Bölüm 98: Kırmızı Halat Vadisi

avatar
10815 24

I Shall Seal The Heavens - Bölüm 98: Kırmızı Halat Vadisi


 

Bölüm 98: Kırmızı Halat Vadisi



Zaman yavaşça aktı. Kısa sürede yarım ay geride kaldı. Bir gece, dolunay gökyüzündeki çoğu yıldızı parlaklığıyla gölgede bırakıyordu. Ay gökyüzünde aslıyı duruyor ve altındaki yeryüzünü nazik gümüşi ışığıyla dolduruyordu.



Sanki bu parlaklık vadi grubunun üzerine daha fazla düşüyor, özellikle Meng Hao’nun bulunduğu yeri aydınlatıyordu. Ay sise doğru ışıklar saçarken, sis kaynamaya başladı ve yavaşça bir burgaç gibi döndü.



Vadinin dışında, yedi tane Gelişimci parlak gözlerle bekliyordu. Vadinin içindeki sise bakan gözleri beklentiyle doluydu.



Vakit geldi…” dedi kurbağacı ihtiyar, sesi alçaktı. Bu sözler ağzından çıkar çıkmaz sisin içinde bir çağlama sesi duyuldu.



Ses belli belirsizdi, ama kulağa ulaştığında, insanın tam kalbine saplanıyordu. Çatırdama sesleri yankılandı ve vadinin içindeki sis kabardı.



Zaman geçtikçe çağlama sesi daha da belirgin hal aldı. Daha fazla çatırdama sesleri arasında sis devasa bir girdap şeklini alana kadar dönüp durdu. Girdabın kenarındaki sisler etraftaki düz yamaçları delebiliyor gibiydi, onları eritiyordu. Sıvılaşmış kayalar uçurumların dik yüzünden aşağı doğru akmaya başladı.



Aynı sırada burgacın içinde bir kırmızı halat belirdi. Kalınlığı bir insan kolu kadardı ve sayısız insanın kanıyla boyanmış kadar kırmızıydı. Havayı monoton bir ses doldurarak burgaç ve halat beraber döndü. Halatın ortaya çıkmasıyla birlikte yedi adam hayat bulmuş gibi göründü.



Kurbağacı ihtiyarın gözleri parladı. Dilini ısırdı ve biraz kan tükürdü, aynı zamanda bir büyü işareti yaptı ve depolama çantasından siyah metal bir parça çıktı.



Diğer altı adam da aynı şeyi yaptı, kan tükürdüler ve siyah metalin kırılmış parçalarını çıkarttılar. Sanki bu işleme aşina gibilerdi, bunu daha önce yapmış gibilerdi.



Kan burgaca girdi ve belli ki bu yüzden burgaç aniden dönmeyi kesti. Fakat aynı şey halat için geçerli değildi.



Yedi adamın kırılmış siyah metal parçaları havada döndü ve ardından birleşerek siyah bir kılıç şekline büründüler.



Kılıç vadinin üzerinde uçtu, aşağısındaki kırmızı halata doğru ucunu çevirdi. Kırmızı halat da dönmeyi kesmişti.



İhtiyar alçak bir bağırışla birlikte kırmızı halatı iki eliyle kavramak için ileri doğru uçtu. Onu, ıslak bir his vermesine rağmen hiç tereddüt etmeden kavradı, sanki kan ile kaplanmış gibiydi. Diğer altı adam da onun arkasında belirerek hep birlikte halatı çekmek için güçlerini birleştirdiler.



Bunu yaptıklarında bölgeyi gök gürültüsü gibi bir ses doldurdu. Halat burgacın içinden yavaşça otuz metre kadar çıktı. Bu olduğunda, siyah renkli bir Qi akarak tüm bölgeyi doldurdu. En sonunda bu Qi Meng Hao’nun mağarasının bulunduğu yere ulaşarak içeri daldı.



Üç yüz metrede Yeşim Ruh Taşı almıştık. Altı yüz metre içinde zehirli hava aldık. Geçen sefer dokuz yüz metre çektiğimizde taş mühürlü hayvan almıştık. Bugün, her şeyimizi verip bin beş yüz metre çekeceğiz!



Doğru! Klanımızın antik kayıtlarına göre, eğer bin beş yüz metre çekebilirsek, ilk mühür açılacak ve Klanın atadan kalma ruhu uyanmış olacak. O bir Zehir Temeli şekline bürünecek ve Gelişim Merkezlerimiz bambaşka bir seviyeye yükselecek!” Yedi adamın gözleri parladı ve kendilerini halatı çekmeye odakladılar.



Burgacın dibi görünmüyordu; karanlıktan başka bir şey yoktu, bu da kırmızı halatın bir sonu yok gibi bir hissiyat yaratıyordu. Halata her asılışlarında vadinin çevresinde bir sarsıntı oluyordu. Yer dalgalanıyordu ve sanki kırmızı halatın ucu yeryüzünün çekirdeğine bağlıymış gibi hissettiriyordu.



Bu sarsıcı gümbürtüler duyulurken adamlar çekmeye devam eti. Halatın dokuz yüz metresi görünürken daha fazla zehirli hava kabarmaya başlamıştı. Aniden, burgacın derinliklerinden çürümüş balık gibi bir koku dışarı aktı.



Bu kötü koku daha önce hiç ortaya çıkmamıştı; yedi adamın yüz ifadesi değişti. Fakat, halatın etrafındaki alan hemen kötü koku ve zehirli havaya karşı doğal bir korumaya geçmiş gibiydi. Adamların yüzü soluktu, dişlerini sıktılar ve bir kez daha halata asıldılar.



Bin üç yüz elli metre. Bin üç yüz seksen metre. Bin dört yüz metre!



Adamlar nefes nefese kalmıştı. Gelişim merkezlerindeki gücün yüzde yetmiş seksenini harcamışlardı. Hiç tereddüt etmeden tıbbi haplarını ağızlarına attılar ve bir kez daha halata asıldılar. Yedi adamdan beşi kan kustu. Kısa süre sonra, sadece kurbağacı ihtiyar ve diğer dokuzuncu seviye adam kalmış, hala devam ediyorlardı. Dişlerini sıktılar, vücutlarının titremesine engel olamıyorlardı.



Sınırıma ulaştım…” dedi ihtiyar kükreyerek. Dilini ısırdı ve biraz daha kan tükürdü. Bu olduğunda, vadinin kenarından siyah bir ışık ışını fırladı. Bu ışık ağzını halata kenetleyen devasa bir kurbağaya dönüştü. Onu ısırdığında kurbağanın vücudu çürümeye başladı, ama buna dayanarak çekmeye başladı.



Daha sonra bir kırkayak fırladı, yanında bir çok insan boyutunda örümcek de vardı. Onlar halatı çekmek için insanlar tarafından çağırılmıştı. Hatta büyük kayanın içindeki kuş iskeleti bile gelmişti. Onun parıltısı kırmızı halatı çekmeye yardımcı oluyor gibiydi.



Bin dört yüz otuz metre. Bin dört yüz altmış metre. Bin dört yüz doksan metre!



Çürük kokusu gittikçe yoğunlaştı, sanki ceset barındırıyormuş gibi koku tüm vadiyi doldurdu. Kırmızı halat bin beş yüz metreye ulaşmak üzereydi. Girdaptan ürpertici bir feryat koptu ve havayı habislikle deldi.



Bu feryat giderek yoğunlaşmaya başladı, sanki bir umutla dolmuş gibiydi. Fakat… Bin beş yüz metre işaretine varmak için daha on metre vardı. Adamların çağırdığı zehir hayvanları birer birer patlayarak devam edemediler. Onlar öldüğünde yedi adamın yüzü solmuştu. Halat aniden ellerinden kaymış ve tekrar girdabın içine doğru çekilmeye başlamıştı. Onu bırakmasalar, halatlar birlikte burgacın içine çekileceklerdi.



Adamlar sessizce halatın tekrar içeri çekilmesini izlediler.



Neyse. Bir daha ki ay tekrar deneriz.



Evet. Halatı bin beş yüz metre çekeceğimiz gün gelecektir elbet. Ben yakında Gelişim Merkezimde bir ilerleme elde edeceğim. Dokuzuncu seviyeye ulaştığımda, kesinlikle bunu başaracağız.



Şu yabancı dokuzuncu seviye…” dedi adamlardan biri aniden.



İşleri daha karmaşık hale getirmeye gerek yok. O yabancı muhtemelen zehirli hava tarafından çoktan ölmüştür. O Temel Kurulum aşamasında bile olsa, bizim kanımıza sahip olmadığı sürece ona karşı koyamazdı.



Adamlar konu hakkında biraz daha tartıştıktan sonra dağıldılar.



Sis, vadide üç gün daha dolandıktan sonra sakinleşti. Bölgedeki ruhsal enerji yavaş yavaş tekrar yoğunlaştı ve zehirli hava dağıldı.



Ölümsüzler Mağarasında Meng Hao soğuk gözlerle izledi. Etrafı elektrik arklarıyla dolu bir alanla sarılıydı, son üç günde yaşanan bütün her şeyi net bir şekilde görmüştü. Yıldırım Bayrağı zehirli havayı bir çırpıda bitirmiş ve Meng Hao hiç incinmeden güvende kalmıştı.



Benim öldüğümü düşünüyorlar. Bu iyi.” Meng Hao’nun gözleri parladı.



Yüce Ruh Yazıtından mı yoksa Şeytani Çekirdekten mi kaynaklı bilmiyorum ama Temelimi kurmak konusunda oldukça zorlanıyorum.” Meng Hao başını eğdi ve bir tane daha Temel Kurulum Hapı aldı. Kaşlarını çattı, şu an biraz şüphe içindeydi. Yüce Ruh Yazıtındaki Gelişim yöntemi gerçek yöntem miydi? Yoksa Patrik Reliance onu kendi Şeytani Gelişim pratiklerine göre mi değiştirmişti… Bunu bilmenin bir yolu yoktu. Meng Hao’nun gözleri kararlılıkla parlayarak Temel Kurulum Hapını ağzına attı ve gözlerini kapatarak meditasyona başladı.



Meng Hao’nun Çekirdek Denizi şiddetle gürledi, kaynayarak ve çalkalanarak yoğunlaştı. Bir Tao Sütunu şekilleniyor gibiydi. Ama bunu yapmak son derece zordu. Temel Kurulum Hapıyla birlikte bile başarılı olamıyordu.



Temel Kurulumunun Gelişim yolunda aşılması gereken ilk gerçek engel olduğu söylenebilirdi. Bir Temel Kurulum Hapı başarı şansını sadece yüzde on artırıyordu.



Meng Hao Qi Yoğunlaştırma yüce döngüsünü tamamlamış olsa da ve saklı yeteneği artmış olsa da, hala bu kolay bir iş değildi.



Zaman aktı. Göz açıp kapayıncaya kadar üç ay daha geçti. Bu süre zarfında, her dolunay zamanı yedi adam halatı çekme girişiminde bulunuyordu. Bir çok kez Meng Hao’nun cesedini almak için Ölümsüzler Mağarasına gelmişlerdi.



Ama mağara Patrik Reliance’ın Yıldırım Bayrağıyla korunuyordu. Bir kaç önemsiz Qi Yoğunlaştırma Gelişimcisinin onun karşısında şansı yoktu. Artık Meng Hao’nun gerçekten de ölüp ölmediğini merak etmeye başlamışlardı.



Üç ay daha geçti, son yarım yıl sıkı çalışmayla geçip gitmişti. Adamlar Meng Hao’ya dair en ufak bir ize rastlamamışlardı. Artık bu noktada onun öldüğü konusunda neredeyse emindiler.



Meng Hao ise, son altı ayda kaç tane Temel Kurulum Hapı tükettiğini kendisi bile bilmiyordu. Her başarısızlıkta başka bir hap daha kullanıyordu. Sonlara doğru artık iki hapı birden kullanmaya başlamıştı.



Bu altı aylık sürede zehir iki kez alevlenmişti. Neyse ki Meng Hao hazırlıklıydı. Onunla baş edebilmiş ve ardından Temel Kurulumu aşamasına ilerleme denemelerine devam etmişti.



Bu işkence gibi durumla bir ay daha geçti. Bir gece, Meng Hao yine otururken zihninde bir kükreme sesi yükseldi. Bu kükreme sesini sadece Meng Hao hissedebilmişti; sanki zihninde gök gürlüyor gibiydi.



Vücudunda Altın Çekirdek Denizi eşi benzeri görülmemiş bir gürleme sesi koparttı ve altın bir ışık tüm vücudunu doldurdu. Sanki Meng Hao tamamen altından yapılmış gibiydi.



Meng Hao meditasyonda oturuyordu ve gözleri kapalıydı. Çekirdek Denizinde gök gürültüsü gibi sesler yayılırken, o her şeyiyle Tao Sütunu şekillendirmeye ve Temel Kurulumu aşamasına ilerlemeye odaklanmıştı. Çekirdek Denizinin içindeki Şeytani Çekirdek hızlıca dönüyordu. Sanki eriyecek gibi bir görüntüsü vardı.



Geçen bir yılda bu sık sık gerçekleşen bir şeydi. Meng Hao şunu net bir şekilde anlamıştı, eğer içinde bu Şeytani Çekirdek olmasa, Temel Kurulumuna çok daha kolay bir şekilde ulaşacaktı. İşleri zorlaştıran Şeytani Çekirdekti. Buna Qi Yoğunlaştırma büyük döngüsünü tamamlamış olduğu gerçeği de eklenince, Meng Hao için Temel Kurulumuna ulaşmak dünyadaki herhangi birinden çok daha zor olacaktı.



Tao Sütunu her şekillenmeye başladığında, Şeytani Çekirdek tarafından ihlal ediliyor ve kaynaşamıyordu. O an, Meng Hao’nun Çekirdek Denizinde altın bir ışık parlıyordu. Sular bütünleşmeye başladı, yavaşça devasa bir Tao Sütununa katılaşıyordu. Ama ardından, Şeytani Çekirdek dönmeye başlayarak bir an önce sakin olan Çekirdek Denizinin kudurmasına neden oldu. Tao Sütunu bir kez daha dağıldı.



Bir daha!” Meng Hao’nun gözleri yandı. Hiç tereddüt etmeden elini kaldırdı ve üç tane Temel Kurulum Hapı yuttu.




Fullbringer Notu: Bizim adam müptezel oldu çıktı. Haplanıp duruyo.

 

 






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 43988 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr