Bölüm 148 : Gel Oynayalım Şekerim

avatar
6514 23

A Will Eternal - Bölüm 148 : Gel Oynayalım Şekerim


Çevirmen : Clumsy 

 

Düşmüş Kılıç Dünyasının etkilenen yarısında sayısız alan çarpıklaşmaya başlamıştı. Ani ses havadaki sayısız azılı ruhu uyandırmış gibi görünüyordu. Her nasılsa hepsi Bai Xiaochun’un ruh ilacını hissetmiş ve gözleri titreşerek açılmıştı.

 

Yaratıkların uyanmaya başladığı alanlarda dört tarikata ait üyeler mevcuttu lakin alanların pek çoğu yetişimciden yoksundu. Gaddar gözleri açılan yaratıklar açgözlülük ve delilik ibareleriyle Bai Xiaochun’un bulunduğu noktaya dönmüştü. Bir an sonra havada sayısız feryat yükseldi.

 

Düşmüş Kılıç Dünyasında su dalgası misali dalgalanmalar yayılıyor, son hızla ilerlemekte olan yaratıkları heyecanlandırıyordu.

 

Daha da şok edici olansa yaratıkların girmeye cüret edemediği bir noktada yaşananlardı. Orada, havanın içerisinde sayısız gölgemsi figür belirmekteydi.

 

Genç yaşlı, kadın erkek figürler mevcuttu. En gençleri beyaz elbiseli küçük bir kızdı. Ellerinde tensiz, kan rengi bir ayı tutuyordu. Gözlerinde boş bakışlarla süzülen bu topluluğa Cennetkarışı arazilerine ait olmayan çeşitli, garip yaratıklar da eşlik etmekteydi.

 

Onlar azılı ruhlardı!

 

Varlığı esnasında bu muazzam kılıç tarafından öldürülen tüm canlılar dünya sicimlerinden etkilenmiş ve cansız ruhlara çevrilmişti!

 

Aşırı derecede tuhaf ve esrarengiz olan bu varlıklar Cennetkarışı arazisine ait insanlardan oluşmuyordu. Cennetlerin ötesindeki efsanevi bir kesimden, ebedi bir konumdan gelmişlerdi!

 

Ve an itibariyle Düşmüş Kılıç Dünyasının ücra kesimlerine, azılı yaratıkların yaklaşmaya dahi cüret edemeyeceği noktalara dağılmışlardı.

 

Sayısız figür havadan açıklığa adım atmaktaydı. Kimi antik cüppeler, kimi savaş zırhları giyiyor, kimininse teni et yerine pullardan oluşuyordu. Garip görünüyorlardı; pek çoğu savaş yaralarından ötürü fena halde sakattı. Bazılarının kolu yoktu, bazıları başsızdı, bazılarınınsa karınlarının içi boştu. Onlar ortaya çıktıkça etrafta da siyah sisler yankılanmaktaydı.

 

Tüm azılı ruhlar boş ifadelere sahipti. Bilinçleri veya anıları yoktu. Geçtikleri yerlerdeki yaratıkları titretiyor, saklanmalarına yol açıyorlardı. Azılı ruhlar tarafından dokunulma bahtsızlığında olan yaratıklarsa anında yok olup hiçliğe karışıyordu.

 

Bilhassa yaratık şekilli azılı ruhlar daha bir tuhaftı, farklı yaratıkların bedenlerinden toplama usulü yapılmış görünüyorlardı!

 

Havada süzülen ruhlar inanılmaz bir hızla ilerliyordu. Bai Xiaochun’a ilerlerken önlerine çıkabilecek hiçbir şey olamazdı!

 

Her yönden yaklaşan uçsuz bucaksız bir miktar söz konusuydu!

 

Onlar geçerken tarikat çırakları garip bir şeylerin varlığını fark ediyordu. Sayısız yaratığın havada doğurduğu dalgalanmaları gören çırakların pek çoğu mest olmuş ve onları öldürmek adına koşturmaya başlamıştı. Ama çok geçmeden kafatasları uyuşmaya başladı, çünkü karşılarındaki topluluk inanılmaz kalabalıktı, adeta yaratıklardan bir nehir oluşmuştu!

 

“Neler oluyor?!”

 

“Cennetler! Azılı yaratıkları bulmak çok zor olurdu. Neden ansızın bu kadar çok yaratık belirdi ki!?”

 

“Bir şey yaşanmış olmalı. Lanet olsun! Şu bir azılı yaratık değil, bir azılı ruh!” Böylece Düşmüş Kılıç Dünyasında hayret nidaları yükselmeye başlamıştı. Yaratıkların arasında uçuşan azılı ruhları fark eden çıraklar kaçışmaktaydı.

 

Azılı ruhlar korkunç varlıklardı ve Dört Büyük Tarikatın kıdemlileri çıraklarını ruhların Düşmüş Kılıç Uçurumundaki varlığı konusunda uyarmıştı. Ruhlar hiçbir koşul altında kışkırtılmamalıydı! Onlardan ne pahasına olursa olsun kaçınılmalıydı!

 

“Ruhlar bile o yöndeki şey tarafından çekilmiş. Tam olarak neler dönüyor orada!?”

 

“Biz de onları uzaktan takip edip bakalım bence!” Çıraklar bu düşüncelerle bir başına veya üç-beş kişilik gruplar halinde yaratık ve ruhların peşine takılmıştı.

 

Bai Xiaochun’un ruh ilacının doğurduğu dokuz gök gürültüsü Düşmüş Kılıç Dünyasının yarısını tamamen sarsmış durumdaydı.

 

Dağdaki mağarasında bir nebze zayıflamış şekilde oturmakta olan Bai Xiaochun ise darmadağın saçlarıyla fırınına bakmakla meşguldü. Her yeni gümbürdeme sesi fırının üzerinde daha çok çatlak doğuruyordu.

 

Ve dokuzuncu patlama ile fırın ansızın titreşip patlamış, her yöne parçacıklarını yaymıştı. O esnada dört gizemli siyah ışık huzmesi belirdi.

 

Böyle bir şeyin yaşanma ihtimaline hazır olan Bai Xiaochun ise hemen Menekşe Qi Kazanı Kontrol Sanatını salarak kaçmaya çalışan dört ruh ilacını güvene almak adına görünmez bir kontrol alanı yarattı.

 

“Kaçabileceğinizi mi sandınız?” dedi gururlu bir homurdanmayla. Sonra da ışıldayan gözlerini dört tıbbi hapa çevirip yaratıklar üzerinde işe yarayıp yaramayacağına bakmak adına mağaranın ağzına koşturdu.

 

Ancak dışarı çıktığı anda ifadesi titreşti ve az önce durmakta olduğu noktada beliren siyah akrep kuyruğundan son anda kaçındı.

 

Az önce hiçlikten üç metre uzunlukta siyah bir akrep belirmiş, açgözlülük ve delilikle yanıp tutuşan gözleri Bai Xiaochun’un ellerindeki dört tıbbi hapa çevrilmişti. Akrep bu şekilde bir kez daha öne atıldı.

 

Hareketlerindeki gaddarlığa bakılırsa düşük seviye olamazdı. Önceki ayı gibi o da bir orta seviye yaratıktı.

 

Gözleri parıldayan Bai Xiaochun sol eliyle uzanıp yıldırım hızıyla akrebin kuyruğunu yakaladı. Sonra da mağaranın taş duvarında ezdi. Aynı anda akrebin bedenine de ruhsal güç gönderip ezmiş olduğu en zayıf noktaya aktardı. Akrep seğirmeye, ardından gevşeyerek silinmeye ve son olarak Bai Xiaochun’un hızlıca toplayacağı dünya sicimi enerjisine dönüşmeye başladı.

 

Sıradan yetişimciler orta seviye azılı yaratıklarla böyle kolayca baş edemezdi, Kıdemli üyelerin tarikat çıraklarını uyarma sebebi de buydu. Tabii Bai Xiaochun farklıydı. Yaklaşık yüz yaratığa çalıştıktan sonra zayıflıklarına fazlasıyla aşina hale gelmişti, onları rahatlıkla öldürebiliyordu.

 

“Haplar fırından çıkar çıkmaz yaratıkların dikkatini çekmeye başladı. Hahaha! Bai Xiaochun’un tıbbi hapları on numara!” Bai Xiaochun haplar üzerinde ruh güçlendirme gerçekleştirip gerçekleştirmeme konusunu heyecanla irdelerken sayısız dalgacık yayılmaya ve etrafta art arda yaratıklar belirmeye başlamıştı.

 

“Ne çoklar! Tamamdır, bu kadarı yeter de artar bile. Hahaha! Bai Xiaochun bu hızla kesinlikle Kuruluş Kadrosuna ilk ulaşan olacak!”

 

Bai Xiaochun öyle heyecanlıydı ki yerinde dans etmeye başlamasına ramak kalmıştı. Ancak tam bereketli hasadını biçmeye başlayacakken ifadesi titreşti ve uzaklardaki belli bir figürü fark eden gözleri irileşti. Uzun, gri cüppeli ve yüzünde kalan tek gözüyle boş bir ifadeye bürünen bir adam söz konusuydu. Havada kafası seğire seğire süzülmekteydi. En nihayetinde gözlerini Bai Xiaochun’a çevirmiş ve ifadesi ansızın değişmişti.

 

Özlemle dolmuş gibi görünüyordu. Gözlerini Bai Xiaochun’a ya da daha ziyade elindeki tıbbi hapa kilitleyip aceleyle ilerlemeye başlamıştı.

 

Alandaki azılı yaratıklar bu manzara karşısında titriyor, hareket etmeye cesaret edemiyordu. Figür hızlanırken değdiği yedi sekiz yaratığı çığlıklar atarak patlamak durumunda bırakmıştı.

 

“Bir azılı ruh mu?! Haplar onları da mı çekmiş? Ehh, neyse en azından sadece bir tane-- ha?” Henüz cümlesini bitirememişken uzaklarda bir azılı ruh daha belirmişti. Bu seferkinin kolları yoktu ve saçları karman çormandı. Üzerinde döküntü bir zırh mevcuttu ve aynı özlem dolu bakışlarla hızlıca Bai Xiaochun’a ilerlemekteydi.

 

İşler bununla bitmiş de değildi. Daha uzakta karnındaki koca boşlukla dikkat çeken yaşlı bir adam belirmiş, o da doğruca Bai Xiaochun’a yönelmişti.

 

Bai Xiaochun’un kafatası korkuyla karıncalanmaya başlıyordu. Derin bir nefes alıp kaçmaya yeltendiğindeyse alandaki azılı ruh sayısının 4-5le sınırlı kalmadığını, koca bir sürü olduğunu fark etmişti!!

 

Dalgacıklar alanı doldururken sayısız ruh çabucak belirmişti ve hepsinin gözleri özlemle ışıldamaktaydı. Bai Xiaochun ise parçalara ayrılmanın nasıl hissettireceği düşüncesiyle, yüzündeki kan çekilmiş bir şekilde kalakalmıştı.

 

“Bu nasıl yaşanabilir?!” Ağlamak istiyor ama gözlerinden yaş gelmiyordu. İlk düşüncesi sıvışmak olmuştu. Bu kadar azılı ruhla yüzleşmeye hiç niyeti yoktu. Bırakın Qi Yoğunlaşma çıraklarını, dört tarikatın Kıdemli jenerasyonu bile bu ruhların karşısında heba olurdu.

 

Ancak kaçma girişiminde bulunduğu anda tüm azılı ruhlar Bai Xiaochun’a bakarak çığlık atmaya başladı. Seslerindeki güç, azılı yaratıkların daha da sert titremesine yol açmıştı. İçini bir ürperme alan Bai Xiaochun ise bilincini yitirmenin eşiğine gelip sendeleyerek gerilemekteydi. Bir çekiçle vurulmuş gibiydi; ağzından kanlar çıkıyor, korkudan tir tir titriyordu. En sonunda çığlıklar atarak dilini ısırdı ve uyanık kalmak adına acıyı kullanarak kaçmaya çalıştı.

 

Her yerinden soğuk terler dökerken sırtındaki siyah tavanın ardında kanatlarını belirtti ve çıkabileceği maksimum hızla ardışık görüntüler şekli alarak uzaklaşmaya başladı. Ancak uçan azılı ruhlar da hızlarını arttırmıştı.

 

Böylece göz açıp kapayıncaya dek düzinelerce azılı ruh Bai Xiaochun’un peşine düşmüştü.

 

En hızlılarından biri olan kafası yarı kesik bir ruh, başı çekmekteydi. Bir de beyaz elbiseli bir kız vardı ancak o diğerleri gibi çığlık atmıyordu. Yüzü özellikle soğuk ve günahkârdı ve boş gözleri yoğun bir özlemle ışıldıyordu.

 

Olanları gören tarikat çıraklarının kafatasları şokla uyuşmaktaydı. Bu özellikle de Ruh Akımı Tarikatı çırakları için geçerliydi. Kimileri tedirgin bir şekilde ruhların Bai Xiaochun’u kovalamasını engellemeye çalışmıştı lakin ruhlar tamamen ve bütünüyle odaklanmış haldeydi, Bai Xiaochun dışında hiçbir şey umurlarında değildi.

 

“Yardım edin! Beni öldürmeye çalışıyorlar!!” Bai Xiaochun avazı çıktığınca bağırıyor ve canı için kaçıyordu. Gözlerinin kenarından da yaşlar dökülüyordu; yaratıkları çekmek için yaptığı tıbbi hapların ruhları da işin içine dahil edebileceğini hayal dahi edemezdi. “Lanet olsun! İlaç yaparken bir hata yapıp garip bir hap daha üretmiş olmalıyım!”

 

Azılı ruhlar giderek yaklaşıyor ve kovalamaca ilerledikçe daha bir delirmiş görünüyordu. Bai Xiaochun en sonunda dişlerini sıkıp kalbi acıyarak haplardan birini uzaklara fırlattı.

 

O anda ruhlar titreşti ve kafaları çevrilmeye başladı. Sonra da pek çoğu fırlatılan hapa yöneldi. Bai Xiaochun sonunda gerçek anlamda kaçabilecekti. Omzunun ardından uzaklara bakarken ürpermekteydi.

 

Arkasındaki ruhlar tıbbi hap uğruna çarpışmaktaydı. Şok edici bir şekilde hapı alan kişi beyaz elbiseli kız oldu ve kontrolü ele alır almaz hapı ağzına atıverdi.

 

Bu hamle gözlerindeki boşluğu bir nebze geçirdi. Beliren garip ışıltıyla ifadesi daha da soğuk bir hal aldı. Her nedense bir zekâya kavuşmuş gibi görünmeye başlamıştı!

 

Akabinde yavaşça Bai Xiaochun’a döndü.

 

Gözlerinin buluşması Bai Xiaochun’un kafatasını öylesine uyuşturmuştu ki patlamak üzere olduğunu hissediyordu. Tam da o anda kulaklarına silik, tuhaf bir ses ulaştı.

 

“Gel oynayalım şekerim.” Bu cümleyle bedenindeki tüm tüyler diken diken olan Bai Xiaochun, arkasını dönüp olabildiğince hızlı şekilde kaçmaya başladı.

 

#Yaratıkları çekmesi gereken haplar ne hikmetse ruhları da çekti. Hem de bu ruhlar biraz garip ruhlar. Özellikle de hapı yiyen beyaz elbiseli kızın son anda 'gel oynayalım şekerim' demesi birazcık ürperticiydi. 
Bakalım şekerimiz kaplumbağamız bu işten nasıl yırtacak, okumaya devam!






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 44251 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr