Bölüm 48 : Büyük Koca Dünya

avatar
7367 38

A Will Eternal - Bölüm 48 : Büyük Koca Dünya


Çevirmen : Clumsy 

 

Bir gün sonra, ilk ruh taşı tamamen kullanıldığında, Feng Yan rüzgâr kayığını ortadan kaldırdı ve üç kişi akşam göğünün altındaki dağın tepesinde güneşin ufukta yavaşça kayboluşunu izledi. Arazilerin karanlıkla örtülmesi çok sürmedi.

 

Dağın eteklerinde vahşi hayvan ve yaratıkların kükreyişlerinin yankılandığı yoğun bir orman mevcuttu. Nem oranı oldukça yüksekti.

 

“Bu ormanı geçtikten sonra dinlenebiliriz.” dedi Feng Yan soğukkanlılıkla. “Siz ne düşünüyorsunuz?” diyerek Du Lingfei ve Bai Xiaochun’a baktı.

 

“Karanlık.” diye belirtti Bai Xiaochun. “O ormanda tehlikeli vahşi yaratıklar olabilir; neden üzerinden rüzgâr kayığıyla uçup geçmiyoruz ki?”

 

“Sen mola ver istersen.” diye soğuk bir şekilde homurdandı Du Lingfei. “Alt tarafı birkaç ağaç var.” Bai Xiaochun’un ölüm korkusunu ne kadar küçümsediğini hiç gizlemeyerek harekete geçti ve doğruca ormana yöneldi.

 

Gözleri aşağılayıcı parıltılarla titreşen Feng Yan da gülümseyerek ilerlemeye başladı.

 

Bai Xiaochun ise ikilinin uzaklaşışını izlerken somurtuyordu. En sonunda iç çekerek hiç olmadığı kadar tedbirli bir şekilde orman yolunu takip etmeye başladı.

 

Ormana girdiklerinde nem iyice artmıştı, bataklıklı bölgeler de mevcuttu. Arada bir karşılarına hayvanlar çıkıyordu ancak üç Qi Yoğunlaşma yetişimcisi söz konusuydu. Haliyle hiç yavaşlamadan hep birlikte ormanın derinliklerine ilerlemeyi sürdürüyorlardı.

 

Zaman geçti ve eninde sonunda gece çöktü. Ay yükseldiğinde üç kişi orman yolunu yarılamıştı. Şimdilik kötü bir yaratıkla karşılaştıkları da yoktu. Yolculuk gayet olaysız ilerliyordu. Bai Xiaochun en arkadaydı ve en ufacık seste veya harekette ürkerek sıçrıyordu. Du Lingfei’nin küçümseyişi iyice artmıştı.

 

“Dikkat edin!” Bai Xiaochun bir anda yüzünde çirkin bir ifadeyle hareketi kesti.

 

Du Lingfei soğuk bir kahkaha attı ve tam alaycı bir şeyler söylemek üzere ağzını açacaktı ki acı bir koku yayan vahşi bir rüzgârın kendisine ulaştığını fark etti. Yüzü titreştiğinde ormanda kendisine bakan sayısız gözle karşılaşmıştı.

 

Gözler kıpkırmızıydı ve ortaya çıktıkları saniyede üçlünün kulaklarına kanat sesleri de ulaşmıştı. Her biri birer el ebadında, her yönden uçan sayılamayacak kadar çok yarasa vardı karşılarında.

 

“İki kafalı yarasalar!” diye bağırdı Feng Yan. “Zehirleri kanı kurutur ve boğazı mühürler! Ayrılalım ve ormanın diğer tarafındaki tepede buluşalım.” Feng Yan yüzü titreşerek tam hızla harekete geçmişti bile.

 

Gözbebekleri kısılan Du Lingfei, ellerini sallayarak bir kâğıt tılsım çıkarttı. Yanan tılsımın mavi ışıkları kızın hızını arttırarak koruyucu bir kalkan oluşturdu. Omzunun üzerinden bakan kız, Bai Xiaochun’un yerinde yeller estiğini fark etti.

 

Bai Xiaochun rüzgârın kokusu ulaştığı anda tabanları yağlamıştı. Tabii ki çok dikkatliydi ve tehlikelere karşı tamamen tetikteydi.

 

O koşarken yarasaların ilerleyişi havada kendini tekrar eden sesler yayıyordu. Hızlıca üçe ayrılan yarasalar üç çırağı takibe başlamıştı.

 

Feng Yan, yüzündeki soğuk gülümsemeyle ormanda hızlandı ve tutmakta olduğu tütsüyü kaldırdı. En başta yarasaları çeken şey bizzat bu tütsüydü ve Feng Yan’ın bu yolu seçme sebebi de buydu. Burada iki kafalı yarasaların olacağını sezmişti.  

 

“En güçsüzleri üçüncü seviye Qi Yoğunlaşmada. Bai Xiaochun, birileri ölmeni istiyor diye beni suçlama.” Soğuk kahkahalar atmayı sürdürerek çantasına vurdu ve ahşap bir sopa yarattı. Sopaya üflediği nefesiyle siyah alevler doğurdu ve yarasaları çığlıklar eşliğinde kendisinden uzaklaştırdı. Anlaşılan bu alevlerden nefret ediyorlardı.

 

Feng Yan gülümseyerek, çok daha rahatlamış bir şekilde yoluna devam etti.

 

Bai Xiaochun ise sayısız yarasa tarafından kovalanarak ormanda ilerlemeyi sürdürüyordu. Ancak yarasalar onun hızına yetişemiyordu ve çok geçmeden aralarında sağlam bir mesafe oluşmuştu. Arada bir kılıç ışıkları parlıyor, bir yarasa çığlık atarak yere düşüyordu.

 

Bai Xiaochun bir tütsülük süre daha koştuktan sonra somurtarak arkasını döndü.

 

“Tüm o yarasaların bir anda meydana çıkması kesinlikle garipti.” diye düşündü. Biraz geri yürüyerek uçan kılıcıyla öldürdüğü bir yarasayı yakından incelemeye başladı, gözleri parlamıştı.

 

“Bunlar sıradan iki kafalı yarasalar değil, bunlar menekşe damarlı yarasalar! Bunlar da aynı oranda zehirli ama bunların dişleriyle Kan Yakan Tütsü yapılıyor!

 

“Tarikatta bu dişlerin tanesini elli erdem puanına satabiliriz.” Bai Xiaochun bir anda keyiflenmişti. Beşinci ruh yaratıkları kısmında listelendiği için çoğu insan bu yarasaları tanımazdı.

 

Oldukça heyecanlı bir şekilde yarasaların cesetlerini toplamaya başladı. On yarasaya ulaştıktan sonra da dişleri çıkarttı.

 

“Bu yarasalar pek de güçlü değilmiş...” dedi kıkırdayarak. Sonra da etrafını bir kalkanla çevreleyerek ormanı araştırmayı sürdürdü. Çok geçmeden kalabalık bir menekşe damarlı yarasa grubuyla karşılaşmıştı.

 

Hemen sağ eliyle bir büyü hareketi yaparak uçan kılıcını yarasalara gönderdi. Kılıcın hızı inanılmazdı, daha yarasalara yaklaşmadan yarasaların acıklı çığlıkları duyuldu ve sırayla yere düşmeye başladılar. Pek azı kılıcı atlatabilmişti ancak onlar da kalkana çarparak etkisiz hale gelmekteydi.

 

Bai Xiaochun bir kez daha ölü yarasaları topladı. Tehlikede olmadığını fark edince iyice rahatlamıştı. Gururlu bir şekilde göğsünü kabartarak ormandaki arayışına devam etti.

 

Aynı şekilde devam ederek topladığı diş sayısını arttırıyordu…

 

Dört saatin sonunda Feng Yan ormandan çıkarak buluşma noktasına ulaşmıştı. Orada bağdaş kurarak ve gülümseyerek bekliyordu.

 

İki saat daha geçti ve ağaçların arasından üstü başı darmadağın bir Du Lingfei çıktı. Ormandan hızla çıkarken gergin bir şekilde ardındaki karanlık ormana bakmayı ihmal etmiyordu. Eninde sonunda Feng Yan’ın yanına ulaştı ve Bai Xiaochun’un ortalıkta olmadığını fark etti.

 

“Bai Xiaochun daha dönmedi mi?” diye sordu.

 

Feng Yan iç çekerek başını salladı. “Kardeş Bai için en iyisini diliyorum. Ne yazık ki iki kafalı yarasalar geceleri çok aktif olur. Eğer dönüp onu ararsak biz de tehlikeye gireriz.” İşleri daha gerçekçi kılmak için dinlenmek yerine gergin bir şekilde boynunu kütürdeterek ormana bakmaya başladı, sanki Bai Xiaochun’un çıkagelmesini umuyor gibiydi.

 

Du Lingfei sessizliğini korudu. Bai Xiaochun’dan nefret etse de onun ölmesini diliyor değildi. Sonuçta onlar aynı tarikatın yoldaşlarıydılar. En sonunda o da bağdaş kurup ormana bakarak iç çekmeye başladı.

 

Zaman geçti ve şafak yaklaştı.

 

Bai Xiaochun’un gözükmediği koca bir gece sonunda Du Lingfei oldukça çirkin hissiyatlar içerisindeydi.

 

Feng Yan ayağa kalktı. Tüm geceyi ormana bakarak geçirdiği için gözleri tamamen kanlıydı. “Şimdiye dek ortaya çıkmadıysa, korkarım ki Bai Xiaochun... bir felaketle karşılaşmış. Hepsi benim hatam. Ormandan geçmeyi önermeseydim Kardeş Bai...”

 

“Büyük Kardeş Feng, kendini suçlama.” dedi Du Lingfei. “Orada iki kafalı yarasaların olacağını kim bilebilirdi ki? Belki Bai Xiaochun ölmemiştir. Hem ölse bile yoldaş çıraklar olarak onun bedenini geri götürmeliyiz!” Tam olarak nasıl bir his tecrübe ettiğinden emin değildi ancak garip olduğu kesindi. Bai Xiaochun kendisini rahatsız ediyor olsa da bir şekilde mutsuzdu. Sonuçta aralarında derin bir düşmanlık veya kin yoktu.

 

Feng Yan iç çekerek ciddi bir şekilde başını salladı. “Haklısın Kardeş Du. Ne olursa olsun onu bırakamayız.”

 

Bu şekilde dağdan inerek arama yapmaya yeltendiler.

 

Ancak yalnızca bir dakika sonra gözlerine ağaçların arasından esneyerek çıkan Bai Xiaochun’un görüntüsü takıldı. Ormandan çıktığı anda tembelce gerinmeye başlamıştı.

 

Du Lingfei’nin gözleri büyüdü. Feng Yan ise Bai Xiaochun’un ormandan öyle rahat bir şekilde geldiğine inanamıyordu.

 

Gayet iyi bir uyku çekmiş gibi görünüyordu. Tüm gece uyumayan Feng Yan ve Du Lingfei’nin aksine o, oldukça heyecanlı ve enerjikti.

 

Bai Xiaochun kısa bir sürede dağın tepesine vardı. Feng Yan ve Du Lingfei’yi gördüğündeyse aceleyle seslendi: “Günaydın! Feng Abi, Du Abla, orman çok korkutucuydu! Neredeyse küçük hayatımı yitirecektim.”

 

Bai Xiaochun gece bir güzel dinlenmişti. Tüm ormanı yarasalardan temizledikten sonra hem sağlam bir kar elde etmiş hem de yarasaların mağarasını bularak orda mükemmel bir uyku çekmişti.

 

Du Lingfei’nin Bai Xiaochun’a dönük yüzünde nahoş bir ifade vardı. Soğuk bir şekilde homurdanarak hissettiği tüm o karmaşık duyguları düşündü ve Bai Xiaochun’a daha da gıcık olmaya başladı.

 

Feng Yan’ın ifadesi keyifli olsa da gözlerinde soğuk bir parıltı vardı. “Kardeş Bai! Seni güvende gördüğüme çok sevindim. Tüm gece senin için çok endişelendik.”

 

Bai Xiaochun kıkırdayarak karşılık verdi, ifadesi normal gözükse de gözlerinin derinliklerinde soğuk bir ışık titreşiyordu.

 

Üçlü, kısa zamanda kayıklarına binerek yolculuğa devam etmeye başladı. Son olaylar neticesinde Bai Xiaochun geceleri kayıkla, gündüzleri yürüyerek devam etmeyi önermişti. Du Lingfei kabul etmiş, Feng Yan ise kısa bir duraksamadan sonra başını sallayarak onaylamıştı.

 

Böylece Cennet Karışı Nehrinin Aşağı Sahalarında ilerliyorlardı.

 

Bir ay geçti.

 

Bu Bai Xiaochun’un hayatı boyunca yaptığı en uzun seyahatti. Sayısız dağ ve orman görmüş, hiç insan izi olmayan yerlerden geçmişti.

 

Seyahatlerinin bir noktasında yer sarsılmaya başladı ve Bai Xiaochun, uzaklardaki bir dağda tamamen şok edici bir şeyle karşılaştı. Orada kalın tüylerle kaplı kocaman bir dev vardı ve her adımında yeri sarsıyordu.  

 

Devin görüntüsü Bai Xiaochun’un nefesini kesmişti.

 

Bir gece uçarlarken Bai Xiaochun yeni bir şey gördü. Bu, Kokulu Bulut Tepesi büyüklüğünde devasa bir kuştu. Havada süzülürken bedeninde sayısız yıldırım dans ediyordu. Gecenin ortasında uçan böyle bir şeyle karşılaşmak tamamen büyüleyiciydi.  

 

Bai Xiaochun’un hafızasına en çok kazınan şey ise gün içerisinde nehrin güney yakasında gördüğü bir canavar oldu. Dört tıknaz bacağı olan yaratığın kafası bir dağ kadardı. O anda 30,000 metrelik altın bir timsah Cennet Karışı Nehrinin içerisinden çıkmış ve o ilk yaratığı tek lokmada yutmuştu. Nehre geri dönen timsah, son anda Bai Xiaochun ve diğerlerine soğuk bir bakış atmayı da ihmal etmemişti.

 

O tek bakış zihinlerini sarsmış, ağızlarının köşesinden kan akmasına yol açmış ve gözleri acı dolan çırakların toparlanması uzun bir süre almıştı.

 

Bai Xiaochun titreyerek mırıldandı: “Korkunç. Dış dünya çok korkunç!”

 

#Bizimki bu yolculuktan sonra bir daha dış dünyaya adım atmak ister mi bilmem 
Bu bölümü Feng Yan: 0 Bai Xiaochun: 1 şeklinde tamamlamış olduk. Feng Yan, öldürmeyi umduğu kahramanımıza bir sürü erdem puanı kazandırmış oldu. Bir de temiz uyku çekmiş bizimki 
Bakalım sırada ne var, okumaya devam!






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 44247 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr