Bölüm 172 : Üzgünüm Bai Xiaochun

avatar
6354 26

A Will Eternal - Bölüm 172 : Üzgünüm Bai Xiaochun


Çevirmen : Clumsy 

 

O gece Doğu Korusu Şehrinde sıkıyönetim ilan edildi. Tüm yetişim klanları harekete geçti ve şehir genelinde bir araştırma yürütüldü. Bai Xiaochun ve Du Lingfei ise gece karanlığında ortadan kayboldu.

 

Du Lingfei Bai Xiaochun’a görevinin sonlanmak üzere olduğunu, bu yüzden tarikata erken dönmenin sorun yaratmayacağını söylemişti. Yani dönüş yolunda ona eşlik edecekti.

 

**

 

Gecenin geç saatleriydi. Yıldızlar gökyüzünde yanıp sönüyor, ay tüm parlaklığıyla kendini gösteriyordu. Bai Xiaochun ve Du Lingfei ise yıldızlı manzaranın altında bir tepeye oturmuştu. Yıldız ışıkları Du Lingfei’yi daha da güzel göstermekteydi. Gülümseyen kız, ayrı geçirdikleri yıllarda yaşanan olayları Bai Xiaochun’un ağzından dinlemekle meşguldü.

 

“İnanmazsın, *boo. Güney yakada beni resmen taşladılar. Off, çok fena acımıştı… ( Boo genellikle sevgililerin kullandığı bir hitap şekli.)

 

“10,000 Yılan Vadisinde böyle şeyler olsun istememiştim! Sadece yılanları biraz daha sevimlileştirmek istemiştim...

 

“Tarikata döndükten sonra, boo, bana o lanet olasıca tavşanı görür görmez haber vermen lazım!

 

“Hele o kuzey yaka herifleri tam birer zorba. Kuzey yakaya gönderildiğimde bir başıma ve yoksuldum. Kuyruğumu bacaklarımın arasına sıkıştırmıştım, hiç kimseyi gücendirmek istemiyordum ama beni rahat bırakmadılar…” Bai Xiaochun Ruh Akımı Tarikatı hatıralarını anlattıkça Du Lingfei ara ara gülüyor ara ara da teselli çabalarına giriyordu. Sunduğu övgü ve şaşkınlık dolu bakışlarsa Bai Xiaochun’u iyice gaza getiriyordu.

 

Tabii ‘boo’ lakabına itirazı olmuş ama fayda etmemişti. Kız itiraz ettikçe Xiaochun, bu şekilde seslenmekte daha bir ısrarcı oluyordu.

 

“Boo, boo, boo...”

 

Du Lingfei de en nihayetinde başını sallayıp teslim olmak zorunda kalmıştı.

 

İkili en sonunda geceyi geçirecekleri bir mağara buldu. Bai Xiaochun bağdaş kurarak meditasyona başladı ve bir süre sonra narin bir rüzgâr belirdi. Garip bir şekilde Bai Xiaochun bu rüzgârı hiç fark etmemişti.

 

Bu sırada gözlerini açıp Bai Xiaochun’a dönen Du Lingfei karmaşık duygular içerisindeydi. Bir an sonra ayaklanarak mağaranın girişine geçti ve parlak ay ışıklarını izlemeye başladı. Ardından rüzgârın savurduğu saçlarını kulaklarının arkasına sıkıştırmaya yeltendi.

 

Ancak saçlarına uzanan parmağı hedefi doğruca geçmişti. Işıldayan parmağına bakan Du Lingfei’nin gözlerindeki karmaşa ise iyice derinleşmişti. Ellerini yumruk yaparak parmağını yeniden katılaştırdığında saçlarına hükmedebilir hale geldi.

 

“Pek vakit kalmamış...”

 

Zaman ilerlemeye devam etti ve son derece melankolik görünen Du Lingfei mağaraya dönerek sessizce oturmakta olan Bai Xiaochun’a baktı. Sonra da onu iteklememeye dikkat ederek yanına oturdu ve başını omzuna yasladı. Gözlerini kapatırken yüzünde bir gülümseme belirmişti.

 

Vakit geçiyor, ikili yolculuğu sürdürüyordu. Üç gün geride kalmıştı ki bu, Bai Xiaochun’a pek uzun bir süre gibi gelmiyordu. Sürekli tarikata bir Cennet-Daosu Kuruluş Kadrosu üyesi olarak girmenin ve ilgi odağı olmanın hayalini kuruyordu. Tabii ne kadar hayal kurarsa heyecanı da bir o kadar artıyordu.

 

Esasında yolculuğu yavaşlatmak niyetinde olan Du Lingfei ise onun bu heyecanını görünce gülümseyip dilini tutmakla yetinmişti. Üçüncü günde Bai Xiaochun’un Kuruluş Kadrosu yetişimi stabilize olmuş ve ikili Ruh Akımı Tarikatına çok yaklaşmıştı.

 

O günün gecesinde, yani Ruh Akımı Tarikatına yalnızca bir günlük yolları kalmışken Du Lingfei, bir müddet dinlenmelerini önerdi. Böylece bir mağara bulundu ve Bai Xiaochun yeniden Düşmüş Kılıç Dünyasındaki korkunç tecrübelerini anlatmaya girişti. Konuştukça yoruluyordu ve farkına varmadan uyuyakalmıştı.

 

Etraf sessizdi, yalnızca yanan ateşin sesleri işitilmekteydi. Mağaranın içerisindeki ateş dans ederek gölgeler doğuruyordu, dışarısıysa simsiyahtı. Her şeyin barışçıl olduğu söylenebilirdi.

 

Du Lingfei’nin bakışları bir müddet ateşe dönmüş, ardından uyumakta olan Bai Xiaochun’a bakarak yumuşamıştı. Bu noktada ışıldayıp şeffaf bir hal almaya başlayan bedenine hiç dikkat etmiyordu.

 

Uzun bir süre sonunda iç çekti ve Bai Xiaochun’a anlamlı bir bakış atıp bir nebze titreyerek ayaklandı. Xiaochun’un dudaklarının bir gülümsemeyle kıvrıldığını fark etmişti, harika bir rüya görüyor olsa gerekti.

 

Eğilerek o dudaklara hafif bir öpücük kondurdu, sonra da kararlı bir surat ifadesiyle mağaradan dışarı adımını attı.

 

O çıktığı anda hava dalgalanıp çarpıklaştı ve bunu dokuz gölgemsi figürün belirişi takip etti. Her biri gizemli ve hatta tuhaf olarak adlandırılabilecek bu figürlerin etrafındaki hava da ışıldayıp titreşmekteydi.

 

Beklenmedik bir şekilde dokuz figür de ellerini kavuşturup Du Lingfei’nin önünde saygıyla eğilmişti. Bu saygılı tavır onları kızın hizmetkârları gibi göstermekteydi.

 

Figürlerden bir tanesi öne çıkarak kulağa antik bir geçmişten yayılır gibi gelen rahatsız edici bir sesle lafa girdi: “Genç *Liderim, bize verdiğiniz görev tamamlandı. On bir kişi de burada.” (Buradaki kelime matriarch, yani başpapazın/kabile liderinin kadın olanlarına verilen isim)

 

Böylece elini sallayarak on bir kesik başı ortaya çıkardı. Suratların her biri dehşet ve şüphe dolu ifadelerle çarpılmıştı.

 

Şok edici bir şekilde hepsi de Doğu Korusu Şehrinde Bai Xiaochun’u öldürme görevini alan casuslardı.

 

Du Lingfei kesik başları ve dokuz gölgeli figürü hiçe sayarak bakışlarını Bai Xiaochun’a çevirdi.

 

“Benim için Ruh Akımı Tarikatındaki her şey kurmacaydı.” diye mırıldanırken gözlerinde yaşlar belirmekteydi. “Tek gerçek şey Luochen Klanının bizi takip edişiydi.”

 

“Görevim tamamlandı ama nedense mutlu değilim. Umarım beni bağışlayabilirsin… Üzgünüm Bai Xiaochun.” Gözlerinden yanaklarına süzülen yaşlar bir noktada küle çevrilerek rüzgarla uçurulmaya başlamıştı.

 

Gölgeli figürlerden biri ellerini kavuşturup saygıyla şöyle dedi: “Genç Liderim, başpapazın sizin için yarattığı bu ölümlü beden daha fazla direnmeyecek. Bizi size eşlik etmemiz için gönderdi. Geliyor musunuz madam?”

 

Du Lingfei bir süre daha Bai Xiaochun’a baktıktan sonra başını hafifçe salladı. Bitkin görünüyordu. En sonunda ayrılmak üzere arkasını döndü ve bedeni yavaşça silinerek hiçliğe karıştı. Dokuz figür de aynı şekilde ortadan kaybolmuştu…  

 

On bir kesik baş da bu sırada küle dönmüştü.

 

Gece şafağa döner ve mağaraya ilk gün ışıkları dolarken Bai Xiaochun yavaşça gözlerini açtı.

 

“Susadım, boo...” dedi esneyerek. Doğrusu biraz şaşkındı; yetişime başladı başlayalı uykuya pek ihtiyaç duymazdı ama bu defa bayağıca uyumuştu. Gözlerini ovuşturup ayaklanırken Du Lingfei’yi aramaya başladı.

 

Onu göremese de üzerine pek düşünmedi. Mağaradan çıkarak yükselen güneşe baktı ve tembelce gerindi.

 

“Son zamanlarda kendimi çok yormuş olmalıyım. Dostum, ne uykuydu ama!” An itibariyle hiç olmadığı kadar enerjik hissediyor, içinde sonsuz bir yaşam gücü akıyordu. Dokuz ruhsal denizi altın renge dönmüştü ve Cennet Daosu Kuruluş Kadrosuna tamamıyla erişmiş durumdaydı.

 

Aurası içe yönelmeyi kesmişti ve aldığı her nefeste ruhsal denizlerinde çalkalanan dalgaları duyabiliyor gibiydi.

 

Kendisini hiç olmadığı kadar iyi hissederken bir müddet meditasyon yapmaya, Cennet-Daosu Kuruluş Kadrosu ve Cennet-Daosu aurasına aşina hale gelerek Du Lingfei’yi beklemeye karar verdi.

 

Ancak iki saat geçmesine rağmen Du Lingfei’nin dönmemiş olması Bai Xiaochun’u biraz germişti.

 

“Hala dönmedi mi?” diye düşündü. Ve ona mesaj göndermek adına yeşim kâğıdını çıkardı ama bu denize taş atmaktan farksız bir eylem olmuştu. Hiçbir yanıt yoktu.

 

“Neler oluyor?!” En sonunda ayaklanarak etrafı aramaya başladı. Gece çökene dek her yeri aramış ama hiçbir iz dahi bulamamıştı… Du Lingfei... ortadan kaybolmuştu!

 

Artık gerginlikten mahvolmuş, kötü bir şeyler yaşandığı hissine iyice kapılmıştı. Kül rengi bir yüz ve kanlı gözlerle araştırmasını genişletmekteydi.

 

“Neredesin, boo!?

 

“Du Lingfei, neredesin!?!?

 

“Du Lingfei...” Tam dört gün boyunca kızı aramış, aklına gelen her yere bakmıştı. Artık saçları darmadağın olmuş ve kilo vermişti. Lakin Du Lingfei ortada yoktu.

 

“Yanlış bir şey mi söyledim, boo? Neden benden gizleniyorsun? Söylesene!

 

“Du Lingfei, hadi, neredeysen çık ortaya!

 

“Ne oldu!?”

 

Artık gerginliğinden kafayı yemek üzereydi. En nihayetinde onu en son görmüş olduğu yer olan mağaraya dönerek orayı da talan etti. Ne yazık ki sonuç aynıydı.

 

Sebebinden emin olamasa da kalbi acıyordu. Sanki biri kalbini parçalara ayırıyormuş gibi yepyeni bir his tadıyordu. Ellerini karnına götürüp sebepsiz yere uykuya dalışını anımsadığındaysa kalbi sızlamış ve gözlerine boş bir bakış yerleşmişti.

 

**

 

Bu sırada Bai Xiaochun’un hala tarikata dönmemiş oluşu onu bulmaya çalışanların sayısının arttırılmasına yol açmıştı. Hou Yunfei’nin liderliğindeki bir takım da kuzey ve güney yakanın önemli çıraklarıyla birlikte aramaya dahil olmuştu. Li Qinghou bile yardımcı oluyordu.

 

En sonunda bulunan Bai Xiaochun mağaranın dışında kanlı gözler ve bir deri bir kemik bir suratla oturmaktaydı. İşkence görmüş gibi bir hali vardı.

 

Onu bu halde gören Li Qinghou kalbinde yükselen bir acıyla şöyle dedi: “Xiaochun, sorun nedir?!”

 

Bai Xiaochun ürperdi. Ve boş gözlerini Li Qinghou’ya çevirerek mırıldandı: “Li Amca, Du Lingfei... kayboldu.”

 

 #Esrarengiz bir bölümdü. Önceki silikleşen el detayından ve kızın sürekli çelişkili bir ruh halinde oluşundan böyle bir şeyin gerçekleşmesini beklemiştim. Ama yine de çarpıcıydı. Umarım bir gün daha detaylı bir şekilde açıklanır.
Okumaya devam!






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 43988 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr