Bölüm 564 : Kaderin Birleştirdiği İkili...

avatar
4049 17

A Will Eternal - Bölüm 564 : Kaderin Birleştirdiği İkili...


Çevirmen : Clumsy 

 

Yaban Araziler öylesine büyüktü ki gerçek boyutunu bilen kişi sayısı çok azdı. Fakat onlarla ilgili bir iki şey bilen çoğu yetişimci bir tahminde bulunabilirdi.

 

Dünya daireselse Cennetkarışı Denizi tam ortasına düşüyor ve dört ana yöne birer devasa nehir yayılıyordu. Akarsu kolları, şelaleler ve deltalar da nehirlerden yayılan ufak ağaç dalları gibiydi.

 

Cennetkarışı Nehrini kapsayan alan Cennetkarışı Alemiydi. Nehrin var olmadığı noktalarsa dünyayı oluşturan ‘dairenin’ aşağı yukarı yarısıydı. Ve o noktalar… Yaban Araziler olarak biliniyordu.

 

Hatta çok bilinen bir deyiş de mevcuttu: Büyük Setin ötesindeki her yer Yaban Arazidir!

 

Dört ana nehir arasındaki alanlar Büyük Setin dört ana alanını oluşturuyor ve birer kapı görevi görerek Cennetkarışı Alemini içerde, Yaban Arazileri dışarıda tutuyordu.

 

Yeterince yukarıdan bakıldığında Büyük Setin dört alanı büyük bir daireyi andırıyordu.

 

Daha isabetli olmak gerekirse, iki daireyi andırıyordu. İç halka Cennetkarışı Alemi, dış halkaysa Yaban Arazilerdi. Teorik olarak konuşursak kişi yeterince uzun süre yürüdüğü takdirde Yaban Arazilerde büyük bir daire çizebilirdi. Bu yüzden bir tekneye adımını atmadan dört ana nehre ulaşmak mümkündü.

 

**

 

Yaban Arazilerin derinliklerinde uçsuz bucaksız bir orman mevcuttu, upuzun, alabildiğince yoğun ağaçlar devasa bir kubbe oluşturuyordu. O kubbe sayesinde de aşağıdaki çürüyen bataklıklara yalnızca dağınık güneş ışığı huzmeleri geçebiliyordu.

 

Bu tarz ormanlar Yaban Arazilerde çok yaygındı. Bu alanlar Cennetkarışı Nehrinin ruhsal gücünden yoksun olsa da hala hayat doluydu. Hatta buradaki bitkiler de yerli vahşiler de ruhsal gücün doğurduğu kısıtlamalardan muaf şekilde oldukça fazlaydı.

 

Bu ormandaki irice ağaçlardan birinin dibinde pek çoğu ısırık izleri taşıyan kemikler bulunuyordu. Ayrıca uçan yaratıkların dağınık tüyleri de görünüyordu. Ve son olarak o kemiklerin ortasında ağacın kendisine dayalı bir insan mevcuttu. Saçları darmadağın, düğüm düğümdü ve bazı küçük yaratıkları yemekle meşguldü. Çiğneyişinden yükselen sesler korkunç bir şekilde ormanda yankılanıyordu; belli ki öylesine açtı ki et kemik ayırt etmiyor, ne bulursa tüketiyordu!

 

Bu insanın etrafındaki tüm kemiklere bakılırsa öğünü bayağı bereketli olmuştu. Sahiden ürpertici bir manzaraydı…

 

Çok da uzak olmayan bir yerde, başka bir iri ağacın altındaysa bir ceset vardı! O cesedin haftalardır orada yattığı için çürümekte olduğu barizdi!

 

Şimdiden yüz hatları çıkartılamayacak kadar çürümüştü ama kıyafetlerine bakılırsa yaşarken bir yetişimciydi. Hatta yanında bir de çanta yatıyordu.

 

O çiğ etleri tüketen kişi Bai Xiaochun’un ta kendisiydi.

 

Cesede gelince… Bai Xiaochun’un bile onun kim olduğu hakkında hiçbir fikri yoktu.

 

Bai Xiaochun aşağı yukarı iki ay önce, fırtınalı bir gecede bu noktaya ışınlanmıştı. Fena halde yaralı olduğu için ağacın dibine emekleye emekleye zar zor ulaşmış, kalan son ruhsal gücüyle hasarlı Ebedi Şemsiyesini çıkartıp yanındaki zemine saplamış, onun yaydığı güçle kendini korumaya almıştı. Ruhsal gücü tamamen tükenince de öylece hareketsiz yatıp kalmıştı.

 

En nihayetinde başka bir ağacın altında yatan genç adamı fark etmişti. Genç adam o esnada ölü değildi. Bai Xiaochun’a uzun bir süre gözlerine inanamayarak bakmış, ikisi de hiçbir şey söylememiş, biraz sonra da adam başı öne düşerek ölüvermişti.

 

Genç adamın öldüğünü görmek Bai Xiaochun’u dehşete düşürmüştü ama o anda kımıldayacak kadar bile gücü yoktu. Anın doğurduğu duygularla bitkinliği birleşince de bilincini yitirmişti.

 

Hemen hemen bir hafta boyunca uyanmamıştı. Ne yazık ki o sıralar hala kımıldayamayacak kadar güçsüzdü. Yaraları gerçekten ciddiydi ve ölüm döşeğine gelmiş, ruh gücü tamamıyla tükenmişti. İyileşmenin zaman gerektireceği kesindi. Neticede çantasını açacak ruh gücü bile yoktu.

 

Etrafı çeşitli vahşi yaratıkların cesetleriyle çevriliydi fakat onları bayılmadan önce gördüğünü anımsamıyordu. Belli ki bu hayvanlar Ebedi Şemsiyeye yaklaşıp onun yaydığı baskı tarafından ölmüştü.

 

Ayrıca şemsiyenin gücü diğer ağaçtaki genç adamın cesedini de korumuştu.

 

“Çantamdan başka bir şey yerine Ebedi Şemsiyeyi çıkartarak iyi etmişim. Aksi takdirde… Uyandığımda ben de yenmiş olabilirdim.” Acı bir şekilde iç çekerken kalbi öfkeyle dolmuştu.

 

“Benim gibi büyüleyici bir tümgeneralin bu seviyeye düşmesi… Er ya da geç hak ettiğini bulacaksın Al-Toprak nine! Sana Lord Bai’nin ne kadar harika olduğunu göstereceğim! Ve sana gelince Chen Hetian, artık benim baş düşmanımsın!

 

“Ai. Bu defa cidden çok fena yaralandım…” Bai Xiaochun hem ağlamak istiyor hem de giderek daha da öfkeleniyordu. Fakat kafasını bile çevirecek gücü yoktu, yapabildiği tek şey gözlerini döndürerek aşina olmadığı bu çevreyi incelemekti.

 

En nihayetinde kendisini şu anki durumunu kabullenmeye zorlamış ve etrafta ruhsal enerji olmadığı için Cennetkarışı Nehri yakınlarında olmadığını anlamıştı. Belli ki Yaban Arazilerde bir noktaya ışınlanmıştı.

 

Bir müddet sonra iç çekmiş ve sıkkın şekilde gözlerini devirerek yakınlardaki ağacın altındaki cesede bakmıştı.

 

Önceleri bu genç adamın ölüm sebebini anlamak imkansızdı. Ama artık teni simsiyah kesilmişti, bu da kalbini ve kan damarlarını ölene dek yakan bir çeşit zehirli büyü tekniğiyle vurulduğunun bariz kanıtıydı.

 

Bai Xiaochun ansızın yeni bir bitkinlik dalgasıyla savrulmuş, bir kez daha kendinden geçmişti. Hemen hemen bir hafta sonra tekrar uyandığındaysa kafasını birazcık kımıldatabilmişti. Ayrıca artık kendisini tamamen uyuşuk da hissetmiyordu. Hatta her tarafına iğne misali acılar saplanışını hissedebiliyordu. Katlanılamayacak gibi bir histi ama iç çekip beklemekten başka yapabileceği bir şey yoktu.

 

“Hiç değilse artık acıyı hissedebiliyorum. Demek ki yavaşça iyileşiyorum.” O noktada etrafta biriken hayvan cesedi sayısı artmıştı ve Bai Xiaochun öylesine açtı ki sersemlemiş haldeydi. Ne yazık ki sadece kafasını kımıldatabiliyordu, ötesi yoktu. Yutkunarak bir müddet daha orada bomboş yatmış, cesedi biraz daha analiz etmeye koyulmuştu.

 

“Kuruluş Kadrosu başlarında gibi görünüyor… Labirentten ışınlanmamıştır. Muhtemelen yerli bir ruh yetişimcisidir. Birinden veya bir şeyden canını kurtarmak için kaçıyordu herhalde.” Bai Xiaochun bu konuda pek endişeli değildi. Sonuçta orada yaklaşık yarım aydır yatıyordu ve gelen geçen olmamıştı.

 

Zaman geçtikçe cesedi incelemeyi sürdürüyor, yeni kanıtlar buluyordu.

 

“Başıboş bir yetişimci gibi görünmüyor. Bir yerli yetişimci klanına aitti herhalde…”

 

“Ölmeden önce ona baktığımı anımsıyorum. Vahşi ve meydan okuyucu görünüyordu. Yerine getiremediği amaçları olmalı…”

 

“Bayağı da genç duruyor. Zeki ve yakışıklı, tabii benim kadar değil.” 

 

Sık sık kendi kendine böyle şeyler mırıldanmıştı. Sonuçta yavaş toparlanma sürecinde o cesedi incelemek dışında yapabileceği hiçbir şey yoktu.

 

Yoruldukça da uykuya geri dönüyordu. Eninde sonunda iki ayın sonuna gelmiş ve yeniden kımıldayabildiğini fark ederek heyecana kapılmıştı. Yaptığı ilk şeyse Ebedi Şemsiye yüzünden ölen hayvanlardan birine doğru emeklemek olmuştu.

 

Ve o şeyi tek lokmada tüketivermişti.

 

Geride kalan iki ayda öylesine acıkmıştı ki önünü bile doğru düzgün göremez hale gelmişti. Buna bir de iyileşme sürecinin onu neredeyse bomboş kılışı eklenince yakınlardaki yaratıkları tek oturuşta yemişti. Hatta minik kuşları, tüylerini bile mideye indirmişti.

 

Yedikçe içi ısınmış, enerjisi artmıştı. En sonunda görünürdeki her şeyi tüketince de yeniden canlandığını hissetmişti.

 

Heyecanlı bir şekilde, “Geri döndüm!!” diye bağırdı. Tüm olasılıklar aleyhineyken ölümden kurtulmak harika bir histi. Labirentte olanları düşündükçe gerçekten yeraltı dünyasının kapısından döndüğünü hissediyordu.

 

İç çekerek cesede yürüdü.

 

“Geçen iki ayda bana eşlik ettiğin için teşekkürler kardeşim.” dedi hafifçe. “Sanırım bizi burada birleştiren kaderdi. Eğer bir şans bulursam intikamını almak için elimden geleni yapacağım.” Sonra da uzanarak cesedin yanındaki çantayı aldı.

 

Bu esnada ormanın yakınlarındaki çorak bir dağdaki biri, bir mağarada oturup meditasyon yapmakla meşguldü.

 

Önünde yedi sekiz ceset vardı, hepsi de Kuruluş Kadrosundaydı. Hepsi bir deri bir kemik kalmıştı, etleri ve kanları tüketilmişti.

 

En nihayetinde bağdaş kuran figürün gözleri açıldı ama o gözler kuvvetle ışıldamıyordu, silik bir hayatın parıltısını taşıyorlardı. Cesetleri hiçe sayan figür alnını ovuşturarak dişlerini sıktı.

 

“Ölmüş olsan bile, Bai Xiaochun, bir gün mutlaka bana yaşattığın aşağılanmanın intikamını alacağım. İntikamımı arkadaşlarından ve ailenden bin katıyla alacağım!”

 

O figür… Zhou Yixing’in ta kendisiydi!

 

#Yaban Arazilerin her köşesine bir sürü insan ışınlandı ama bizimki yine yıldız abimizle yakınmış, şaşırdık mı acaba 
Bu karakteri daha ne kadar görürüz merak ediyorum doğrusu. Bizim kaplumbağanın da kendine gelir gelmez hayvan leşlerini hapır hupur götürmesi hoş olmadı ama açlık zor şey, yapacak bir şey yok. Neyse bakalım nerelere düşmüşüz, bizi neler bekliyormuş, okumaya devam!






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 44263 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr