Bölüm 265 : Çarpma Sesleri...

avatar
5404 22

A Will Eternal - Bölüm 265 : Çarpma Sesleri...


Çevirmen : Clumsy 

 

Kan Akımı Tarikatından ayrılan Bai Xiaochun bir ışık huzmesi şeklinde ilerlemekteydi. Yer yer bulutlarla kaplı olan gökte uçarken kendisini bir kuş kadar özgür hissediyordu.

 

Kan Akımı Tarikatı sınırlarını çizen orman kan rengiydi ve pek çok kısmından tehlikeli, gaddar auralar yayılıyordu.

 

Fakat tüm ölümcül varlıklar Bai Xiaochun’un kan qi’sini sezer sezmez büzüşerek gölgelere gizleniyordu.

 

Alandaki hemen hemen her şey bir şekilde Kan Akımı Tarikatıyla bağlantılıydı ve Bai Xiaochun’un hepsini aurasıyla bastırabildiğini keşfetmesi çok sürmemişti.

 

Tarikattaki statüsü sayesinde denk geldiği yetişim klanları da kendisine dokunmuyordu. Zaten kan efendileri tarikattan çıktıktan sonra bir başlarına olsalar dahi karşı çıktıkları her şeyi ve herkesi bastırabilirlerdi, haliyle yolculukları engelsiz geçerdi.

 

Bai Xiaochun’un karşılaştığı en güçlü yaratıklar bile aurasını sezer sezmez geri çekiliyor, hiçbiri onu kışkırtmaya cesaret edemiyordu.

 

Bai Xiaochun ise mutlu mesut şekilde, manzaranın tadını çıkararak uçuyordu. Yolculuk esnasında yetişim pratiğine de vakit ayırıyordu. Fakat Kan Akımı Tarikatından uzaklaştığı için Ölmeden Sonsuza Dek Yaşama Tekniği daha ağır ilerlemeye başlamıştı.

 

Ne yazık ki bu konuda yapabileceği hiçbir şey yoktu. Yine de Kan Atasının mirası sayesinde artık gerçek bir Ölmeme Kodeksi uzmanı sayılırdı. Yani yetişimi yavaşlamış olsa da doğru yöntemin pratiğini yaparak hız düşüşünü telafi edebiliyordu.

 

Menekşe Qi Cennetkarışı Büyüsünü ise Kan Akımı Tarikatı sınırlarında denememenin daha iyi olacağında karar kılmıştı. Öyle bariz bir tekniği Luochen Dağlarını aştıktan sonra kullanması çok daha makul olurdu.

 

Ancak İnsan Kontrolü Ulu Büyüsünü denemeye can atıyordu ve bunun için birkaç fırsat da elde etmişti. Üzerine çalışmaya çok zaman harcamamış olsa da Kuruluş Kadrosu ortalarına erişmesi ve ruhsal gücünün artışı sayesinde büyü çok daha mucizevi bir hal almıştı.

 

Yerçekimi ve tepkinin güçleri üzerine de yıllardır çalışıyordu lakin peşini bırakmaya niyeti yoktu, onları analiz etmeye de vakit harcıyordu.

 

Yolculuk yorucu olmaya başladığında yerli yetişim klanlarından birine gidiyor ve oradan ayrılırken arkasında pek çok saygılı hayran bırakıyordu.

 

Zaman geçtikçe iç çekişleri ağırlaşmaya başlamıştı. Kan efendisi olmayı özleyecekti. Ona kalırsa bu unvandan vazgeçmek bir serveti tepmekten bile kötüydü.

 

“Ai. Gerçekten fazla adilim. Fazla prensipliyim! Ruh Akımı Tarikatının hatırına çok fazla şeyden vazgeçiyorum.” Bunu düşündükçe yaptığı fedakarlığı daha da büyük buluyordu.

 

“Bir de Song Junwan var…” Ne zaman aklına gelse güzelliğini anımsıyor ve kalbi ısınıyordu. Yeniden iç çekti.

 

“Wan'er, iyiyle kötü bir olamıyor işte…” diyerek olabildiğince erdemli bir ifadeye büründü. Ancak hissettiği hayal kırıklığı yüzünden arkasını dönüp Kan Akımı Tarikatı yönüne özlem dolu bir bakış atmadan da edemedi.

 

Uzaklaştıkça yaşadıklarını daha da çok düşünür olmuştu. En nihayetinde dişlerini sıkıp yola devam etmek zorunda kaldı.

 

Bir gün önünde ufuk boyunca bir ejderha gibi yükselen devasa bir dağ belirmişti.

 

Yakın görünüyor olsa da dağa ulaşmak en sağlam hızıyla bile en az yarım gün sürecek olmalıydı.

 

“O dağları aştığımda Ruh Akımı Tarikatı topraklarına geçeceğim…” Gözlerinde titreşen kararlılıkla uçmaya devam etmek üzereyken kendisine yaklaşan üç ışık huzmesiyle karşılaştı.

 

Bir yaşlı ve iki genç adam görünür olmuştu. Yaşlı adam Kuruluş Kadrosu, gençler ise 7 veya 8. Seviye Qi Yoğunlaşmadaydı, büyülü nesnelerin yardımıyla uçuyorlardı. Yaşlı adam kaşlarını çatarak yanındaki gençleri azarlamakla meşguldü.  

 

“Ufukta savaş var! Siz de Shuiyue Klanının geleceğisiniz! Bu hızla uçarsanız nasıl hayatta kalacaksınız acaba!?

 

“Büyülü nesnelerle uçmak için yetişim basamağı kontrolü gerekir! Ama yetenek, gerekliliklerden sadece biri!” İki genç adam bu sözler karşısında dişlerini sıkarak nesnelerini kontrol etme konusunda daha sıkı çalışmaya başladı. Fakat hala istikrarsız bir şekilde sarsılıyorlardı, hatta bir tanesi kontrolünü yitirip düşme raddesine gelmişti.

 

“Embesil!” dedi yaşlı adam. “Klan seni eğitmek için onca kaynak harcadı ama sen hala bir öküz ahmaklığındasın!” Kollarını sıvayarak genç adamı düşmeden önce yakaladı. Ve tam nutkuna devam edecekken Bai Xiaochun’un varlığını sezdi.

 

Rahatsız bir görünümle şöyle dedi: “Hmph! Kör falan mısın sen? Buranın Shuiyue Klanına ait olduğunu bilmiyor musun? Burada uçmaya iznin yok. Cehennem ol git!”

 

Aslında Bai Xiaochun’un niyeti üçlüyü görmezden gelip uçmaya devam etmekti. Fakat yaşlı adam kendisine lanet okuma cüretini göstermişti.

 

“Ne dedin sen!?” diyen Bai Xiaochun gözlerini adama dikti.

 

Yaşlı adamınsa önce gözleri irileşti, ardından soluğu kesildi ve görünür şekilde titremeye başladı.

 

“Bu Orta Tepenin kan efendisi,” diye düşündü, “Felaketşeytanı Karamahzen!”

 

Yüzündeki kan çekilen adam az önceki sözlerini düşünüyordu. Akabinde kalbi küt küt atarak acı bir şekilde kollarını kavuşturdu ve Bai Xiaochun’a doğru eğildi.

 

“Shuiyue Klanı selamlarını sunar, yüce Kan Efendisi!”

 

Bai Xiaochun soğuk bir homurdanmayla üçlüye yaklaştı.

 

“Beni burada bulacağınızı nerden bildiniz?” dedi buz gibi bir tonla.

 

Bai Xiaochun’un kendilerini baştan aşağı süzüşünü görmek iki genç Qi Yoğunlaşma yetişimcisinin başlarını dehşetle eğmesine yol açmıştı. Yaşlı Kuruluş Kadrosu yetişimcisi bile Orta Tepe kan efendisiyle ilgili işittiği hikayeleri anımsadıkça kafatasının uyuşmasına engel olamıyordu.

 

“B-biz burada olduğunuzu bilmiyorduk. Oh, yüce Kan Efendisi, Shuiyue Klanı bu alanda yerleşiktir, bu yüzden gelip geçen tüm yetişimcilere dikkat ederiz. Geldiğinizi fark edince de hemencecik selam vermeye ve sizi biraz dinlenmeniz adına mütevazı klanımıza davet etmeye geldik…”

 

Bai Xiaochun kibirli bir şekilde başını sallayarak onay verdi. Bir kan efendisi olarak normalden çok daha yüzsüz davranması gerektiği kanısındaydı.

 

“Peki.” dedi. “Beni klanınıza götürün.”

 

Yaşlı adam bu cevapla ürperdi ve yüzüne bir gülümseme yerleştirerek çabucak Bai Xiaochun’u klana yönlendirdi.

 

Shuiyue Klanı Kan Akımı Tarikatı sınırlarında yerleşikti ve büyük klanlardan olmasalar da diğer küçük klanlara nazaran güçleri çok daha fazlaydı. Ortalama bir klan olarak zümrüt yeşili meyve ağaçlarıyla kaplı üç dağa hakimlerdi ki bu da etrafın kan kırmızı atmosferiyle büyük bir zıtlık oluşturmaktaydı.

 

Ağaçların meyveleri simsiyahtı, tuhaf ve yoğun aromalarıysa tüm Shuiyue Klanını doldurarak dünya dışı bir hava sunuyordu.

 

Bai Xiaochun yaklaşır yaklaşmaz klanın garipliğini fark etmiş ve ağzından bir şaşkınlık nidası çıkarmıştı: “Eee?!”

 

“Yüce Kan Efendisi, bu meyveler Shuiyue Klanının üretimi değil. Burada kendiliğinden yetişiyorlar. Zamanında Kan Akımı Tarikatı bu meyvelerden toplamaya gelmiş ve zehirli olduğunda karar kılmıştı. Bu yüzden onları tüketmiyor, yalnızca zehir yapımında kullanıyoruz. Ayrıca aromaları belli vahşi yaratıkları çekmek için kullanılabiliyor. Halüsinasyona yol açan bir etkileri var…”

 

Yaşlı adam Bai Xiaochun’un tepkisi karşısında pek şaşırmamıştı. Shuiyue Klanını ilk kez ziyaret eden herkes meyvelerin etkisine kapılırdı. Fakat onca yıllık araştırmaya rağmen hiç kimse bu meyvelerin yetişimcilere uygun bir kullanımını sağlayamamıştı.

 

Bai Xiaochun’un Shuiyue Klanının ilk dağına adım atışıyla tüm üyeler şaşkına dönerek resmi selamlarını sunmaya başlamıştı. Bai Xiaochun ise onları hiçe sayarak doğruca meyve ağaçlarından birine yaklaştı. Koparttığı bir meyveyi yakından inceledikten sonra da kendisine verilen bilginin doğruluğunu teyit etti.

 

“Dünyanın tüm bitkileri türlü türlü fantastik tuhaflıklarla dolu… Bu meyvenin aroması gerçekten halüsinasyon doğurabiliyor…” Baktığı ağaçların son derece yaşlı olduğunu fark edebiliyordu. Hatta etrafı biraz inceledikten sonra üçüncü dağda yaşını tespit etmenin mümkün bile olmadığı yaşlılıkta bir ağaca denk gelmişti.

 

Ağaç öylesine büyüktü ki gövdesini çevrelemek için on kişinin kollarını açması gerekirdi. Kurumuş görünen ağacın yarısından çoğunda hayat belirtisi yoktu.

 

Fakat o ağacın meyvelerinden yayılan aroma bilhassa güçlüydü. Meyvelerden birini koklayan Bai Xiaochun biraz çakırkeyif olmuş, etkileri dağıtmak için yetişim basamağı gücünü kullanmak zorunda kalmıştı.

 

“Çok yazık. Etkileri yetişim sayesinde birkaç nefeslik sürede dağıtabiliyorsun. Eğer daha uzun süre etkili olsaydı bu meyveler bir işe yarayabilirdi.” dedikten sonra kafasını sallayıp arkasını dönmüştü. Ancak o noktada ifadesi titreşti ve bakışları çantasına çevrildi.

 

Az önce çantanın içerisinde ani bir aura değişimi hissetmişti. Çantayı ilahi hisleriyle tararken suratına garip bir ifade yerleşti. Etraftaki Shuiyue Klanı üyelerini dağıttıktan sonraysa Song Junwan’ın mağarasından çıkarttığı avuç ebadındaki kaplumbağa kabuğunu çekti. Kabuk eskiden bir kaya kadar sertti. Sonuçta içindeki şey öleli çok olmuştu. Ama yaşlı meyve ağacının kokusu kabuğu değiştirmiş ve her nasılsa daha yumuşak kılmıştı.

 

Ansızın kabuğun arkasından küçük, yeşil bir kuyruk fışkırdı. Ve Bai Xiaochun’un şaşkın bakışları karşısında dört küçük uzuv ve bir zümrüt yeşili kafa da kendisini göstermeye başladı…

 

“Canlı mıymış?” Soluk soluğa kalan Xiaochun iyice yaklaştı ve uzuvlarla kafanın cansız olduğunda karar kıldı. Süsten ibaret gibi bir halleri vardı.

 

Bir gariplik vardı ama ne olduğundan emin olamıyordu. Bir anlık düşünce sonrasında kabuğu sarsmaya başladı. Ve kafa ile uzuvlar kabuğa toslarken çarpma sesleri yükseldi…

 

#Bu meyve ağaçları halüsinasyon özelliğiyle bana yaratık doğumu çiçeğini anımsattı. Onun içine giren yaratıklar da bir tuhaf olup çıkıyordu. Bu ağaçlar bir şekilde önem arz edecek mi yoksa bu konu kapanıp gidecek mi merak ettim doğrusu. 
Ayrıca ölü olduğunu düşündüğümüz kaplumbağa kabuğunun da koku karşısında uzuvları çıktı ama onlar da hala ölü görünüyor. Bu konunun nasıl bağlanacağı da merak konusu. 
O zaman okumaya devam!






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 44329 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr