Bölüm 301: Saf Yang Kılıç Sarayı

avatar
10831 29

True Martial World - Bölüm 301: Saf Yang Kılıç Sarayı


 

Çeviri: bebebiskuvisi Düzenleme: Fullbringer

 


Yi Yun boyutlar arası yüzüğünden hızlıca bir kıyafet seti çıkardı ve onları giydikten sonra hızlıca saraya doğru ilerledi.


Bu kılıç gibi yükselen dağ çok yüksek görünmese de, Yi Yun tırmanmaya başladığında dağın sihirli bir yer olduğunu düşünmeye başlamıştı. Dağ uzadıkça uzuyor gibi görünüyordu. Nihayetinde iki saat tırmandıktan sonra zirveye ulaştı.


Dağın zirvesi, rüzgarlarla uğulduyordu. Altındaki araziye göz attığında her şeyin dumanımsı bulutlarla gizlenmiş ve cansız olduğunu gördü.


Sarayın girişinde kapanmış büyük bir bronz bir kapı vardı. Bu dünya, öncekinden de farklı bir dünyaydı.


Bu bilinmeyen dünya parçası, Tai Ah Kutsal Krallığı’nı da aşan bir güç içeriyordu, ama içinde sağlam olan tek şey, bu saraydı. Diğer her şey zamanla bozulmuş, yok olmuştu.


Yi Yun döndü ve saraya baktı.


Saray, gökyüzünü delen bir kılıç gibi yükseliyordu.


Sarayın etrafında, üzerinde oymalar olan dört büyük sütun vardı.


Yi Yun sessizce bu sütunlara doğru yürüdü ve oymaları inceledi.


Oymaların hepsi birbiriyle bağlantılıydı. Ve oyulmuş bazı sahneler, Yi Yun’u ürkütüyor ve şaşırtıyordu.


Zincirlerle bağlanmış bir ejderha gördü. Tüm Büyük İmparatorları aşan eşsiz bir uzman ve bu uzmanın bu dünyayı parçaladığını gördü.


Ve iki tarafın birbiriyle savaştığı muazzam bir savaş sahnesi gördü. Farklı ırkların dahil olduğu bir savaş sahnesi! Bir taraf ilkel türden metruk hayvanlara biniyorken diğer taraf da, güçlü büyülü silahlar kullanıyordu.


“Bu dünya parçasının düşüşü, bu oymalara kaydedilmiş bu büyük savaşla ilgili olabilir mi?”


Yi Yun bu muazzam görüntüye şaşkınlıkla ve dikkatle baktı. Yaşadığı dünyanın ne kadar büyük olduğunu hayal etmekte zorlanıyordu.


Şimdiye kadar gördüğü kısmın, denizde bir damladan ibaret olduğunu hissediyordu.


Tai Ah Kutsal Krallığı’nın bilgeleri bile bu dünyanın ne kadarını keşfedebilmişti ki?


Yi Yun dev sütunları geçip sarayın önüne gitti. Başını kaldırdı ve sarayın tepesinin altın plakalarla kaplı olduğunu fark etti. Ve plaka da neredeyse silinmiş kelimeler vardı. Geride sadece saldırgan auralar yayan birkaç kesik kesik iz vardı.


Yi Yun saraya yaklaşırken tarifsiz bir baskı hissetmeye başladı. Bu baskı sadece fiziksel değil, aynı zamanda zihinseldi de.


Bu görünmez güç, Yi Yun’un enerji dolaşımını ve tüm yaşamsal faaliyetlerini baskılıyor gibiydi.


Kalp atışları, nefes alış verişleri, kan dolaşımı ve hatta düşünme süreci bile yavaşlamıştı.


Sarayın girişinin yaklaşık üç yüz metre kadar önünde siyah taştan bir heykel duruyordu. Heykel otuz metre yüksekliğindeydi ve uzun boylu, kalıplı bir orta yaşlı adam şeklindeydi. Yüzü, siyah-kırmızı bir miğferin ardında gizliydi ve gözleri, yıldızlarla dolu evren kadar derin görünüyordu. Sırtında bir kılıç asılıydı.


Sadece bir heykel olmasına rağmen eşsiz bir uzmana ait olduğunu düşündüğü kadim bir aura yayıyordu. Bu aura her yöne yayılıyordu. Yi Yun bazı nedenlerden ötürü sarsılmaya başladı.


Heykelin arkasında siyah taştan bir sütun parçası vardı. Taş sütunun üzerindeki kelimeler bir kılıçla oyulmuş gibi görünüyordu. Kelimeler ise, içlerindeki enerji her an taş sütundan çıkabilirmiş gibi canlı ve güçlü bir şekilde yazılmıştı.


Yi Yun bu kelimeleri okurken gözlerinin önünde kılıç tutan zarif bir insanın görüntüsü belirmişti sanki.


Bu kelimeler, bu taş sütuna heykelin tasvir ettiği orta yaşlı adam tarafından mı oyulmuştu?


Yi Yun taş sütundaki kelimelere baktı. Bu kelimeler, yaşadığı dünyadaki kelimelerden farklıydı, ama Yi Yun ‘On Bin Hayvan Totemi’ ve ‘Tai Ah Kutsal Tekniği’ gibi antik kitapları okumuş olduğundan bu kelimeleri anlayabiliyordu.


Taş sütunda yazılan kelimeler şunlardı: “Buraya yerleştirilmiş Yedi Ölümün Taş Sütunu, vasiyetimdir! Göksel Dao’nun çökeceği, evrenin yok olacağı ve yerine kendi dünyamı inşa edip hayata ve ölüme hükmedeceğim, reenkarnasyon döngüsünü kıracağım, her şeyin ruhunun elde edeceğim, kılıcımın tekrar yükseleceği, ölümsüz kanımın döküleceği, şeytanların yok edileceği günü bekliyorum! Öldür! Öldür! Öldür! Öldür! Öldür! Öldür! Öldür!”


Ve yedi ‘Öldür!’ kelimesinin her biri diğerinden daha şok ediciydi!


Yedi Ölümün Taş Sütunu!


Yi Yun derin bir nefes aldı. Sadece bu kelimeleri okumak bile, canavarca bir öldürme niyetini deneyimlemesine yol açmıştı. Bunu yazan kişinin, her şeyi yok etmeye yetecek kadar ölçüsüz bir nefreti varmış gibiydi.


“Nasıl bir insanmış bu? Taş sütunun üzerine, göklerin çöktüğü, evrenin yok olduğu ve yerine kendi dünyasını inşa edip hayata ve ölüme hükmedeceği günü beklediğini yazmış...Bu korkunç ihtiras…”


Yi Yun dehşete düştü. Bu sütunu yapan kişi gerçekten şaşırtıcıydı.


Yi Yun taş sütunun üstüne baktı. Taş sütun dokuz metre kalınlığındaydı ve tepesi bir kılıç tarafından kesilmiş, pürüzsüz, düz bir yüzeye dönüştürülmüştü.


Taş sütunun arkasına geçtiğinde dehşete düştü. Saldırı, tepeden başlayıp taş sütunun arkasını da kesmişti. Uzun ve gittikçe genişleyen bir boşluk bırakmıştı.


Aşağıdaki vadiye baktığında şaşkınlığı daha da büyüdü.


Bu saldırı, gökyüzüne doğru bir kılıç gibi yükselen dağın tabanına kadar ulaşmıştı. Tüm dağ ikiye bölünmüştü.


Tüm dağ boyunca açılmış olan yarık, aşağıdaki araziye kadar binlerce metre uzunluğa ulaşıyordu. Kılıç saldırısı, bu cansız topraklarda bir kanyon yaratmıştı. Kanyonun uzunluğu ve derinliği görüş sınırlarını aşıyordu. Arazinin ötesinde kesilmiş bir orman ve kesilmiş bir nehir bile vardı.


Yi Yun bir süreliğine ağzını açamadı şaşkınlıktan. Sanki bu parçalanmış dünya, bu kılıç saldırısı tarafından ikiye bölünmüştü. Nasıl bir güçtü bu?


O insan, o kelimeleri taş sütuna oyduktan sonra nefreti sebebiyle böyle bir saldırı yapmış olabilir miydi? Böyle nefes kesici bir kılıç izi bırakmış olabilir miydi?


Dünya, tüm şeytanları katletmemi bekliyor…


Şeytanlar da kimdi? Bu kılıç izini bırakan kişi, o muazzam savaşta mı yenilmişti?


Yi Yun bu kılıç izine tekrar baktığında korkunç bir öldürme niyetinin yanı sıra, huzurlu bir havanın da olduğunu hissetti.


Ve uzun süre bu ize baktıktan sonra gözlerinde bir ağrı hissetti. Derisinde bile iğneler batırılıyormuş gibi bir acı hissediyordu. Kasları da istemsizce kasılıyordu.


Ona baktıkça, bu kılıç izinin içindeki kılıç niyeti daha da belirginleşmeye başladı. Bu, durduğu yerden ayrılamaya cesaret edememesine neden oldu. Nefesi, devasa bir düşmanla karşı karşıya gelmiş gibi ağırlaştı. Sanki bu kılıç saldırısı uzay-zamanı da delip onu kesecekmiş gibiydi.


Bu kılıç izindeki kılıç niyetinin onlarca milyon yıldan sonra bile varlığını devam ettirmesi inanılmazdı.


Yi Yun bu histen kurtulmak için Saf Yang Qi’sini ortaya çıkardı.


“Böyle bir güce sahip olmak...Muhtemelen bu saldırının gücü, tüm Kutsal Yaban’ı kesmeye yetecektir…”


Yi Yun iç çekti. Hâlâ kılıç izinde kalan kılıç niyetine bakarak buraya onlarca milyon yıl önce gelmiş olsaydı bu izde kalan Kılıç Qi’sinin onu öldürmeye yeteceğini düşündü.


Derin bir nefes aldı. Bu varlık, onun anlayışının çok ötesindeydi.


Kılıç izini bırakarak arkasını döndü ve sarayın girişine doğru yürümeye başladı.


Kadim büyük kapıda, süsleme namına bir şey yoktu. Yi Yun kapıya yaklaşırken vücudunu kesmek üzereymiş gibi ona doğru gelen bir Kılıç Qi’si hissetti.


Ne kadar zorlansa da nefesini tutup kapıya doğru yürümeye devam etti.


Kapıyı itmek için elini uzattığı anda parlak bir ışık çaktı. Yi Yun gözlerini açtığında sarayın içinde buldu kendini.


Salon hafif aydınlıktı. Zemin, siyah renkli, ne olduğunu bilemediği bir taştandı. Gözüne çarpan ilk şeyse, yere saplanmış bir kılıçtı!


Kılıç, çok eski görünüyordu. Sırtı paslanmıştı ve bıçağında çatlaklar vardı.


“Kırılmış mı?”


Yi Yun iç çekti. Bu, kesinlikle eşsiz bir kılıçtı, ama ne yazık ki...bıçağı çatlaklar içindeydi ve muhtemelen ruhunu büyük ölçüde kaybetmişti. Muhtemelen bu kadar uzun zaman sonra son derece kırılgan olmuştu!


Yi Yun sessizce yürüdü ve yavaşça kılıcın sapını tuttu.


O anda, aniden kendinden çok da uzakta olmayan siyah bir gölge gördü. Korkarak geriye sıçradı ve Bin Ordu Sabresi’ni çekti!


Gözlerini onun üzerine odaklamışken siyah gölge hareketsiz kaldı. Fiziksel bir bedeni yoktu, yanan bir alev gibi görünüyordu.


Siyah bir pelerine sarınmıştı ve pelerinin altında sadece iki kırmızı gözü parlıyordu. O gözler, gecenin altında bile parlayan mücevherler gibiydiler.


“Sen…”


Yi Yun başlangıçta onun ‘Yedi Ölüm Sütunu’nda bahsedilen şeytanlar gibi bir yaşam formu olduğunu düşünmüştü.


Ama çok geçmeden bu gölgenin kendisini öldürmeye niyetli olmadığını fark etti.


Gerçekten öldürme niyetine sahip olsaydı, bu saraydaki herhangi bir varlık onu tek bir düşüncesiyle kolayca ortadan kaldırabilirdi.


“Ne kadar olmuştu...Birisi gerçekten buraya girdi…”


Gölgenin kasvetli sözleri, tarifsiz bir yalnızlığın izini taşıyordu.


“Kıdemli,bu sarayın koruyucusu musun?” diyerek tahminini söyledi Yi Yun.


Gölge cevapladı: “Ben bir kılıç ruhuyum...Bilinmeyen bir süre boyunca efendime eşlik ettim ve onunla sayısız savaşa girdim. Şimdi ise bedenim yok olmuş durumda ve ruhumdan da geriye pek bir şey kalmadı. Ruhumun kaybolma zamanını yavaşlatmak adına Saf Yang Kılıç Sarayı’nda uyuyordum. Sen saraya girince uyandım. Ancak böylesine uzun bir uyku, beni hayatımın sonuna ulaştırdı…”


Gölgenin sesi çok zayıftı. Bu sözler üzerine Yi Yun’un aklında bir fikir oluşmuştu. “Kıdemli, onlarca milyon yıldır uyuyor musun?”


“Hatırlamıyorum...Bu dünyaya inmeden önce uzayda çok uzun süre dolaşmıştım. Bu kapıdan kimsenin geçmeyeceğini düşünmüştüm. Ama böyle bir fırsatı yakaladın…”


Uzayda dolaşmak mı?


Kutsal Yaban’a düşeli onlarca milyon yıl olmuş. Ondan önce de bu dünya parçası çok daha uzun süredir sürüklenmekteymiş.


Yi Yun’un aklında birçok soru vardı. Gölge onun düşüncelerini okuyabildiğinden doğrudan cevapladı: “Geçmiş hakkında bir şeyler sorman gereksiz. Bu dünyanın standartlarına göre fena değilsin. Düşük seviye Saf Yang Beden’e sahipsin. Bu dünyanın en iyilerinden biri olursan, elbet bu kolay bir başarı değil ama, yine de bu soruları sorabilecek seviyeye ulaşamazsın. Efendimin kılıç sarayında bıraktığı kılıç niyetini anlamadığın sürece kılıç sarayının daha derinlerine giremezsin. Bunu başarabilirsen kılıç sarayının efendisi olabilirsin ve efendimin geride bıraktığı hazineleri alabilirsin. Ancak bunu yapabilmen çok zor olacak, çok zor…”


Yi Yun sessiz kaldı. Gölgenin gözünde, Yi Yun bu yabani dünyada sadece çok şanslı ama sıradan biri olduğunun farkındaydı.


Kılıç sarayındaki kılıç niyetini anlayabilir miydi acaba?


Kılıç ruhunun bu konuda en ufak bir umudunun bile olmadığı açıktı.


Kılıcın yolunu öğrenmek isteyen kişi, çok yüksek bir yeteneğe sahip olmalıydı. Ama Yi Yun’un kılıcın yolunda bir yeteneği yoktu. Üstelik, silahı da sabreydi.


Kılıç ruhu, muhtemelen bu gencin böyle bir dünyaya girerek efendisinin mirasını alabileceğine inanmıyordu.

 

 






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 43991 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr