Bölüm 5 : Ya Küçük Zavallı Hayatımı Kaybedersem?!

avatar
9550 40

A Will Eternal - Bölüm 5 : Ya Küçük Zavallı Hayatımı Kaybedersem?!


Çevirmen : Clumsy 

 

Kendisine sonsuzluk gibi gelen bir süre beklemesine rağmen hiçbir şey yaşanmadı. Bai Xiaochun düşünceli bir şekilde önce kaplumbağa tavanın desenlerine, sonra da ocağa baktı. Ardından odunlardan geriye yalnızca külleri kaldığı için yeni odunlar getirmek üzere dışarıya çıktı.

 

Fırınlarda şahsi kullanım için fazla odun ayrılmazdı, bu yüzden Büyük Şişman Zhang’dan istemesi gerekmişti.

 

Odununu alıp ateşini yakan Bai Xiaochun bir kez daha tavadaki dizayna odaklandı. Odun yandığında dizayn da parıldamıştı. Bai Xiaochun’un kalp atışları hızlanırken ahşap kılıç da kör edici bir ışıkla parlayarak ona eşlik etti.

 

Işığın parlaklığı azalırken Bai Xiaochun birkaç adım geriledi. Ardından tavanın içerisinden delici bir his yayılmaya başladı.

 

Derin bir nefes alarak dikkatlice tavaya yaklaştı. Ahşap kılıç da aynı ruh pirinci gibi gümüş bir dizaynla kaplanmış, cömert bir grilikle dolmuştu!

 

Kılıcın görünüşü sahiden de değişmişti. Odundan yapılmış olmasına rağmen metalmiş gibi görünüyordu. Kılıcı tavadan çıkartan Bai Xiaochun’un gözleri iyice parlamaya başladı. Kılıç daha ağırdı ve belli bir soğukluk taşıyordu.

 

“İşe yaradı! Ahşap kılıçtaki ilk ruh güçlendirmem işe yaradı!” Bai Xiaochun kılıcını bir müddet okşadıktan sonra bakışlarını tavaya çevirdi, onunla ne yapacağına karar vermeye çalışıyordu. En sonunda olduğu yerde bırakmaya karar verdi. Ona sıradan bir eşya gibi davranırsa diğer insanların daha az dikkatini çekerdi.

 

Ruh pirincine gelince, onu da yavaş yavaş yemeye karar verdi. Ayrıca kimsenin ahşap kılıcını görmesine izin veremezdi. Ekstra bir önlem alarak onu parıldayan bir dizaynla boyama fikrini buldu.

 

Son olarak odasını da topladı ve gayet sıradan bir şekilde, hiçbir şey yaşanmamışçasına dışarıya çıktı. Sonraki günlerde eline geçen bazı sıvı materyalleri topladı, bunları da kılıcını boyamak ve renklendirmek için kullandı. Artık ruh dizaynı belirgin değildi, renklerin ve şekillerin ardında gizlenmişti. Bai Xiaochun tatmin olmuş bir şekilde başını sallayarak onayladı.

 

Günler geçtikçe Bai Xiaochun da Fırındaki hayatına sudaki bir balık kadar adapte oluyordu. Abilerinin arasına kaynamış, orada dönen işlere iyiden iyiye alışmıştı. Farklı ruh besinleri için gereken ateş tiplerini öğrenmişti, bu tipler tek renkli ve iki renkli şeklinde ayrılıyordu. Mesela daha önce kaplumbağa tavasını ısıtmak için kullandığı odun tek renkliydi.

 

Büyük Şişman Zhang ise Bai Xiaochun’a özel bir ilgi duyuyordu. Ayrıca geçen bu birkaç ayda Bai Xiaochun, tam da söylediği üzere kilo almaya başlamıştı.

 

Artık o tarikata yeni katılan cılız çocuk değildi. Daha şişmandı ancak aynı zamanda daha temiz ve düzgün bir tene sahipti. Hiç olmadığı kadar zararsız bir görünümdeydi ve yavaş yavaş Dokuzuncu Şişman Bai unvanını hak etmeye yaklaşıyordu.

 

Bu süreçte yeni atıştırma zamanlarına da katılmıştı. Ancak Bai Xiaochun’u oldukça üzen bir durum söz konusuydu, kilo almasına rağmen yetişimi her zamanki kadar yavaştı. Eninde sonunda bu konuda endişelenmeyi de bıraktı ve zamanının çoğunu Abileriyle yiyip içerek geçirmeye başladı. Hayat güzeldi. Aylar geçerken Ruh Akımı Tarikatında yaşanan dedikoduları da işitiyordu.

 

Büyük Şişman Zhang ona tarikat hakkında genel bilgiler vermeyi ihmal etmiyordu. Tarikat çırakları İç ve Dış Kesim olarak ayrılıyordu. Qi Yoğunlaşmanın 3. Aşamasına gelen her çırak zorlu sınavlara katılabilirdi, bunlar tarikatın dağlarında gerçekleşirdi. Zorlu sınavı geçen çırak Dış Kesim çırağı olma unvanını hak ederdi. Yalnızca Dış Kesim çırağı olduktan sonra gerçek anlamda bir Ruh Akımı Tarikatı üyesi olabilirdiniz.

 

Ancak bu göz kamaştırıcı başarıyı kazanmak eskilerin deyimiyle ‘bir balığın ejder kapısından atlamaya çalışması’ gibiydi. Aylık zorlu sınavlarda yalnızca en iyi üç kişi kabul edilirdi, yani Dış Kesim çırağı olarak alınanların sayısı sınırlıydı.

 

Bir gün Yedinci Şişmanın dışarıya çıkıp malzeme alması gerekti. Ancak başka meselelerle meşgul olduğu için bu görevi yerine getiremeyecekti. Büyük Şişman Zhang da bu sebeple Bai Xiaochun’u çağırarak malzeme alma görevini ona verdi. Bai Xiaochun tereddüt etmişti, birkaç ay önce Xu Baocai ile yaşadığı olayı unutmuş değildi. Gerçi muhtemelen endişelenmesini gerektirecek bir şey yoktu ama yine de tedirginliğini atamıyordu. Ayrılmadan önce odasına giderek sekiz et satırı, altı tane de uzun deri kıyafet toparladı. Hazırlanmayı bitirdiğinde tam bir top halini almıştı.

 

Ancak kendisini çok daha güvende hissediyordu ki bu da en önemli şeydi. Son olarak tavasını da sırtına yerleştirdi, artık tamamdı. Bu şekilde Fırınlardan çıkıp dağda ilerlemeye başladı.

 

Tarikatın yeşil yollarında yürüyüp çevresindeki güzel binaları, avluları incelerken hiç olmadığı kadar gururlu hissediyordu.

 

“Zaman nasıl da akıyor!” diye mırıldandı ellerini arkasına koyarak. “Hayat bir rüya gibi. Ben, Bai Xiaochun, yalnızca birkaç aydır yetişim yapıyorum. Ama ölümlü dünyamdaki hayatımı, köyümü düşününce gözlerim yaşlarla doluyor.” Belinden sarkan sekiz satır, sırtında bir tava, üzerinde de kat kat kıyafetle külüstür bir oyuncak topu andırıyordu. Arada bir gözlerinin kenarıyla kendisini inceleyen başka çıraklara rastlıyordu.

 

Hatta bu manzara karşısında kahkahalarını tutamayan birkaç kadın çırağa da denk gelmişti. Ellerini ağızlarıyla kapatmış olsalar da gülüşlerinin sesleri gümüş çanlar gibi belirgin ve melodikti.

 

Yüzü yavaşça kızaran Bai Xiaochun kendisini eskisinden de etkileyici hissetmeden edemedi. Boğazını temizledi, göğsünü kabarttı ve yoluna devam etti.

 

Çok geçmeden, daha üçüncü bölgeden uzaklaşmamışken, ilerilerde heyecanlı bir şekilde koşturan insanları fark etti. Üçüncü tepenin üzerinde, genellikle Dış Kesim çıraklarının bulunduğu belli bir noktaya koşuyorlardı.

 

Oraya giden heyecanlı insanların sayısı giderek artmaya başlamıştı. Bu sahne karşısında şaşkına dönen Xiaochun, koşmakta olan cılız bir gencin kolunu kavradı.

 

“Neler oluyor kardeş?” diye sordu Bai Xiaochun. “Neden herkes oraya koşuyor?”

 

Genç adam sinirli görünüyordu ancak Bai Xiaochun’un sırtındaki siyah tavayı görmek ifadesini kıskançlığa çevirmişti.

 

“Senin Fırınlardan geldiğini fark etmemişim Abi. Neden gelip kendin bakmıyorsun? Dış Kesimden İki Seçilmiş, Zhou Hong ve Zhang Yide, zorlu sınav arenasının dışında kavga ediyor. Anlaşılan ikisinin de istediği bir şey var. İkisi de 6. Qi Yoğunlaşma seviyesinde, biz de onları izlerken bir şeyler kapabiliriz diye düşünüyoruz.” Açıklamasını bitiren genç adam aceleyle koşturmaya başladı, anlaşılan hiçbir şeyi kaçırmak istemiyordu.

 

Oldukça meraklanan Bai Xiaochun da hızlıca kalabalığın peşine takıldı, üçüncü kısmın tepesinden geniş bir platformu izlemeye koşuyorlardı.

 

Platform yaklaşık 3000 metre genişlikteydi ve şu anda bir çırak kalabalığıyla çevrelenmişti. Dağın tepesinde sıralanmış insanlar bile vardı, giyimlerine bakıldığında Dış Kesim çırağı oldukları anlaşılıyordu.

 

Platformun ortasında abartılı kıyafetler giyinmiş iki genç erkek bulunmaktaydı. Birinin suratı yaralıydı, diğerinin teniyse yeşim beyazlığındaydı. İkisi ileri geri hareket ederken çıkarttıkları patlama sesleri etrafta yankılanıyordu.

 

İkisi de büyülü eşyaların parıltısıyla sarılmıştı. Yaralı yüzlü gencin önünde kendi hareketleri yüzünden hareketlenen, sanki görünmez bir el tarafından sallanıyor izlenimi veren küçük bir bayrak vardı. O anda bayrak, sisten bir kaplan şeklini alarak kulakları sağır edici bir kükreme çıkardı.

 

Yeşim yüzlü gençse ileri geri dans ediyordu. Havada ıslıklar çalan, ardında ışıktan çizgiler bırakan küçük mavi bir kılıcı vardı.

 

Kılıcın uçuşunu gören Bai Xiaochun iç çekti. Evet, o da kılıcını hareket ettirebiliyordu ama bu gencin kontrol seviyesinin yanına dahi yaklaşamazdı.

 

Daha kayda değer olan şeyse iki genç adamın da güçlerini esirgemiyor oluşuydu. İkisi de öldürme içgüdüsüyle doluydu ve kısa süre içerisinde sayısız ölümcül durum yaşanmıştı. Artık ikisi de ağır yaralıydı, yaraları çok kritik görünmese de şok edici bir manzara sağladıkları kesindi.

 

Bai Xiaochun ilk kez yetişimcilerin mücadelesiyle karşılaşıyordu ve gözlerinin önünde yaşananlar, hayalinde canlandırdığı ölümsüzlerin savaşından çok daha farklıydı. Acımasızlıkları kalbini korkuyla doldurmuştu.

 

“Ölümsüz yetişim… sadece sonsuza dek yaşamakla alakalı değil mi? Savaşmak ve öldürmek de nerden çıktı? Ya küçük zavallı hayatımı kaybedersem…?” Bai Xiaochun, yaralı yüzlü gencin sisten kaplanı diğer genç adama ilerlerken gergince yutkundu. Kaşlarının arasından dökülen terleri silerek dış dünyanın çok tehlikeli olduğunun farkına vardı; muhtemelen güvenli Fırınlarda kalmak onun için çok daha iyi olacaktı.

 

Tam bu kanıya varmışken isminin söylenildiğini işitti.

 

“Bai Xiaochun!!”

 

Başını çevirdiğindeyse kanlı kâğıdın sahibi olan Xu Baocai’nin korkunç bir ifadeyle kendisine doğru ilerlediğini fark etti. Yanında da ahşap bir kılıç havalanmıştı, Qi Yoğunlaşmasının ilk seviyesini aştığını belli eden alışılmadık bir ışıkla parlıyordu. Kılıç ilerlerken ardında ışıktan izler bırakıyor, ruhsal bir baskı yayıyordu.

 

Kılıcın kendisine doğru geldiğini fark eden Bai Xiaochun’un gözleri iyice açıldı, ölümcül bir krizin yaklaştığını hissetmeye başlamıştı.

 

“Beni öldürecek!” diye düşündü.

 

Ve aynı saniyede ters yöne doğru koşarak bağırmaya başladı: “Cinayet! Cinayet!”

 

Diğer insanlar da bu çığlığı duyarak şaşkına dönmüştü. Çığlık o kadar kuvvetliydi ki Zhou Hong ve Zhang Yide bile kavgayı bırakmıştı.

 

Hatta Xu Baocai de bu çığlıklardan etkilenmişti. Yalnızca Bai Xiaochun’un adını söylemiş ve onu kovalamaya başlamıştı. Bai Xiaochun ise daha kılıca değmediği halde defalarca bıçaklanmış gibi çığlık çığlığaydı.

 

Xu Baocai’nin Bai Xiaochun’a olan nefreti iyice artmıştı. Kül rengi bir suratla kovalamacayı sürdürerek bağırmaya başladı: “Hadi Bai Xiaochun, nasıl dövüşeceğini biliyor olmalısın! Ne diye kaçıyorsun!?”

 

“Nasıl dövüşeceğimi biliyor olsaydım kaçar mıydım seni moron!? Seni çoktan öldürmüş olurdum! Cinayet! Cinayeet!” Bai Xiaochun’un şişman bir tavşancık şeklinde koşarken attığı çığlıklar giderek kuvvetlenmişti.

 

Bu esnada dağın en tepesinde süzülen bir binanın üzerinde iki adam Go oynamaktaydı. Biri orta yaşlı, diğeriyse daha yaşlıydı. Orta yaşlı adam Li Qinghou’dan başkası değildi. Yaşlı adamsa bembeyaz saçlarına rağmen al yanaklı, kanlı canlıydı. Gözleri parıl parıldı, sıradan bir birey olmadığı belliydi. Şu anda dikkatini aşağıda yaşananlara vermişti.

 

Kıkır kıkır gülerek şöyle dedi: “Tarikata ne kadar da ilginç bir çocuk getirmişsin Qinghou.”

 

“Çok utanç verici bir durum Tarikat Liderim. Bu çocuğun kişiliğinin daha çoook gelişmesi gerekiyor.” Başının ağrımaya başladığını hisseden Li Qinghou, elindeki oyun taşını tahtaya koyarak kafasını salladı.

 

“Fırındaki çocuklar tamamen bütünleşmişti ama bu çocuk bir şekilde içlerine girdi.” dedi yaşlı adam sakalıyla oynayarak. “Kolay bir görev değildi. Hmm…”

 

#Cinayet! Cinayeet!  Kat kat ceketi, satırları ve sırtında tavasıyla bağıra bağıra koşturan bir başkahraman...  Pek alışık olduğumuz bir manzara değil, değil mi? 
Hadi okumaya devam!






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 44329 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr