kanlar içinde yatan yavru kurdu zorlukla görebiliyordu. Hızlıca yerinden kalkmaya çalışsa da bedenini hareket ettiremedi, çevresine dönüp bakmaya çalışsa da bunu bile yapamıyordu.

 


Ayrıca karanlık çok ileriyi görmesine engel oluyordu, sağına baktığında kanlar içerisinde kalan Emila'yı gördüğünde neredeyse nefesi kesilmişti. Panik içerisinde soluna baktı, orada ise yerdeki bedensiz başı görmüştü. Mertens'in başı vücudundan ayrı halde yerde öylesine duruyordu. Aklı ve bedeni artık dizginleri koyvermişken, Mertens'in başsız vücudunun yanında vücudunun yarısı olmayan Klark'ı görüyordu.

 

Derin bir şok yaşayan Adel'in gözlerinden yaşlar yere damlıyordu, bağırmaya çalıştıkça çıkmayan sesi onu delirtiyordu. Hareket etmek için çırpınıyorken gözlerine ilişen şey onun tüm umudunu kaybettirmişti, bacakları bedeninden ayrılmış öylesine önünde duruyordu.

Tam o anda önündeki karanlığın içinden hareket eden bir şeyi sezmişti, önündeki karanlığa gözlerini dikti. Karanlıktan bir şey ona doğru yaklaşmaya başlamıştı, hemen ardından karanlığın içinden bir çift kıskaç kendini gösterdi. Hemen arkasından kıskaçın sahibi olduğu kocaman bir örümcek, yüzünün tamamını kaplayan kan ve ürkünç ifadesiyle Adel'in bir metre kadar yakınında ona bakıyordu..

 

 

27. BÖLÜM SONU

 

----------------------------------------------------------------------------------











Gecenin geç saatleri bir ses duyuluyordu..

 

Şıp..

Şıp..

 

Yere damlayan suyun sesi gibiydi, Adel zar zor uykusundan ayrıldığında gözlerini açmakta hala zorlanıyordu. Kulağına gelen ses şimdi daha net duyuluyordu, bu sesin ardından başka bir ses daha duydu.

Yavru kurdun acı içinde cıyaklaması mağarada yankılanıyordu, kalbinin aniden teklemesiyle derin uykusunu üzerinden atabildi. Hemen gözlerini genişçe açtı, karanlığın tamamen sardığı mağarada birkaç metre ileride kanlar içinde yatan yavru kurdu zorlukla görebiliyordu.

Hızlıca yerinden kalkmaya çalışsa da bedenini hareket ettiremedi, çevresine dönüp bakmaya çalışsa da bunu bile yapamıyordu.


Ayrıca karanlık çok ileriyi görmesine engel oluyordu, sağına baktığında kanlar içerisinde kalan Emila'yı gördüğünde neredeyse nefesi kesilmişti. Panik içerisinde soluna baktı, orada ise yerdeki bedensiz başı görmüştü.

Mertens'in başı vücudundan ayrı halde yerde öylesine duruyordu. Aklı ve bedeni artık dizginleri koyvermişken, Mertens'in başsız vücudunun yanında vücudunun yarısı olmayan Klark'ı görüyordu.

 


------------------

 


Derin bir şok yaşayan Adel'in gözlerinden yaşlar yere damlıyordu, bağırmaya çalıştıkça çıkmayan sesi onu delirtiyordu. Hareket etmek için çırpınıyorken gözlerine ilişen şey onun tüm umudunu kaybettirmişti, bacakları bedeninden ayrılmış öylesine önünde duruyordu.

Tam o anda önündeki karanlığın içinden hareket eden bir şeyi sezmişti, önündeki karanlığa gözlerini dikti. Karanlıktan bir şey ona doğru yaklaşmaya başlamıştı, hemen ardından karanlığın içinden bir çift kıskaç kendini gösterdi. 

Hemen arkasından kıskaçın sahibi olduğu kocaman bir örümcek, yüzünün tamamını kaplayan kan ve ürkünç ifadesiyle Adel'in bir metre kadar yakınında ona bakıyordu..

Adel karanlıktan çıkıp kendini gösteren bu yaratığı gördüğünde nefesi kesilmişti, birçok kez eşek cennetinine gitmekten kıl payı kurtulduğu aklına geliyordu ama bu kez bu örümceğin kıskaçları arasında son nefesini vereceğini kabullenmişti.


Örümcek gittikçe Adel'e doğru yakınlaşırken yüzünde her insanı titretip altına işetecek kadar korkunç ve saldırgan bir ifade vardı. Bir noktaya kadar geldikten sonra durakladı, yüzündeki korkunç ifade yavaşça değişirken sonunda onunla alay ediyormuşçasına gülünç bir ifade takınmıştı.

Örümceğin yüzünde alaycı bir ifade oluşmasının ardından şiddetli ve kadim bir ses tonuyla ağzından kelimeler döküldü, 

"Başaramadın, sıçan avcısı."

Cümlesini bitirmesiyle aniden yüzü eski korkunç haline dönüştü ve Adel'in üzerine atıldı..


...


Derin bir nefes alarak yerinden fırlayan Adel'in gözleri genişçe açılmış, yüzünde hayalet görmüş gibi bir ifade vardı. Gözlerini açtığında gördüğü dört tarafı kapalı olan geniş mağaraydı, ilk aklına gelen diğerlerinin iyi olup olmadığını kontrol etmek olmuştu.

Hemen karanlık mağarada çevresine bakındı, şükür ki tüm yoldaşları iyi durumdaydı. 

'Sadece bir kabustu, sadece..'

 

Adel'in kalbi o kadar inanılmaz bir hızla bedenine çarpıyordu ki bedeninin sol tarafını hareket ettiriyordu. Ağrıyan kalbi eşliğinde, yüzündeki teri silmeye başlayınca eli ter içinde yapış yapış olmuştu.

Üzerinde yatan yavru kurdu kenara itekleyip, kalkmak için eliyle yerden destek alacaktı ki hala titreyen ellerine sözünü geçiremediğini fark etti. Kafasını, dibinde olduğu duvara yaslayarak derin nefeslerle kendine gelene kadar bekledi.

Gözlerini kapattığında kabustaki sahne gözlerinin önünde belirdiğinden, dimdik mağaranın karanlık tavanına bakıyordu.

'Başaramadın sıçan avcısı, hah!'



Sonunda titrek kollarına gelen gücü hissedebilmişti, yanındaki mızrağını kavrayıp ayağa kalktı ve mağaranın çıkışına doğru yöneldi. Neredeyse ışık olmayan mağaradan çıkarken karanlığa alışmış gözleri, dışarıdan gelen parlak ışığa dinemeyip kapanıyordu.

Mağaranın çıkışına vardığında ayağı bir şeye takılıp sendelemişti, elini yüzüne gerip neye takıldığına bakınca yerde yatan iki keşif üyesini gördü. 'Salak herifler, bu sefer kolayca kurtulamayacaksınız.'

Sonunda dışarı çıktığında ortam sanki bir ışık patlaması olmuşçasına aydınlıktı ve kısık gözlerini açmasına engel oluyordu. Neredeyse kör olduğu böyle bir anda Adel'i yakalayan gür ve kudretli ses onu ürkütmüştü.


- GuuRw

 

Ses o kadar gürdü ki Adel, sesin titreşimlerinin zeminle beraber kendi vücudunu titrettiğini hissedebiliyordu. Sesi duyduğu gibi istemsizce birkaç adım geriye atmıştı ki yüzüne hafif bir acı saplandı, hemen sonrasında dehşet bir çarpme sesi ve deprem olmuşçasına sarsılan zemin..

- GÜMm..


Sonunda gözlerini açabildiğinde onu toz bulutu karşılıyordu, birkaç saniye sonra toz bulutu yavaşça dağılırken bir figür görünmeye başladı. Toz bulutunun arkasındaki bu figür Klark'ın cüssesini bile aşıyordu, Adel hemen birkaç adım daha geriye attı.

Yüzündeki acıyı hissettiği yere dokunan Adel, eline bulaşmış kanı görüyordu. 'Düşman mı?' O anda yerde açılan bir metre genişliğindeki çukur gözüne ilişti, biraz önce durduğu yerin hemen dibiydi. Çıkan sesin şiddetiyle mağaranın girişdeki uyuyakalmış bekçiler uyanıp Adel'in yanına koştu.

"Ne oluyor?"

Bekçiler gelir gelmez ilk sözleri bu olmuştu, Adel'in bilmek istediği de buydu.

 

Adel, görüşlerini engelleyen toz dağıldığında karşındaki dev cüssenin sahibini daha net görüyordu. 

"S*ktir.."

O anda ağzından çıkan tek şey buydu ve gördüğü şeyin onu aştığını onaylıyordu. Adel'in kafasını yukarıya kaldırarak bakmasını gerektirecek kadar uzun olan bu şeyin vücudu çok iriydi. Kafası sanki bir kaplanınki gibi kudretli görünüyordu ve yüzünden agresifliği kendini açık ediyordu.

Ağzından dışarıya taşan dişleriyle hırrlamaya devam ediyordu, belli ki onları bırakmak gibi bir niyeti yoktu. Bir kurda benzese de iki ayağının üzerinde duruyor olması Adel'in aklını karıştırmıştı, gri renge çalan kürklü yaratığın ayakları bileklerinde garip bir kıvrım alıyor, yatay kıvrım dizleriyle birleşiyordu.

 

(Aklımdakine en yakın çizim buydu, görsellerle desteklemek için atıyorum.)

 

En önemlisiyse yaratığın elindeki çok büyük çift taraflı baltaydı ve demirden yapıldığı parlaklığından belli oluyordu. Adel bu baltayla saldırıya uğramış, doğru zamanda geri çekilerek ucuz yırtmıştı.

 

- Hırr..

Adel'in arkasındaki iki bekçi de bu yaratığı gördüğünde birkaç adım geri çekildiler. Adel, toz bulutunun tamamen kalkmasıyla çevrelerini sarmış olan onlarca yaratığa gözleri ilişti.

Bu kahverengiye çalan kürklü yaratıklar köpeğe benziyorlardı ve önlerindekiyle kıyaslanırlarsa çok küçüktü, hatta insanlardan bile biraz kısaydılar ama her birinin keskin silahları vardı. En az 25 - 30 canavarın olduğuna saymadan kanaat getirebiliyordu.

'Lanet, kaçmak için hiç şans tanımıyorlar.'

 

 


Büyük olan kurt benzeri yaratığın hırrlamaları sıklaşıyordu, Adel onun yakında hamle yapacağını anlamıştı. Bu olmadan önce hala uykuda olan keşif ekibini uyandırması gerekiyordu. 3 kişiyle savaşmaları imkansızdı ve kaybettiklerinde diğerleri ölümü uykularında bekleyeceklerdi.


-ROAAAR

Tam bunları düşünürken yaratık güçlü kükremesiyle düşmanlarının kulaklarını çınlattı ve elindeki dev çift taraflı baltayı kaldırıp Adel'e doğru atıldı. Adel her şeyden önce uyandırması gereken ekibe odaklanmıştı, aniden arkasını döndü ve mağaranın içine doğru ses telleri yırtılırcasına haykırdı.

"UYANIIIIN."

İçerideki ekibinin kalanıysa çoktan bu güçlü yaratığın kükremesiyle yerlerinden fırlamışlardı, hemen mızraklarını kuşanıp mağaranın dışına kadar koştular. Adel ise o anda şaşkındı, onu öldürmek için üzerine atılan dev kurt aniden durmuş onu izliyordu.

'Neden durdu?'

Bu sırada yeni uyanmış keşif ekibi olay yerine yeni ulaşıyordu, karşılarındaki yaratığı gördüklerinde herbirinin gözleri genişçe açılmıştı ama hala ayakta ve beraber oldukları bilinçlerine yerleşmişti.
Her keşif üyesi Adel'in iki yanında dizilip mızraklarını büyük kurda doğru kaldırdı. Bu sırada dev kurdun gür sesini duyma şansını yakalamışlardı.

Gözlerini birbirlerinin üzerine dikip öylece bakıyorken dev kurdun gür ve baskıcı sesi duyuldu,

"Sen.. gobel değil."

İnsanlar ikinci kez şoka uğramıştı, karşılarındaki yaratık insanlarla konuşabiliyordu. 'Gobel de ne? Bir şeyler söylemeliyim yoksa çok geç olabilir.' Adel'in kafasından düşünceler akıp geçerken ağzından iki kelime döküldü.

"Düşman mısın?"


Büyük yaratık sesiyle herkesi bastırıyordu

"Kabal şefi Gert sadece gobele düşman.. Siz düşman mı kabala? ve Gobeller nerede?"


Adel hala durumu anlamaya çalışıyordu, tek bir yanlış kelime ölümlerine sebep olabilirdi. 
'Kabal şefi Gert ? Şef Gert kendisi mi oluyor? Kabal da bu yaratıkların ırkı olmalı.. En önemlisi gobelleri sordu, ayrıca gobellere düşman.. Burada öldürdüğümüz yaratıklardan bahsediyor olmalı.'


"Afedersin ama gobelin ne olduğunu bilmiyoruz, gobel neye benziyor?"


- Hırr..


Dev kurt büyük dişlerini göstererek hırladığında fazla sabrı kalmadığı anlaşılıyordu, neyse ki elini biraz havaya kaldırıp konuşmaya devam etti.

"Bu boylar, çirkin surat ve yeşil böcekler. Gözetçi kabal burada olduklarını söyler.."
demesiyle arkasındaki hafif zırh giymiş yaratığa baktı. Küçük yaratık anlaşılmaz birkaç söz söyleyerek kafasını salladı.


Adel çoktan anlamıştı.. Kabal keşifçi, burada kalan yeşil yaratıkları gözetleyip şefine rapor vermişti. Daha sonra da buradaki yaratıkları öldürmek için silahlarını kuşanıp yola çıkmışlardı. Ne yazık ki kaballardan önce insan keşif ekibi harekete geçip buradaki yaratıkları temizlemişti.

Adel'in kafasından gobel düşmanlığını kullanıp bu kabal denilen yaratıklarla biraz olsun dost algısı yaratmak geçiyordu, sonuçta onlar dev kurdun dediğine göre sadece gobellere düşman bir ırktı.

 

Adel, dev kurt bunu söylemeden önce yanlış düşmana mı saldırdıklarını düşünüyordu. Oklarla saldırıya uğrayan kamp sakinleri ilk gördüğü yaratıkları öldürmüştü, 'ama ya saldıran bunlar değilse?'

Neyse ki çevresindeki kabal sürüsünde hiç ok kullanan yaratık yoktu. Dev kurdun söyledikleri de onu biraz rahatlatmıştı, zaten güçlü olan taraf neden yalan söyleme gereği duyacak ki?

"Burada yaşayan yeşil çirkin yaratıkları biz öldürdük.. Ayrıca size karşı bir düşmanlığımız yok."

Bunu duyduğunda dev kurt Gert'in biraz şaşırdığı yüzünden belli oluyordu, delici bakışlarıyla çevreyi süzerken tereddütte gibiydi.


"Ölü gobeller.. nerede?"


+ Cesetlerini ormanın içine attık.


Gert'in gözleri şüpheyle bakıyordu,

"Onlara götür, insan oğul.."



Adel, dev kurt Gert'in onlara karşı şüpheyle yaklaştığını anlamıştı ve gobellerin öldürüldüğünü kanıtlamasını istiyordu. Bu söyledikleri hiç de ricaya benzemiyordu, huyuna gitmekten başka seçeneği kabul edecek gibi değildi.

"Klark bize yolu göster.. Kalanınız da burada bekleyin ve onları kışkırtmayın."

 

Tüm keşif ekibi bu bilmedikleri yaratıklara karşı mızrakları havada hala tetikteydi, aralarından Klark öne çıktı. Sessizce konuşuyordu,

"Emin misin Adel?"


Adel ses çıkarmadan kafasını sallasa da Klark'ın tereddütleri son bulmamıştı, onlar buradan ayrıldıktan sonra ekibin kalanı öldürülebilirdi ama Adel'in sözlerine uymaktan başka da yapabileceği bir şey yoktu. Klark ve Adel yavaşça Gert'in yanından geçip alanı çevreleyen yaratıklara doğru yürürken, Gert de onların peşine takılmıştı. Önlerindeki kabal sürüsü yavaşça ayrılıp yolu açtılar.

Adel de, Klark da mızraklarına sıkıca yapışmış halde dev Gert'in yapabileceği sinsi bir hamleyi bekliyordu.Neyse ki dev kurt Gert'in böyle bir amacı yoktu ve yol boyunca sessizce takip etmişti.

Gobel cesetlerinin yanına ulaştıklarında iğrenç bir koku burunlarını sızlatıyordu, elleriyle yüzlerini kapattılar. Gert ise bu iğrenç kokudan hiç rahatsız olmamıştı, yavaşça yaklaşıp cesetlerin yanına eğildi. Cesetlerin yaralarını kontrol ederken tatmin olmuş bir yüz ifadesi vardı..

 

Bu yüz ifadesi ile Gert'in iki yanındaki keskin dişler iyice ortaya çıkmıştı.

"Ölü gobeller.. gerçek. Geri gideriz.."

 

Gert'in sözleri anlaşılmak için oldukça karmaşıktı ama ne demek istediğini az çok anlıyorlardı, gobellerin öldüğünü onaylamış ve mağaraya geri dönmelerini istemişti. Bu kez mağaraya kadar Adel ve Klark'a öncülük ediyordu, onları bekleyen kalabalığa ulaştıklarında Gert kükredi.

"KAAA-BAL"

 

 

 

28. BÖLÜM SONU

 

----------------------------------------------------------------------------------

  




Gert ise bu iğrenç kokudan hiç rahatsız olmamıştı, yavaşça yaklaşıp cesetlerin yanına eğildi. Cesetlerin yaralarını kontrol ederken tatmin olmuş bir yüz ifadesi vardı..

Bu yüz ifadesi ile Gert'in iki yanındaki keskin dişler iyice ortaya çıkmıştı.

"Ölü gobeller.. gerçek. Geri gideriz.."


Gert'in sözleri anlaşılmak için oldukça karmaşıktı ama ne demek istediğini az çok anlıyorlardı, gobellerin öldüğünü onaylamış ve mağaraya geri dönmelerini istemişti. Bu kez Gert mağaraya kadar Adel ve Klark'a öncülük ediyordu, onları bekleyen kalabalığa ulaştıklarında Gert kükredi.


"KAAA-BAL"

 


---------------

 

"KAAA-BAL"

Onun kükremesiyle kabalların hepsi bir ağızdan ulumaya başladı, tüm keşif ekibi kalplerine düşmüş korku ve tereddütle mızraklarını sıkıyordu. Bu sırada bunlara hiç benzemeyen bir uluma sesi daha duyuldu, sesi çok inceydi ve hiç korkulacak yönü yoktu.


Keşif ekibinin arkasından çıkan yavru kurt, kaballara eşlik edip onlarla beraber uluyordu. Bu tüm kabalların yanısıra Şef Gert'in de dikkatini çekmişti, gözleri parlıyordu.


"Yeleli kurt.. Neden burada?"

 

Adel hızlıca cevapladı,

"O benimle beraber." demesiyle yavru kurda seslendi,

"Gel oğlum."

 

Yavru kurt hızlıca koşup Adel'in üzerine atıldığında Gert konuştu,

"Gert anladı. Ruh bağı.."

 

Adel, kabal şefi Gert'in neden bahsettiğini anlamadı, sürekli yeni duyduğu şeyler karşısında boş boş bakıyordu.

'Ruh bağı mı?'

 

Adel bunu düşünürken Gert'in sesi yükseldi,

"Gobeller ortak düşman, insanoğullar dost.. Bizi takip et, insanoğullar misafir olacak. Evde insan dili iyi konuşur bir kabal."

 

Adel Klark'a bir bakış attı, bu çıkmazdan kurtulmak için bir fikir bekliyor gibiydi ama Şef Gert'in onları hemen bırakmak gibi bir niyetinin olmadığı belliydi. Gidip görecek ve mümkün olursa döneceklerdi. Diğer taraftan Gert'in iyi insan dili konuşan bir kabalın olduğunu söylemişti.

Eğer bu doğruysa burası hakkında bilgi almak ve kabal denilen yaratıklarla işbirliği yapmak oldukça kolaylaşacaktı. Belki de buradan çıkmak için bildikleri bir yol bile olabilirdi. Adel, meraklı gözlerle onu izleyen ekibe dönüp bağırdı.

"Takip edin, Şefin misafiri olacağız."

 

Keşif ekibi bunun iyi bir fikir olup olmadığını tartışırken öndeki üçlüyü takip ediyordu, onların çevresinde de keşif ekibine eşlik eden kabal sürüsü vardı. Kimseden çıt çıkmazken Adel sessizliği bozdu,


"Şef Gert neden bu kadar büyükken diğer kaballar küçük?"


+ Alfa.. gelişir.

 

İki kelime Adel'in anlaması için yeterli gelmişti, 'Lider olan böyle bir güce mi sahip oluyor?'

Şef Gert, Klark'a bakarak sözüne devam etti.


"Alfa insanoğul hangisiniz?"

 

Alfanın gelişmiş olmasını bekleyen Gert, Klark'ın iri cüssesini gördüğünde onun Alfa insan olmasını bekliyordu ama karşılaştıklarından beri sürüsü adına konuşan karşısındaki yarı çıplak insandı ama onun vücudu iri olmasa da kaslarının geliştiğini görüyordu. Adel gülümsedi,

"Lider benim.. İnsan alfa gelişmez.."

 

Şef Gert'in yüzü şaşkınlığını belli ediyordu,

"İnsanoğul alfa kolay yıkılır.. diğer insanoğullar alfa olmak isterse."

 

Şef Gert çok önemli bir noktaya değinmişti.. Kabal şefin inanılmaz gelişimi diğer kaballardan 3 kat iri ve güçlü olmasını sağlıyordu ki böylece kabalların ona karşı çıkmasını engelliyordu. İnsan liderlerinin bu yaratıklar gibi gelişmemesi, lider olmak isteyen diğer insanlar için büyük bir fırsat oluşturuyordu. Şimdiki lideri öldürüp yerine kolayca geçebilirlerdi..


10 dakikalık yürüyüşün ardından ağaçlar sıklaşmaya başlamıştı, biraz sonra ağaçların ardından bir yapı göze çarpmaya başlıyordu. Ormandan çıktıklarında, tamamen tahtadan oluşan sur* gözlerinin önüne serilmişti, sur oldukça büyük bir alanı koruyordu. Gert gülümsedi,


"Ev geldik"

...

 

O sırada ince bir borazanın sesi kulaklarına ulaşıyordu, sesin ardından surun büyük kapıları gıcırtılarla açıldı. Ellerinde silahlarla onlarca kabal kapıya dizilmiş, geçecek olan sürüyü bekliyordu.
İçeriye ilk adımı attıklarında surun dibine dizilmiş yüzlerce tahtadan küçük kulübe göze çarpıyordu.

İlerledikçe zemin yükselmeye devam ediyordu, burası tam bir tepenin çevresine inşa edilmişti.
En tepede duran büyük bir bina vardı, burasının şefin evi olduğuna şüphe yoktu ve oraya doğru ilerliyorlardı. Keşif ekibi meraklı ve ürkek gözlerle çevreye bakarken, buranın yerlileri de çocuklarını yanlarına çekmiş önlerinden geçen insanlara ürkek gözlerle bakmaktaydı.

 

Ekip tepeye vardıklarında dönüp manzaraya bakıyordu, ilk kez tüm ormana tepeden bakma şansı bulmuşlardı. Hafif esen rüzgar eşliğinde tüm orman bölgesi gözlerinin önüne serilmişti, geldikleri yönde gözlerinin alabildiğine uzanan ormanlar onların beklediğinin çok ötesinde büyüktü.


Diğer taraftan o uçurummuşçasına dimdik uzanan dağ burada bile vardı ve göz alabildiğine iki yöne de uzanıyordu. Bu kabal kampı dağın bitişiğine inşa edilmişti.


Adel sağına döndüğünde yüzü ciddi bir ifade aldı, oradaki kurak alan ve iliklerine kadar kurumuş ağaçlar kolaylıkla görülebiliyordu. İşte burası çıkış olması gereken örümcek mağarasının bölgesiydi ve oldukça yakındı.

 

Manzarayla büyülenen keşif ekibinin dikkatini, hızlıca gelen bir kabal çekmişti. Direkt olarak Şef Gert'in önüne geldiğinde hareretli bir konuşma gerçekleşti ve aniden yüzünün şaşkınlığa teslim olmasıyla keşif ekibine döndü,


"Beni anlıyor musunuz?"

 

Bu kabal diğerlerinden farklı görünüyordu, ne şef kadar iri yarı bir cüssesi vardı ne de diğer kaballar kadar küçük ve çelimsizdi. İkisinin ortası desek hiç de yanlış olmazdı. Ayrıca tüm ekip bu kadar akıcı insan dili konuşabilen kabalı görünce şaşkınlığını gizleyememişti. Emila atıldı,


"Evet.. Çok iyi konuşuyorsun."


Emila her zamanki gibi atılgandı ve ortama hemen adapte olmuştu, hiç korkuyor gibi bir hali de yoktu.

 

Kabal gülümsedi,

"Teşekkür ederim. Ben şefin yardımcısı Hern, tanıştığımıza sevindim." derken insanların yanında duran yavru kurdu gördüğünde gözleri genişçe açılmıştı, heyecanla konuştu.

"Yeleli kurt.. Burada ne arıyor?"

 

Şef Gert insan dilinde konuştu,

"İnsanoğul alfa ile.. ruh bağı."

 

Yardımcı şef bunu duyduğunda şaşkınlığı bir kat daha artıp yüzünde yer etmişti. Şaşkınlığı yavaşça sinsi bir gülüşe dönüşürken,

"Tam da yemek saatine yetiştiniz, içeriye gelin."

..

 

--- O SIRADA KAMP ALANI ---

 

Öğle vaktine yaklaşırken güneş en tepede sarı ışıklarını kamp alanına savuruyordu. Kamp alanı her zamanki gibi oldukça gürültülüydü, böyle bir kalabalığın olduğu yerde gürültü kaçınılmazdı.
Uğultu ve gürültüleri aniden baskılayan acı bir ses kampta yankılandığında Luan ne olduğunu anlamıştı,

"Muhafızlar toplanın gidiyoruz.."


Kampı korumakla yükümlü olanlar dışında hemen bir grup muhafız toplanıp sıraya geçti. Muhafızların hazır olduğunu gören Luan, gençlerden birine işaret etti.

"Bize yolu göster."

 

Biraz yürüdükten sonra kulaklarına inilti sesleri çalındı, Luan geldiklerini anladı. Önlerinde geniş bir çukur duruyordu, gelip çukurun içine baktıklarında içeriye yerleştirilmiş birçok mızrak rahatça görülebiliyordu.
En önemlisi çukurun içindeki bu mızrakların üzerine düşüp yaralanmış olan bir sıçan vardı ve acı çığlık bu yaratıktan gelmiş olmalıydı ama hala ölmüş değildi. Luan konuştu,

"Öldürün.. Dikkatli olun yaralı olsa da saldırabilir."

 

Bir grup yavaşça çukura inip mızraklara saplanmış yaralı sıçanın başını mızraklarıyla deldi. En zorlu kısmı sıçanı oradan çıkarmaktı, onlarca kişi saplandığı yerden çıkarmak için olanca gücünü kullanmıştı. Sonunda çıkardıkları sıçanı kampa götürmek için dizdikleri mızrakların üzerine yatırdılar ve kampa kadar taşıdılar.

Kampa geldiklerinde Luan kulaklarını tırmalayan gürültüyü duymaya başlamıştı, bu seferki gürültü 'Olay var' gürültüsüydü. Hızlıca gürültünün geldiği yere vardığında sinirli yüzü eşliğinde bağırdı,

"Noluyor burda? Muhafızlar, hakemler nerde!?"

 

Olayın göbeğindeki gençlerden biri bir hışımda Luan'ın yanına vardı, birini işaret ederek yüzünde baskın bir öfkeyle konuşmaya başladı.


"Bu piç.. bu piç benim kızıma tecavüz etmiş.. Öldürmezsem ****** "

 

Başka bir genç daha geldi ve konuşmaya başladı,

"Sadece o da değil, onun yanında giden kıza da.."

 

Luan arkaya göz attığında ağlamaktan içleri dışına çıkmış iki genç kızı gördü, sorusunu direkt onlara yöneltti.

"Doğru mu bunlar?"

 

Arkadaki kız konuşabilecek gibi görünmüyordu, onun önündeki daha dik duruyordu ve konuşmaya başladı.

"Evet doğru.."

 

Luanın yüzü birden öfkeyle kaplanmıştı, şimdiye kadar herkes onun nazik ve sempatik tavrını gördüğünden bu onlar için ilkti.

"Nasıl olduğunu anlat. Size saldıranlar kaç kişiydi ve yüzlerini gördünüz mü? Ayrıca başka şahidiniz var mı?"

- Biz.. ikimiz tuvalet kulübesine gidiyorduk, sonra sesler duyup arkamıza döndüğümüzde 3 erkek vardı. Yüzlerini gördük, bunlar onlar..

Genç kızın işaret ettiği yerde iki grup karşı karşıya gelmiş durumdaydı, belli ki kızların grubu ve saldıran erkeklerin grupları birbirine girmek üzereydi. Genç kız ağlamaklı kötü haliyle konuşmaya devam etti,

"Birden üzerimize atladılar, bağırmamız için fırsat bile vermediler. Sadece biri diğerlerini yapmayın diye ikna etmeye çalıştı ama onlar dinlemedi.. Başka şahidimiz yok."

 

Luan'ın bakışları giderek öfkeyle dolmaya başlamıştı, grubunun arkasında saklanan üçlüye doğru kükredi.

"Üçünüz şimdi öne çıkın.!"

 

Ürkekçe ileriye çıkan gençlerden biri bağırmaya başladı,

"Yalan söylüyorlar, biz hiçbir şey yapmadık. Onlar bize kendileri geldi.."

 

O sırada genç kızlardan birinin sevgilisi olan erkek atıldı,

"Bu piçle düello yapmama izin verin.! Gebertmezsem **** ** "

 

Luan yüzünden ciddiyet ve öfke fışkırırken konuşmaya devam etti,

"Bunu yapmamaları için ikna etmeye çalışan hanginizse çıkıp itiraf ederse cezası neredeyse affedilecek, eğer şimdi konuşmazsa akıbeti diğerleriyle aynı olacak. YA ŞİMDİ KONUŞ YA DA CEZANA RAZI OL.!"

 

Luan'ın sözleri üzerine kalabalıktan bir ses yükseldi,

"Yargılama böyle mi yapılıyor artık? Daha hiçbir şey belli değilken itiraf etmelerini istiyorsun.! Diğer hakemler siz böyle bir yargıya razı mısınız?"

 

Bu kişi, kamptaki en büyük gruplardan birinin yeni lideri Anton'du. Daha dün bu grup sebepsiz yere lider değişikliğine gitmişti ve bu yeni lider son günlerde eğitim ve antrenmanlarda çok iyi sonuçlar alıyordu.

Şu anda kamptaki kimse onunla yüzleşmeye cesaret edemezdi ve bu kadar iyi bir dövüşçünün lider olması hiç de şaşırtıcı değildi. Ayrıca eğer bu grubun üyeleri kötü bir olaya karışırsa grup lideri de bundan ceza alacaktı, buna engel olmak istiyordu.

 

Luan sözünün arasına hışımla giren Anton'a fazla söz hakkı vermeden kükredi.

"KES SESİNİ. Tek kelime etme."

 

Luan Anton'u susturmasıyla diğerlerinin hiç görmediği, nazik ve sempatik olmayan bu otoriter tavrını göstermişti. Bu sırada tüm hakemler ancak toplanabilmişti ama Luan'ın otoriter tavrı karşısında hiçbirinin sesi çıkmıyordu. Şua anda kamptaki en yetkili kişi lider yardımcısı ve baş hakem olan Luandı. Diğer 4 hakem de çoğunluğu büyük gruplardan seçilmiş kamptaki sıradan kişilerdi.

Karşılarındaki 3 gencin arasından birinin gözlerinde tereddüt ve korku olduğu seziliyordu, Luan gözlerini o gencin üzerine dikti,

"Şimdi son şansın, konuşmazsan tekrar şansın olmayacak.!"

 

Luan'ın küçük teşviğiyle tereddütteki genç daha fazla direnemedi, diğerlerinin arasından sıyrılıp öne çıktı ve diz çöktü.

"Üzgünüm.. Ben çok üzgünüm, onlara engel olamadım. Çok üzgünüm.."

 

Bunu duymasıyla Grup lideri Anton'un yüzü ekşidi, mızrağını alıp öne doğru çıktı.

"Kamp liderliği için meydan okuyorum, savaşalım hemen şimdi.!"

 

 

 

29. BÖLÜM SONU

 

----------------------------------------------------------------------------------

 

 

 















Luan'ın küçük teşviğiyle tereddütteki genç daha fazla direnemedi, diğerlerinin arasından sıyrılıp öne çıktı ve diz çöktü.

"Üzgünüm.. Ben çok üzgünüm, onlara engel olamadım. Çok üzgünüm.."

 

Bunu duymasıyla Grup lideri Anton'un yüzü ekşidi, mızrağını alıp öne doğru çıktı.

"Kamp liderliği için meydan okuyorum, savaşalım hemen şimdi.!"

 

----------

 


Bunu duyan kalabalıktan uğultu yükseldi, Anton şu anda kamptaki en iyi dövüşçülerden biri olduğundan onun karşısına çıkmayı hiç mantıklı bulmuyorlardı ama Luan'ın başka düşünceleri vardı.

"Öncelikle kamp lideri ben değilim, ben liderin yardımcısıyım sadece. Bana meydan okuyarak kamp liderliğini alamazsın, aynı zamanda yardımcı lideri sadece lider atayabildiğinden onu da alamazsın. Yani Adel'in dönüşünü beklemek zorundasın, onun dışında yargılamaya müdahil olmaya kalkarsan tekrar uyarmam ihanetten yargılanırsın. Şimdi yerine geç yargılama bitene kadar sessizce bekle."

 

Luan, Anton'a sağlam bir gözdağı verdikten sonra kalabalığa hitap etti,

"Bu ikisi tecavüzden suçlu, itirafçı da engel olmamaktan suçlu bulundu ama itirafçı olup gerçeği ortaya çıkardığı için suçu azaltılacak. Bu ikisinin suçları direkt olarak sürgündü ama karşı tarafın meydan okuması yüzünden meydan okumaya çevriliyor ve bunu reddedemezler. Alanı boşaltın ve mızraklarını verin."

 

Kamptaki bazı insanlar bununla tatmin olmayıp bağırmaya başlamışlardı, nasıl olur da böyle bir suç işleyip sadece düelloya çevriliyor.

- Ya suçlular kazanıp da diğerlerini öldürürse? Bu nasıl adalet?

 

Böyle görünse de Luan'ın nefrete bulanmış yüzünde hafif bir gülümseme ve aklında çok başka şeyler vardı. Mızrakları getiren gençlere seslendi,

"Onlar almayacak.."

 

Şimdi her şey netleşmişti ve bu öfkeli kamp sakinlerini sakinleştirmeye yetmişti. Sadece mağdur olan kızların tarafı iki mızrak almış, karşılarındaki iki suçluyla karşılaşmak için öne çıkmışlardı. Bunun üzerine suçluların grubundan birkaç kişi sesini yükseltiyordu,

"Bu adil mi şimdi? Sadece onları infaz ediyorsunuz.!"

"Hakemler sizce uygun mu bu? Böyle mi adalet sağlıyorsunuz?"

 

Konuşmalarından ardından Luan öfkeli yüzüyle arkasındaki 4 hakeme bakış attı, sanki yanlış bir şey deseler suçluların yerinde kendileri olacak gibi hissediyorlardı.

"Hakemler bununla ilgili bir sorununuz var mı!?"

 

Hakemlerden biri yemek pişiren Ceyna, bir diğeri bu suçluların grubuna mensup genç bir oğlandı. Genç çocuk bir şeyler söylemek istese de Luan'ın öfkeli ve oldukça kararlı halini gördüğünde ses edememişti.

"Hayır.."

 

Luan ellerini açıp bağırdı,

"O zaman düello başlasın.."

 

Düellonun başlamasıyla kızgın gençler suçluların üzerlerine atlarken, suçlular hala bunun adil olmadığından yakınıyordu. Sert birer mızrak darbesiyle yere yığılıp kaldılar ama kızgın gençlerin hemen bitirmeye niyetleri yoktu. Genç kızlardan birinin sevgilisi olan genç, yerdeki suçlunun bacağına mızrağı sapladı.

 

..

 

Tüm kamp boyunca suçlunun çığlığı yankılanıyordu..

Devamında mızrağı saplandığı yerden çıkarıp tekrar tekrar vücudunun farklı bölgelerine saplamaya başladı. Gencin yüzünü tarif edilemez bir öfke kaplamıştı ve affetmek gibi bir niyeti hiç yoktu. Diğer gencin ise onun kadar gözünü kan bürümemişti, birkaç darbenin ardından hızlıca öldürmüştü.

Kızgın genç sonunda öfkesini yatıştırabildiğinde, yerde birçok yarayla yatan çığlıklar içerisindeki suçluyu bırakıp grubuna döndü. Bu kadar kolay ölmesini istemiyordu ama Anton gelip suçlunun acılarına son vermişti. Luan o sırada Anton'un yüzündeki kinci bakışı kolaylıkla görüyordu..

 

Bu iki suçlunun infazının bitmesiyle itirafçının cezası verilecekti, Luan kısa bir süre düşündükten sonra yanındakilere seslendi.

"Tutun şunu."

 

Muhafızlar itirafçıyı yakalayıp kaçmasını engellerken, Luan eline mızrağı aldı ve ona doğru yürümeye başladı. İtirafçının ise korkudan dizlerinin bağı çözülmüştü, bağırıyordu.

"Hani benim cezam azalacaktı, ben bir şey yapmadım. Onların yaptığını da söyledim, affedin beni nolur."

 

Korkuyla çığıran gencin nasıl bir ceza alacağı çevredeki insanların merakıyken, Luan ona birkaç kez mızrağın sapıyla vurup bıraktı. Luan'ın onu öldüreceğini sanıp altına işeyen gençse şimdi rahatlamıştı, birkaç sopa darbesi yanda yatan suçluları görünce hiçbir şeydi..

 

 

-- Öğle Vakti , Kabal Köyü --

 

Yardımcı Şef Hern'in yemek teklifini, aç keşif ekibinin reddetmek gibi bir seçeneği yoktu. Şefin büyük konutuna girdiklerinde uzun bir masa üzerindeki yemeklerle birlikte onları karşılıyordu. Zaman kaybetmeden oturup pişmiş etlere yumulurken, çömleğin içerisindeki içecek dikkatlerini çekmişti. Adel sordu,

"Bu nedir?"

 

Yardımcı Hern,

"Bu kendi ırkımıza özel bir kutlama içkisidir, sırlarını size veremediğim için üzgünüm."

 

Klark bir yudum aldıktan sonra yüzü ekşidi,

"Çok ağır.."

 

Adel Yardımcı şef Hern'e dönerek,

"Bu kampın işlerine sen mi bakıyorsun?"

 

Baş köşede oturan Şef Gert söze girdi,

"Hern.. akıllı. Her işi yapar."

 

Hern'in aldığı övgüden göğsünün kabardığı görülebiliyordu. Adel, Hern'in Şef Gert'e hayranlıkla baktığını fark etmişti. Hern ekibe doğru konuştu,

"Yemeğiniz bittiğinde size köyümüzü gezdireyim.. Ayrıca bu gece burada kalıp misafirimiz olun, Lider Adel ile konuşacak zaman kazanayım." derken yüzünde kocaman bir gülümseme vardı.

 

Yemeklerini bitirdiklerinde Yardımcı şefin peşine takılıp kabal köyünü gezmeye başladılar. Yardımcı Şef,

"Burası bildiğiniz gibi Köy Şefi Gert'in konağı, buradan aşağasında benim gibi komutanların evleri yer alıyor. Daha aşağıdaysa savaşçılar ve aileleri var."

 

Biraz yürüdükten sonra her tarafı kapalı iki büyük binaya ulaştılar,

"Burası depo, burada yemeklerimiz ve silahlarımız saklı."

 

Adel şaşırmıştı, 'Kurnaz görünen bu kabal neden birden en gizli kalması gereken bilgilerini veriyor? Güvenimizi mi kazanmaya çalışıyor?' düşünceleri arasında konuştu.

"Ne tür yiyecekler yiyorsunuz? Depolara göz atabilir miyiz?"

 

Yardımcı kabal tedirgin bir yüz ifadesi takındı,

"Iıı, belki sonra.."

 

Adel düşündü, 'Belli ki o kadar da güvenmiyormuş.'

 

Biraz sonra dağın dibine vardılar, koca bir mağara girişi görünüyordu.

"Burası bizim madenimiz, normalde madenci bir topluluktuk ama şartlar bizi savaşçı olmaya zorladı."

 

Adel,

"Kaballar madenle mi uğraşıyor? Ne kadar bilgilisiniz bu konuda?"

 

Hern alaycı bir gülümseme takındı,

"Kabalların tüm diyarlardaki en iyi madencilerden olduğu söylenir, yani söylenirmiş. Bu arada insan dilinde nasıldı.. hah kobold. İnsan dilinde bize kobold derler."

 

Adel'in gözleri parlamıştı,

"Kobold.. yani koboldsunuz. O zaman gobeller de.. ah neden düşünemedim bunu. Goblin mi?"

- İnsan dilinde öyle olması gerekiyor, bu konuda bilgili gibisin.

 

Adel,

"Biraz bilgim vardı ama bildiklerimden çok farklısınız."


Adel düşünüyordu, 'Goblinler ve koboldlar.. Çok sık gördüğüm yaratıklardı ama hiçbiri bunlara benzemiyordu.'

 

Madenden uzaklaşmalarıyla kobold köyünde düz geniş bir alana geldiler,

"Burası koboldların eğitildiği alan, ayrıca meydan okumalar da burada yapılıyor. Böylelikle gezi bitti, Şef Adel biraz da yalnız konuşabilir miyiz?"

 

Zeminde birçok savaşın izi hala duruyordu, bu alan Adel'in oldukça ilgisini çekmişti.

"Ah, bunu kullanabilir miyiz yardımcı şef? Bunun ardından konuşabiliriz."

 

Yardımcı şef kafasıyla onay verdiğinde Adel sesini yükseltti,

"Siz ikiniz gelin bakalım, ciddi olarak savaşmazsanız canınız yanacak.."

 

Adel'in işaret ettiği yöndeki ikili beyaz saçlı neşeli genç ve henüz isimsizlerden biriydi. Ayrıca bu ikili goblin mağarasında nöbetleri sırasında uyuyakalmıştı, Adel'in bunu unuttuğunu düşünüp rahatlamışlardı ama şimdi yanıldıklarını anladılar.

 

Ürkekçe öne çıksalar da Adel'in kararlı duruşunu gördüklerinde kaçamayacaklarını anlamışlardı.. Mızraklarını kaldırdılar ve Adel'in de dediği gibi ciddileşip öne doğru atıldılar. Beyaz saçlı mızrağını Adel'e savurdu, Adel bir adım geriye atıp gelen mızrağa hafifçe dokunup yönünü değiştirdi.

Hemen ardından diğer genç mızrağını saplamak için Adel'e yöneltti, Adel bir adım daha geri atarak onun mızrağını da sert bir vuruşla savurdu. Artık saldırma sırası ona gelmişti, Önce mızrağını toparlamaya çalışan beyaz saçlının ellerine vurup mızrağını bıraktırdı, ardından diğer gencin koluna sert bir darbe indirdi.

O da artık mızrağını tutamadığında kollarına hızlı birkaç vuruş yaptı, ardından bacaklarını yerden kesecek kadar sert birer darbeyle yere yığdı. Bu eğitimin yanı sıra bir cezaydı da, gençler yerde kıvranırken Adel donuk bir sesle konuştu.

"Bir daha nöbette uyumayın, tekrar bu kadar şanslı olamayabiliriz. Gezi şimdilik bitti, siz burada kalıp eğitime devam edin."

 

Adel keşif ekibini burada bırakmasının ardından yardımcı şefe,

"Şimdi konuşalım, sura çıkabilir miyiz?"

- Olur, buradan..

 

Sura çıkan merdivenleri adımlarken her adımda gıcırtı sesleri yükseliyordu. Surda nöbet tutan koboldlar meraklı gözlerle ilk kez gördükleri bu insanı süzüyorlardı. Adel konuştu,

"Köyün yanında garip bir alan görmüştüm, o nedir?"

- Yukarıdan rahatça görebilirsin, koboldlar toprağa ekim yapmayı öğrenip kendi yiyeceklerini yetiştirdi. Yiyeceklerimizin bir kısmı tarımdan, kalanıysa av etlerinden..

 

Adel ilkel sandığı bu kabile köyünde tarım yapılıyor olmasına şaşırmıştı, dahası madenci bir ırkın savaşçı ve çiftçiye evrilmesi çok garipti. Surun üzerine çıktığında köyün hemen yanındaki toprak alanın ekili olduğu görülüyordu. Adel,

"Cidden takdire şayan bir iş.. Peki biraz ciddi konuşalım, bizden istediğin nedir?"

- Sizden istediğim.. Eski Büyük Şef hep insanlardan bahsederdi ve ilk kez bir tanesiyle karşılaşma şansı buldum. Sizinle ilgili daha fazla bilgi öğrenmek istiyorum, insanları daha fazla tanımak istiyorum.

 

Adel gülümsedi,

"Gerçeği konuşmazsak iyi anlaşabileceğimizi sanmıyorum yardımcı şef. Şöyle yapalım; bana cevabını sizin de verebileceğiniz bir soru sorun, ikimiz de yanıtlayıp tekrarlayalım."

 

Yardımcı şef Hern pençesiyle çenesini kaşıdı,

"İlginç bir teklif.. aynı zamanda adil. Sevdim bunu, izninle ben başlıyorum. İnsanların ortalama yaşam süresi ne kadardır?"

 - 60-70 yıl, ya koboldların?

+ Koboldların değişiyor.. Ayrıca insan yılı bizimkinden biraz farklı, hesaplarsak.. En alt sınıf koboldlar 20 insan yılı, kobold komutanlar 30, şef olansa 40 yılı aşkın yaşar. Peki insan doğum süreleri ve yetişkin olma?

- Ben tamamen bildiklerimi anlatayım o zaman, tek tek sormak uzun sürecek. İnsanlar dişinin karnında 9 aylık bir kuluçka sürecinde doğar. Uzun süre savunmasız ve tek başına bir şey yapamaz durumda doğarız.

Aynı anda 2 ya da 3 bebek doğabilir ama 3 çok nadirdir. Çocuk 18 yıl sonunda yetişkin kabul edilir ve bu zamanlarda çocuk olmaktan çıkarız. Sizdeki gibi alfa olduğunda gelişme durumu yok, liderimizi sayı üstünlüğü belirler.

 

Yardımcı şefin yüzünden şaşkınlığı belli oluyordu,

"Bu.. çok ilginç. İnsanlarla ilgili pek çok şey biliyordum ama.. çok şaşırtıcı. Peki koboldlar.. 5 insan ayı boyunca dişi karnındadır ve genellikle aynı anda 3 çocuk doğar. Doğduktan 2 yıl sonra artık yetişkin olurlar ve avlanabilecek duruma gelirler.

Alfa durumuna gelirsek güçlü koboldlar kendini bilir.. belli zamanlarda güçlü koboldlar pozisyonlarını yükseltmek için birbiriyle savaşır, kazanan.. nasıl deniyordu kıdemli kobold olur.

Böylece kısa sürede gelişip benim gibi olur. Şef olmak içinse şef olmaya kararlı kıdemliler savaşır ve ayakta kalan şef olur. Ben bir soru sormak istiyorum, insan topluluğunun sayısı nedir?"

 

Adel düşünceli görünüyordu,

"Peki bunlar da oldukça ilginçti.. Bunları geçmeyi umuyorum, soruna cevap vermeden önce koboldların bizimle ilgili nasıl emelleri var?"

- Kaygılarınızı anlıyorum, koboldların insanlara karşı en ufak bir düşmanlığı yok. Umuyoruz ki insanların da koboldlara karşı düşmanca tavrı yoktur.

 

Adel bu konuşmanın sadedine gelmek istiyordu,

"Yardımcı Şef Hern aceleci tavrınızın aksine lafı çok dolandırıyorsunuz. Laf oyunlarından sıkıldım, eğer iyi bir ilişki niyetindeyseniz direkt olarak söylenmesi taraftarıyım. İstediğinizin ittifak olduğunu varsayabilir miyim?"

 

Hern biraz bocalamıştı, ağzını açtı ama bir şey söyleyemedi. Toparladığında,

"Aslında istediğim bu evet ama size bu kadar zamanda nasıl güvenebilirim? Aynı zamanda birbirimize destek sağlayacaksak, sizin de desteğimize karşı sunabilecek bir şeyiniz olması gerekir. Bizim size sunabileceğimiz birçok kaynağımız var, peki ya sizin?"

- Bizim de size sunabileceğimiz şeyler var, gerçi çoğu bilgi ve fikir ama işinize yarayacağına eminim.

 + Fikir ve bilgi mi? Bunlara çok önem veririm ama şu anda ihtiyacımız olan fikir ve bilgiler değil savaş kazandıracak savaşçılar insan şefi Adel..

 - Yardımcı şef sizin akıllı biri olduğunuzu biliyorum, direkt olarak reddetmek size bir şey kazandırmaz. Ayrıca geldiğim yerde bir söz vardır, 'Bilgi güçtür'.

 

Yardımcı şefin yüzü düşmüştü, beklediği gibi ittifak yapacak savaşçı gücünü bulamamıştı ama Adel'in söylediği de yanlış değildi. Şu an reddetmek hiçbir fayda sağlamıyordu, en azından bir konuşmak gerekiyordu.

"Bilgi güçtür ha? İnsan şefi içeriye geçelim, fikirlerinizi ve orta noktayı bulmayı deneyelim."

 

Adel hafifçe gülümsedi, yardımcı şefi istediği noktaya getirebilmişti. Yardımcı şefin hızla ittifak bulmak zorunda olduğu güç bir durumda olduğunu anlamıştı, şimdi elinde koz olarak tuttuğu insan gücüyle istediği pazarlığı yapabilirdi ama önce hala bu bölge hakkında yeterli bilgisi yoktu,

"İnsan dilini nasıl bu kadar iyi konuşuyorsun? İlk kez insan gördüğünü varsayarsak.."

- Eski Büyük Şef.. insanlarla ilgiliydi ve çok şey bilirdi, o zamanlar savaşçı kobold olan ben ve Gert'e öğretmişti. Büyük şef bizim büyükbabamız oluyor ama Gert ile kardeş değiliz, babalarımız farklı. İnsanlarda nasıl deniyordu.. kuzeniz.

 

Hern konuşmasının sonundayken Şefin konağına varmışlardı, daha önce girmedikleri bir odaya girerken Adel,

"Niye bu kadar yakın olduğunuz anlaşılıyor.. Peki büyükleriniz nerede hiçbirini göremedik?"

 

..

 

 

30. BÖLÜM SONU

 

YN: + ve - ikili konuşmalarda isim yazma zahmetinden kurtarıyor ama aklınız karışıyorsa yazın. Biriyle konuşurken karşıdakinin cevabını - olarak, ilk konuşmacının tekrar cevap vermesi durumunda + olarak yazıyorum. Yine de karışmasın diye Adel " - " olarak konuştuğunda yatay yazıcam.

 

----------------------------------------------------------------------------------

 






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 44308 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr