Bölüm 19: Hobgoblin

avatar
202 1

Aşkın Doğuşu - Bölüm 19: Hobgoblin


Kısım 3: Goblin Yuvası

Herkes tuhaf sese doğru yöneldiğinde tünellerden sürü halinde garip yeşil yaratıkların çıktığını gördüler.

Bu yaratıklar tuhaf olsalar da hareketleri çok düzenliydi. Tünelden çıkar çıkmaz sanki ne yaptıklarını biliyorlarmış gibi etrafa dağıldılar.

Yaylar, kılıçlar, mızraklar ve kalkanlar gibi her biri farklı bir silah tutuyordu. Akılsız yaratıklara nazaran fazla düzenli ve organize hareket ediyorlardı.

"Hihihihihi…." Tuhaf gülme sesleri ile silahlarını sallıyorlar, tehditkâr savaş naraları atıyorlardı. Lakin hiçbiri saldırmak için inisiyatif almıyor, sanki bir şey bekliyorlardı.

Beşerler daha önce hiç böyle bir şey görmemişlerdi. Bugün ilk defa bir 'ordu' ile yüzleşeceklerdi…

"Goblinler mi?" Zebil büyük bir şaşkınlık içinde dedi. Goblinleri duymuştu ama ilk kez görüyordu. Onlarla burada karşılaşmayı ise hiç beklemiyordu. Zira onlar jindi ve jinler, beşerlerin ezeli rakipleriydi.

Onlarla ilgili sadece şeflerin bildiği bazı sırlar vardı…

Lilith yavaşça Adam'a yaklaştı. Adam ile birlikte daha önce goblinlerle savaşmıştı ama ilk defa bu kadar çoğunu bir arada görüyordu. Normalde sayıları 5'i geçmeyen küçük partiler halinde gelmeleri gerekiyordu. Sayıları otuzu bulan bir ordu ile değil!

Adam'a, 'neler oluyor?' dercesine baktı. Adam da 'ben de bilmiyorum…' dercesine omuz silkti.

Onlar bakışırken, mağaranın içinden bir ses duyuldu.

"Demek beşerlermiş," diyen, gırtlaktan gelen kalın bir sesti. Kulak tırmalayan rahatsız edici bir tonu vardı.

Konuşan bir goblin!!! Zebil korkunç bir ihtimali düşündüğü için tedirgin oldu. Hemen Adam ve diğerlerine baktı ki onların da şaşkın ifadeler sergilediklerini gördü.

Bu sesle birlikte ortamın sıcaklığı bile düşmüş gibiydi.

Kısa süre sonra sesin sahibi de göründü. "Ben de güçlü bir canavarın ortaya çıktığını sanmıştım…"

Goblinlere benzeyen ama çok daha uzun bir yaratıktı. Boyu yaklaşık Adam kadar olan, 170-180 cm civarıydı ve ayrıca diğer goblinler kadar çirkin görünmüyordu. Onlar gibi koyu yeşil değil, daha açık yeşil bir ten rengi ve daha kısa kulakları vardı. Lakin iyi bir zırh giymiş ve sırtında da iki ürkütücü balta asılıydı.

Gelen yaratık çelimsiz goblinlerin aksine, tam donanımlı bir savaşçıydı. Savaşmak için yaratılmış bir ölüm makinasıydı adeta…

Lilith ve Adam birbirine baktı ve aynı anda "Hobgoblin!" dediler.

Adam, Lilith'in bu yaratığı bilmesine şaşırmadı ama Lilith, Adam'ın hobgoblinleri bilmesine şaşırmıştı. O zihninde sesini duyduğu pan yılanından öğrenmişti. Peki Adam kimden öğrenmişti?

Hobgoblin de şaşırmış görünüyordu ki, altın renkli iri gözleri ve içindeki dikey yarıklı gözbebekleriyle onlara baktı. Lilith'in ruhpan olduğunu hemen tuttuğu asa sayesinde tahmin edebilmişti. Zira goblinlerin de ruhpanları vardı.

Ayakta durmakta bile zorlanan Adam'a ise hiç dikkat etmedi.

"Sizin gibi zayıf beşerlerin bu kadar aşağılara inmeye cesaret etmesine şaşırdım doğrusu." dedi. "Demek bunca zamandır devriyelerimi siz öldürüyordunuz. Kurbağa canavarını da siz öldürdünüz herhalde…

Yukarıdaki rahat mağaranızda saklanmaya devam etmeliydiniz. Yeraltı sizin için değil…"

Burada en güçlü kişiler olarak Zebil ve Barbara'yı tahmin ettiği için ilk önce onları süzdü ama ne dediğinden bihaber görünmelerine şaşırdı. Onlar değil mi?

O sırada garip bir şekilde birbirine bakan Lilith ve Adam'ı fark etti ve hemen bir çıkarım yaptı.

"Hihihih…" Çok komik bir şey düşünmüş gibi birden gülmeye başlarken, "HAHAHAHA!!", sırtındaki baltalarına uzandı ve öfkeyle:

"Ben Gark, Görkemli Gork'un kardeşi, Küçük Prens'in sadık bir askeriyim. Güçlü bir rakiple karşılaşmak için ta buralara kadar gelme zahmetine katlandım ama hayal kırıklığına uğradım…"

Tamamen hayal kırıklığına uğramış bir ifadeyle, "Şimdi…" derken ürkütücü baltalarını onlara doğrulttu ve "Siz kimin hazinesini yağmaladığınızın farkında mısınız?!

Gerçekten de 'lanetlenmiş olanları' doğuran tür olmanıza şaşmamalı… Kesinlikle cüretkarsınız!!!" öfkeyle kükredi.

Duyduklarına inanamayan Lilith, "Lanetlilerle hiç bir alakamız yok! Yüce Pan'ın sadık takipçileriyiz!" diye hemen karşılık verdi. Zira üzerlerine yapışmasını istemediği büyük bir günahtan söz ediyordu.

"Lanetli olanlar…" Adam mırıldandı ve Lilith'in önceki vaazlarını hatırlamaya çalıştı…

Bir keresinde eski nesillerden kalma mağara resimleri önünde bir vaaz vermişti. Hatta ilk vaazı olduğu söylenebilirdi. Pan yılanı kulağına fısıldadığında verdiği ilk dersti.

O derece önemli bir konuydu ki neredeyse tüm beşerlerin öğrendiği ilk şey buydu.

Lanetliler, Yüce Pan tarafından lanetlenmiş ve yok edilmiş kadim bir kavimdi. Onlara, 'İnsanlar' denirdi.

Buna göre Pan, bu dünyayı yaratmıştı. Daha sonra güneşi ve ayı midesinden çıkararak, bu diyarlara ışık getirmişti. Lakin isimleri daha sonra lanetlenmiş bir kavim olan 'İnsanlar' güneşe dokunmaya cüret etmişler, ışığı çalmaya ve kendileri için almaya çalışmışlardı.

Ne kadar da cesurmuş onlar… Bu hikayeyi ilk kez duyduğunda Adam'ın düşündü şey buydu.

Tabii ki başarısız olmuşlardı, lakin Pan onların tamahkarlıklarına çok öfkelenmiş ve sonunda Doğbat dağlarını yükselterek, bu diyarları güneşten mahrum bırakmıştı.

Hava hala aydınlanıyorsa ve ay gökyüzünde parlamaya devam ediyorsa bu hala Pan'ın lütfu olarak görülür ve karşılığında çok minnettar olmaları öğütlenirdi.

Ayrıca efsaneye göre İnsanlar, beşerlerden çıkmıştı. Bu yüzden beşerler, günahkar bir ırk olarak bilinir ve Terk-i Diyar'da hiç sevilmezlerdi. Hiç bir beşerin sonraki günü görememesi de bu şekilde yorumlanırdı. Cennet bahçelerine ulaşabilenler hariç tabi…

Lakin Lilith'in kendini gösterip ilk vaazını verdiği gün, Adam da kendini göstermişti. Anlatırken Lilith'in bile korkudan titrediği bu kadim kehanetten etkilenmemiş, mağara çizimlerini çok kaba ve belirsiz bulmuş, üstüne hikayede bazı kusurlar olduğunu bile söylemişti.

Örneğin, "Pan o kadar güçlüyse İnsanlar güneşe nasıl dokunabilmişler?" ya da "Pan'a rağmen ışığı çalmaya çalıştılarsa çok güçlü olmalılar değil mi?…" Gibi sorular sormuş ve minik Lilith'i küçük düşürerek, ağlamasına sebep olmuştu.

Lilith ağladığında Adam'da ilk dayağını yiyerek, kutsallar hakkında soru sormaması gerektiğine dair ilk dersini almıştı…

Adam bu eski efsanelere daha fazla kafa yormadı ve hemen diğerlerine dönerek, "Millet beni dinleyin! Hep birlikte hareket edersek goblinleri yenebiliriz." diye bağırdı.

Lakin kimse acele etmedi.

"İlginç…" Barbara, Adam'ın bu yaratığın adını bilmesinden ve öne çıkmasından etkilendi.

Bu mağarada uzun süredir yaşadığı göz önüne alınırsa sürpriz değildi gerçi. Hemen yanındakilere seslendi, "Güzel Çocuk 1 ve 2! Hemen Adam'a yürümesi için yardım edin ve talimatlarını takip edin!"

"Anlaşıldı!"

İkisi hemen ayakta durmakta zorlanan Adam'ın kollarına girdiler. "İyi geçinelim küçük kardeş…"

Adam, onlarla uğraşmadı ve sadece Barbara'ya minnettar bir şekilde bakarak Tekeş'e döndü, "Tekeş, zulayı aç!" dedi. Sonra diğerlerine de dönerek, "Kimse ani hareket yapmasın!" diye emir verdi.

Zebil ise az önce konuşan hobgoblinden gözlerini ayırmadan, "Neden seni dinleyecekmişiz?" diye sordu ve "Goblinlerin zayıf yaratıklar olduğunu herkes bilir!" diyerek çıkıştı.

Bildiklerini kendine saklayarak; sadece Adam'ın şef gibi emirler yağdırmaya başlamasından rahatsız olmuştu. Zira şimdilik tek bir hobgoblin olduğuna emin olduktan sonra rahatlamıştı.

"Sen kime zayıf diyorsun!!" Hobgoblin Gark sonunda tekrar konuştu.

Tekeş'in altında hazineden çıkarılmış çeşitli silahların olduğu bir örtüyü kaldırdığını ve diğerlerine dağıtmaya başladığını görünce de iyice öfkelendi.

"İyi iyi… Küçük Prens Diabolik'in ordusu için hazırladığı hazineye dokunmaya cüret ettiniz! Bugün ben Gark, sizin gibi zayıf hayvanlara haddini bildireceğim!"

Zebil sadece Taşkafa'ya bir bakış attı. Açıkça suları test etmesini istiyordu.

Taşkafa mesajı almış gibiydi. Heyecanlandı ve "Gel bakalım küçük goblin!" derken saldırıya geçti.

Lilith sadece "Aptal!" derken gözlerini devirmekle yetindi. Burada uzun süre yaşayan Adam'ın uyarılarını görmezden geldikleri için daha ne kadar aptal olabileceklerini düşündü. Toplayabildiği azıcık dışgüç ile hemen Adam'ın yaralarıyla ilgilenmeye başladı.

"Benim üzerimde harcama!" Adam hemen dedi. "Sadece biraz üzüm yemem yeterli…"

"Ama?" Lilith hara olmuş bacaklarına bakarken tereddüt ediyordu.

Adam, "Korkarım yaralarımdan daha büyük sorunlarımız var. Gücünü saklasan iyi olur…" demekle yetindi.

"Tsk!" Gark ise kendisine doğru hücum eden Taşkafa'yı sadece küçümsemekle yetindi. Yerinden hiç hareket etmeden kolunu kaldırdı ve goblinler yaylarını hemen Taşkafa'ya doğrulttu. Kolunu indirdiğinde ise onlarca okun, Taşkafa'ya doğru uçması bir oldu.

"Ahhhh!"

Taşkafa üzerine gelen oklardan kaçmaya çalışsa da pek başarılı olamadı. Bacaklarına ve göğsüne birkaç tane ok saplandı ve acı içinde bağırdı.

"Taşkafa!!" Zebil ve Çataldil hemen hareketlendi ama çok geç kaldılar.

Gark baltalarını savururken yıldırım gibi atıldı ve bu enayinin işini oracıkta bitirmek istedi. Lakin Zebil de çok hızlıydı ve hemen yetişti.

Clik! Klank!

Bom! Boom! BOOM!

Zebil'in elleri hayalet gibi belirsizleşti ve bıçağı gözün takip etmekte zorlandığı hızlarda dans etti. Gark'in iki baltası ile yaptığı saldırıları püskürtürken hemen onlarca darbe alışverişi yaptılar.

"Hızın fena değil…" Gark bir an için geri çekildi ama "Ama gücün yeterli olmaktan uzak!" derken tekrar atıldı.

"İyi değil!'' Zebil tehlikeyi fark etti ve hemen geri çekilmeye çalıştı.

BOOOM!

Siyah demirden yapılmış iki soğuk balta, Azrail'in tırpanı gibi havayı biçiyor, çarptığı yerlerde tozu dumana katıyordu.

Çataldil ve Zebil'in ikisi beraber tek bir hobgoblin tarafından geri püskürtülüyordu.

"Hahahaha! Ne oldu, niye kaçıyorsunuz?!" Gark ikisini birden yenerken neşeyle güldü.

Daha fazla dayanamayan Zebil, arkasını dönmeye fırsatı olmadan bağırdı, "Daha ne bekliyorsunuz!!!"

Adam her ne kadar Zebil'in boyunun ölçüsünü aldığını görmekten memnun olsa da onu ölüme de terk edemezdi. Ortak bir düşman belirmişken, eski kavgalar unutulmalıydı.

Başını salladı ve dedi: "Yardım edelim…"

"Bu balta tam bana göre…" Barbara ise o sırada Tekeş'in açtığı zuladan silah beğenmekle meşguldü. Sanki Zebil ve diğerlerinin ölmelerinin ya da yaşamalarının kendisi ile alakası yokmuş gibiydi. Kendi cüssesine uygun dev bir çift başlı uzun baltayı (teber) kaldırmış ve yiğitçe omzuna yerleştirmişti.

"Zırh seçmeye zamanım olmaması üzücü…" diye de yakınmadan edemedi.

Hala zırha ihtiyacı var mı? Lilith, onun kıskanılası güçlü ve sert bedenine bakarken düşündü.

Adam da bu devasa teberin ona yakıştığını düşündü. Tekeş' döndü ve "Bana bir yay ve ok gönder. Sonra da konuştuğumuz gibi onları tuzaklara çek!" diye hatırlattı. Lilith'e ise yanında durması ve dış gücünü hazır etmesini tembih etti.

Barbara'ya ise bir şey söylemesine gerek yoktu. Sadece giderken, "Dikkatli ol!" diye bağırmakla yetindi.

"Ayyy…. Ben de sıkılmaya başlamıştım. Yeni silahımı test edeyim bari…" Hiç önemli değilmiş gibi baltası sırtında, zarif adımlara goblinlere yöneldi.

Lakin zarif tavrı sizi şaşırtmasın!!!

O hala kana susamış, vahşi bir yırtıcıydı. Ve bu yırtıcı çok uzun süre kafesinde kalmıştı…

"HAAA!!!" Adımları bir anda hızlandı ve bir araya gelmiş küçük bir goblin gurubuna atılırken bağırdı.

BOOM!!!

Ağırlığı yüz kiloyu rahatlıkla geçebilecek koca demir yığınını, kürdan gibi salladı ve balyoz gibi tam ortalarına vurdu.

Vurduğu yerdeki kayalar parçalanırken, goblinler ayakta durmakta zorlandı ve bir an için ayakları yerden kesildi. Barbara'ya tek gereken de buydu. Baltasını sapladığı yerden çıkardığı gibi etrafında bir tur çevirmesi bir oldu ki anında 5 kafa havalanırken, geriye kandan bir şelale kaldı.

Evet, sadece kafalarını kesebilmek için onları havaya kaldırmıştı…

"HAADDDİİİ!" Kanla birlikte coşkusu artarken, çılgınca güldü ve korkudan titreyen diğer goblinlere atıldı.

"HAHAHAHA!!!!" O sırada Gark ise diğerlerini ittikten sonra baltalarından birini yerde kıvranan Taşkafa'nın göğsüne saplamış çılgınca gülerken, "HAYIRRR!!!" diye acı içinde bağırması bir oldu.

Çünkü beşerlerden birinin ordusunu ekin gibi biçtiği, kanlı sahneye şahit olmuştu.

"Nasıl cüret edersin!!!" Baltasını Taşkafa'nın göğsünden söktüğü gibi Barbara'ya atıldı.

"Puahh!!!" Yerde acı içinde kıvranan Taşkafa kan kustu.

"Taşkafa!!!" Gark tarafından bastırıldıkları için kolları ve bacakları yara içinde kalan Zebil ve Çataldil hemen oraya koştu. Taşkafa'nın yaraları çok ağırdı. Başlangıçta yediği oklar, çok derine batmadığı için önemli değildi. Lakin Gark'ın acımasız darbesi, göğüs kafesini parçalamıştı.

"Ruhpan!!" Zebil hemen Lilith'e seslendi.

Lakin Lilith'in başı üzerine onlarca küçük ateş topu yoğunlaştırarak saldırmaya hazırlandığını gördüğünde kalbi battı. Önceki patlama ve sonrasında Demirderi'yi iyileştirdiği için fazla dışgücü kalmamıştı. Kalanı ile Taşkafa'yı iyileştirebilmesi zordu.

Adam da Taşkafa'nın son nefesini vermek üzere olduğunu gördü. Sadece gözlerini kapatmak ve iç çekmekle yetindi. Onun için yapabileceği bir şey yoktu.

Bugün gerçek bir savaşın acımasız yüzüyle karşı karşıyaydılar…






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 44450 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr