Bölüm 46: Üç Uzun Mızrak

avatar
11053 30

I Shall Seal The Heavens - Bölüm 46: Üç Uzun Mızrak


Çeviri:RassNt  Düzenleme:Fullbringer


Meng Hao, Yunkai Ülkesine daha önce bir kaç kez gitmişti. Gidiş sebebi genelde kalem, kâğıt ve mürekkep almak içindi. Belki de köylerin zenginliğinin fazla olması bilimle ilgili talepleri artırdığından, yazı malzemelerinin fiyatı ortalamadan düşüktü.


Üç yıl geçmesine rağmen burası hala aynıydı. Meng Hao caddelerde yürürken ister istemez bütün dükkânların dışında, üzerinde geniş harflerle “Li” kelimesinin yazdığını fark etti.


Şişkonun söylediğine göre, onun babası Yunkai’nin en zengin insanıydı ve gerçekten de ülkenin yarısına sahipti. Sadece toprak anlamında değil, iş anlamında da her yerde “Li” kelimesi vardı.


Biraz soruşturma yaptıktan sonra şişkonun evinin yerini saptadı ve oraya doğru yola koyuldu. Güneş ufukta batmaya başlıyordu, gökyüzü karardı ve her yeri yumuşak bir parıltı kapladı.


Meng Hao’nun Yunkai Ülkesinin en doğusuna gitmesi çok uzun sürmedi, orada gördüğü şey ise hakiki bir orman ve büyük binalarla dolu devasa bir araziydi. Uşaklar tarafından gözetlenen ana kapının üzerindeki tabelada “Li Konağı” yazıyordu. İçeriden şarkı ve dansların canlı sesi duyulabiliyordu.


Meng Hao’nun vücudu parladı ve bir an sonra içerideydi.


Konak devasaydı, etrafındaki iç avluda şu an şarkıcılar ve dansözler gösteri yapıyordu. Meng Hao’nun gözüne son derece şişman, orta yaşlı bir adam takıldı, üstünde gösterişli bir cübbe vardı. Şişko’ya oldukça benziyordu, kesin onun babasıydı. Adamın yanında ise yüzü ihtiyatlı bir ifadeyle dolu genç bir adam vardı.


O son derece kibirli görünüyordu ve üzerinde pahalı giysiler vardı, fakat vücudu biraz çelimsizdi, sanki kendini şarap ve kadınlarla çok yıpratmış gibiydi. Bir elinde şarap kadehiyle, şarkıcı ve dansözlere bakarken ara sıra gözlerinde utanmaz bir ifade parlıyordu.


Daha gelmedi mi?” dedi genç adam, kaşlarını çattı. Ses tonu soğuk ve sıkkındı.


Az kaldı, az kaldı.” dedi şişkonun babası, son derece utanmış görünüyordu ama yüzünde zorlama bir yağcılık gülümsemesi vardı. “Genç Lord Zhao, lütfen biraz daha bekleyin. Gelinim her zaman biraz yavaş olma eğilimindedir.” Bu sözler ağzından çıkar çıkmaz bir kaç hizmetçi kadın uzaktan göründü. Onların arkasında genç bir kadın yürüyordu. Üzerinde uzun, puslu bir giysi vardı ve saçları Anka tokasıyla tutturulmuştu. Görünüş olarak son derece saf ve güzeldi fakat yüzünde bir korku vardı; yaklaştıkça sanki üşüyormuş gibi titremeye başladı.


Baba…” dedi yaklaşınca. Başını eğerek selamladı.


Xiang’er, bu Yunkai Ülkesinin Zhao ailesinin genç Lordu.” Şişkonun babası yumuşak bir sesle konuştu. “Neden onunla kadeh kaldırmıyorsun?” Adam gelinine özür diler gibi baktı. Oğlu yıllardır kayıp olmasına rağmen kız onun dönmesini beklemiş ve hiç şikâyetçi olmamıştı. Babasına da kendi babası gibi saygı göstermişti.


Selamlar, genç Lord Zhao.” Kız başını eğerek konuştu. Korkmuş bir haldeydi ama şuan ailenin iyi bir pozisyonda olmadığını biliyordu. Kız şarap şişesini kaldırdı ve bir kadehe dökerek iki eliyle ona uzattı.


Genç Lord kıza baktı, gözleri parladı. Kendini kontrol etmeye çalıştı. Kız son derece güzeldi ve içten içe çoktan sıkıntı çıkarmaya hazırlanmıştı. Yüzünde şehvetli bir ifade belirdi. Şarabı kabul etti ve daha sonra kızın elini kavramaya çalıştı. Bunun üzerine kız korkarak geri adım atınca kadeh yere düştü.


Ne cüretle!?” diye bağırdı Lord Zhao, gözlerinden ateş çıkıyordu. Masaya bir tekme atarak üzerindeki her şeyi yerlere saçtı. Şişkonun babasına işaret ederek, “Beni dinle Li Dafu. Benim genç kardeşim geri döndü ve şu an bir ölümsüz. O senin malını mülkünü istiyor canını değil! Sana acıdığım için onun sana karşı nazik olmasını sağlamıştım, tüm bunlara rağmen şimdi sen beni nasıl böyle aşağılayabilirsin!?” dedi.


Genç Lord Zhao, bu…” Şişkonun babası aceleyle bir şeyler söylemeye çabaladı.


Kapa lan çeneni! Sana söyleyeyim, bu iş burada bitmeyecek! Eğer canına değer veriyorsan, gelininin benimle bir gece geçirmesini sağlarsın, Eğer o beni memnun edebilirse, ben de genç kardeşime seninle ilgili daha iyi şeyler söylerim…” Genç Lord soğukça güldü, gözleri korkudan bembeyaz olan kızın üstüne kilitlendi. Yüzünde yeniden pis bir ifade belirdi.


Şişkonun babasının yüzü kül gibi oldu. En başta sadece kadeh kaldıracaklarını söylemiş ve adamda kabul etmişti. Ama bu çok abartıydı. Dişlerini sıktı. Oğlu kayıptı ve daha gelinini bile koruyamıyordu. Yaşamasının ne anlamı vardı?


Defol!” diye kükredi. “Kaybol buradan! Atın bunu dışarı! Li ailesi iflas etse de Zhao ailesinin hakaretlerine katlanmayacağım!


Oldukça etkileyici.” Lord Zhao güldü. Arkasını döndü ve ayrıldı, gözleri öldürme arzusuyla doluydu.


Ziyafetin dağıldığını gören genç kız dudağını ısırdı ve yüzünden gözyaşları oluk oluk akmaya başladı. Kız başını eğdi ve bir şey söylemek üzereymiş gibi baktı.


Şişkonun babası sakince konuştu, “Bu konu hakkında endişelenme, Bu dünyada hala kanunlar var. Lütfen bayanı geri götürün.” Hizmetçiler hemen genç kadına eşlik etti. Her yer sessizleşti. Şişkonun babası aniden titremeye başladı. Hatta tökezledi, sanki aniden yaşlanmış gibiydi.


Daha sonra başını sağa sola salladı ve yürümeye başladı. Çok geçmeden bir binaya vardı. Kapıyı itti ve içeri girdi. Burası gösterişli bir odaydı, ama sanki her yer ısırık izleriyle kaplı olmasa daha güzel bir yer olabilir gibiydi.


Fugui, neredesin?” Şişkonun babası bir sandalyeye oturarak mırıldandı. “Neden daha geri dönmedin…?” Şu an olduğundan daha yaşlı görünüyordu. Masadaki bir ısırık izini nazikçe okşadı.


Aniden bir ses bu sessizliğe son verdi. “O şu an iyi.” Şişkonun babası başını kaldırdı ve odada, pencerenin yanında bir adamın olduğunu görünce gözleri korkuyla doldu. Onun ne zaman ve nasıl geldiğiyle ilgili hiçbir fikri yoktu.


Onun üstünde uzun mavi bir cübbe vardı ve bir bilgin gibi görünüyordu. O kişi Meng Hao’dan başkası değildi.


Sen…” Li Dafu ayağa kalkarak panikledi. Bir kaç adım geriledi.


Ben Tarikattan Fugui’nin arkadaşıyım, Yunjie Ülkesinden Meng Hao.” Meng Hao döndü. Bakışları pencere eşiğindeki ısırık izlerinden Li Dafu üzerine kaydı.


Meng Hao!” dedi Li Dafu, şok oldu. Bu ismi tanımıştı. Oğlunun ortadan kaybolduğu sene soruşturma yapmıştı ve aynı zamanda kaybolan başka üç çocuğun daha varlığını tespit etmişti. Onlardan birinin ismi de Meng Hao idi.


Fugui, o…” Li Dafu’nun vücudu titremeye başladı. İçten içe tereddüt halindeydi.


O şu an Zhao Ülkesinde değil, tahminimce geri dönmesi uzun sürecek gibi.” Meng Hao ileriye doğru yürüdü ve sandalyeye oturdu. Daha sonra sakince konuştu, “Biraz önce avluda olanları gördüm. Bir kaç gün burada kalıp meseleyle ilgileneceğim.” Bir kâğıt parçası çıkardı ve onu masanın üstüne koydu. “Lütfen benim için şu özelliklere sahip üç tane mızrak hazırlatın. Biri demir, biri gümüş, biri de altın.” Bununla birlikte gözlerini kapattı.


Li Dafu bir an tereddüt ettikten sonra başını aşağı yukarı salladı. Şuan durum ne kadar inanılmaz görünse de, Meng Hao’nun dediklerine inanmayı seçti. Hiçbir şey söylemeden kâğıdı aldı ve aceleyle çıktı.


Lord Zhao ise Li Hanesi ve Yunkai Ülkesinden ayrıldı, yüzü sertti. Yanındaki uşakların eşliğinde gecenin karanlığında Yunhai Ülkesine doğru yola koyuldu. Giderken kendi yüzüne sertçe vurarak, bir el izi bıraktı. Kısa bir süre sonra büyük bir avluya vardı ve ifadesi aniden saygılı ve hatta korku dolu bir hal aldı. Alçak bir sesle konuştu.


Küçük kardeşim, uyanık mısın?


Sorun ne!?” dedi soğuk bir ses. Ses biraz tizdi, sanki sesin sahibi daha yeni ergenlik çağına giriyor gibiydi.


“Li Hanesi sadece senin önerini dinlemeyi reddetmekle kalmadı, aynı zamanda beni aşağıladı. Hatta bana tokat bile attılar.” Genç Lord Zhao yüzüne aşağılanmış gibi bir ifade takınmaya çalıştı.


Kapı yavaşça açıldı ve genç bir adam dışarı çıktı. Görünüş olarak 12-13 yaşlarındaydı ve üzerinde zengin işlemeli bir elbise vardı. Dış görünüşü gayet biçimliydi ve güzel olduğu bile söylenebilirdi. Meng Hao burada olsaydı, bu genç adam anında dalkavukluğa başlardı. O Büyük Kıdemli Ouyang’ın Reliance Tarikatının dağıldığı gün kurtardığı öğrencilerden biriydi. O Meng Hao’nun hizmetçisi, Zhao Hai idi.


Onun da görüşü şişkoyla paraleldi. Büyük bir arazi sahibi olmaktı. Şişkonun gidişiyle birlikte, o bu bölgeye geri dönmüş ve yakınlarda zengin aileleri yağmalamaya başlamıştı. Hatta daha Reliance Tarikatındayken Li Dafu ile nasıl ilgileneceğinin planlarını yapmıştı. Fakat geri döndüğünde öğrendiğine göre, Li Ailesi üyelerinin aile varlığıyla ilgili bilgileri açığa çıkarması yasaktı.


Seni işe yaramaz salak,” dedi Zhao Hai. “Senin kadar aptal olduğumu mu düşünüyorsun?  Suratındaki o el izinin açısı yanlış. Belli ki kendi kendine vurmuşsun.” Yüzünde bir iğrenme ifadesi belirdi. Ama bu herif onun abisiydi. Zhao Hai kaşlarını çattı. “Her neyse. Gelişim Merkezimde bir ilerleme elde etmek üzereyim. 7 gün sonra seninle birlikte Li Ailesine gideceğiz.” Daha sonra arkasını dönerek içeri girdi ve kapıyı çarptı. Genç Lord Zhao memnun görünüyordu. Yedi gün sonra o genç kızın hüzün dolu çığlıklarının altından yükseleceği hayalini kurdu.


Yedi gün geçti. Zhao Hai, Yunhai Ülkesindeki evinden harekete geçti, elleri arkasında bağlıydı ve arkasında Genç Lord Zhao onu takip ediyordu. Ayrıca yanlarında bir grup aile uşağı da vardı. Gözlerinde öldürme arzusuyla birlikte Yunkai Ülkesine doğru yola koyuldular.


Yunkai Ülkesinde Meng Hao bir odada bacaklarını çaprazlayarak oturmuş, sessizce meditasyon yapıyordu. Öğle saatlerinde kapısı hafifçe vuruldu. Meng Hao gözlerini yavaşça açarken Li Dafu’nun içeri girdiğini gördü. Onun arkasında on tane aile uşağı vardı. Üçer kişilik gruplar halinde üç tane mızrak taşıyorlardı, biri demirden, biri gümüşten ve biri de altındandı.

                                         

Üzerlerindeki ince çizgi ağları, bu mızrakların hem ilkel hem de gösterişli görünmesine neden oluyordu. Meng Hao elini uzattı ve demir mızrak havadan ona doğru uçtu. Li Dafu ve hizmetçiler şok ve dehşet içinde kaldı.


Demir mızrak son derece ağırdı; Meng Hao’nun onu böyle bir mesafeden kapması onları korkutmuştu.


Li Dafu’nun vücudu sarsıldı ve gözleri parladı. Daha önce Meng Hao’nun sıradan biri olmadığını tahmin etmişti. Sadece yarım yamalak inansa da, bu üç mızrağın yapılma isteğine uymuştu. Ama şimdi, onun daha önceki sözlerine tamamen inandı. Bu adam sıradan biri değildi.


Meng Hao başını aşağı yukarı salladı ve diğer iki mızrağı da ele geçirdi. Onları test etti ve daha sonra elbise kolunu fiskeleyerek depolama çantasına attı. Bu meydana geldiğinde, devrilme seslerinin eşliğinde hizmetçiler dizlerinin üstüne indi ve Meng Hao’ya karşı başlarını eğdiler, yüzleri şaşkınlıkla doluydu.








Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 44300 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr